Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
SosyalBilgiDepoAnasayfaGaleriLatest imagesAramaGiriş yapKayıt Ol
Arama
 
 

Sonuç :
 
Rechercher çıkıntı araştırma
En son konular
» 2009-2010 YILI 8. SINIFLAR T.C. İNKILAP TARİHİ DERSİ BEP YILLIK PLANI
NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeC.tesi 10 Kas. 2012, 12:07 tarafından atk111

» CUMA NAMAZI NASIL KILDIRILIR?
NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimePaz 04 Eyl. 2011, 12:02 tarafından SBÖ

» liquid fish oil benefits
NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeSalı 02 Ağus. 2011, 10:39 tarafından Misafir

» LALE, ALLAH'I SİMGELER NİÇİN?
NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimePtsi 04 Tem. 2011, 09:25 tarafından SBÖ

» SÖZLEŞMELİ ÖĞRETMENİN KADROYA GEÇİŞİ İÇİN İLGİLİ DİLEKÇE BURDA!
NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeSalı 07 Haz. 2011, 06:25 tarafından SBÖ

» MÜFETTİŞLERİN İSTEDİĞİ ŞÖK TOPLANTISI TUTANAĞI ÇİZELGESİ 2009-2010
NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeÇarş. 18 Mayıs 2011, 18:58 tarafından 06fatih06

» KAN TAHLİLİ YAPTIRDINIZ YORUMLAMASINI İSTİYORSUNUZ? BUYRUN!
NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimePerş. 10 Mart 2011, 15:19 tarafından SBÖ

» OSMANLI PADİŞAHLARININ KABİRLERİNİN HANGİSİ, HANGİ İLİMİZDE Mİ?
NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeC.tesi 05 Mart 2011, 15:51 tarafından SBÖ

» HZ. MUHAMMED (SAV) HAYATI - KRONOLOJİK OLARAK -
NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeSalı 15 Şub. 2011, 00:19 tarafından SBÖ

» HZ. PEYGAMBERİMİZ DOĞDUĞUNDA MEYDANA GELEN MUCİZELER!
NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeSalı 15 Şub. 2011, 00:05 tarafından SBÖ

» TÜRKLERDE VE OSMANLIDA ARMA GELENEĞİ
NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeC.tesi 22 Ocak 2011, 12:22 tarafından merien

» YİNE DİZİ YOLUYLA TARİHİMİZE SALDIRI!-MUHTEŞEM YÜZYIL
NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimePaz 09 Ocak 2011, 11:52 tarafından SBÖ

» ANADOLU LİSELERİNE ÖĞRETMEN ALIMI - 2010
NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 24 Ara. 2010, 13:25 tarafından SBÖ

» Coğrafya 9.Sınıf Harita Bilgisi-Sunular
NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeSalı 02 Kas. 2010, 10:16 tarafından SBÖ

» sana geliyorum mevlana
NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimePtsi 25 Ekim 2010, 16:20 tarafından büşraavcıoğlu

» ÖĞRETMEN NOT DEFTERİ RESMEN KALDIRILDI!
NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimePerş. 07 Ekim 2010, 08:10 tarafından SBÖ

» OKULLARIMIZDA OLMASI GEREKEN GÖRGÜ KURALLARINDAN BAZISI!
NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeC.tesi 18 Eyl. 2010, 06:51 tarafından SBÖ

» MEMURLARA VERİLEN ÇOK ÖNEMLİ 58 SOSYAL HAK!
NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimePtsi 13 Eyl. 2010, 08:50 tarafından SBÖ

» OY KULLANMA KLAVUZU - RESİMLİ ANLATIMI
NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeC.tesi 11 Eyl. 2010, 08:17 tarafından SBÖ

» MADDE MADDE ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ - 2010
NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeÇarş. 08 Eyl. 2010, 15:16 tarafından SBÖ

Seçme Makaleler
Galeri
NUTUK (TAM METİN) Empty

 

 NUTUK (TAM METİN)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:05

Türk Yurdunun Genel Durumu
Samsun'a Çıktığım Gün Genel Durum ve Görünüş
1919 yılı Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım. Genel durum ve görünüş :
Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu topluluk, Genel Savaşta (Birinci Dünya Savaşında) yenilmiş, Osmanlı ordusu her yanda zedelenmiş, koşulları ağır bir ateşkes anlaşması (mütarekename) imzalanmış. Büyük Savaşın uzun yılları boyunca, ulus, yorgun ve yoksul bir durumda. Ulusu ve ülkeyi Genel Savaşa sürükleyenler, kendi yaşamlarının kaygısına düşerek, yurttan kaçmışlar. Padişah ve Halife olan (Saltanat ve halifelik katında oturan) Vahdettin, soysuzlaşmış, kendini ve yalnız tahtını koruyabileceğini umduğu alçakça önlemler araştırmakta. Damat Ferit Paşa'nın'nın başkanlığındaki hükümet, güçsüz, onursuz, korkak, yalnız padişahın isteklerine uymuş, onunla birlikte kendilerini koruyabilecek herhangi bir duruma boyun eğmiş.
Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta.
İtilâf devletleri, ateşkes anlaşması hükümlerine uymayı gerekli görmüyorlar. Birer uydurma nedenle, İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul'da. Adana ili Fransızlar; Urfa, Maraş, Antep İngilizlerce işgal edilmiş. Antalya ile Konya'da İtalyan birlikleri, Merzifon'la Samsun'da İngiliz askerleri bulunuyor. Her yanda yabancı devletlerin subay ve görevlileri ve özel adamları çalışmakta. Daha sonra, sözümüze başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919'da İtilâf Devletlerinin uygun bulmasıyla Yunan ordusu İzmir'e çıkarılıyor.

Bundan başka, yurdun dört bir bucağında Hıristiyan azınlıklar, gizli, açık, özel istek ve amaçlarının elde edilmesine, devletin bir an önce çökmesine çaba harcıyorlar.

Sonradan elde edilen güvenilir bilgi ve belgeler, İstanbul Rum Patrikliğinde kurulan Mavri Mira Kurulu'nun (belge: l) illerde çeteler kurmak ve yönetmekle, gösteri toplantıları ve propagandalar yaptırmakla uğraştığını doğruladı. Yunan Kızılhaçı, Resmi Göçmenler Komisyonu, Mavri Mira Kurulu'nun çalışmalarını kolaylaştırmaya yardım ediyor. Mavri Mira Kurulu'nca yönetilen Rum okullarının izci örgütleri, yirmi yaşını aşmış gençleri de içine alarak her yerde geliştiriliyor.

Ermeni Patriği Zaven Efendi de, Mavri Mira Kurulu ile düşünce birliği içinde çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tam olarak Rum hazırlığı gibi ilerliyor.
Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz kıyılarında kurulan ve İstanbul'daki merkeze bağlı Pontus Cemiyeti kolaylıkla ve başarıyla çalışıyor. (belge: 2)

Türk Milletinin Yurdunu Savunma Kararı
Düşünülen Kurtuluş Yolları

Durumun korkunçluğu ve ağırlığı karşısında, her yerde, her bölgede birtakım kişilerce kurtuluş yolları düşünülmeye başlanmıştı. Bu düşünceyle girişilen çalışmalar, birtakım örgütler doğurdu. Örneğin: Edirne ve çevresinde Trakya-Paşaeli adlı bir dernek vardı. Doğuda (belge: 3), Erzurum'da ve Elazığ'da (belge: 4), genel merkezi İstanbul'da olmak üzere Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti (Doğu İlleri Ulusal Hakları Savunma Derneği) kurulmuştu. Trabzon'da Muhafazai Hukuk (Hakları Koruma) adlı bir dernek bulunduğu gibi İstanbul'da da, Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti (Trabzon ve Çevresini Bağımsızlaştırma Derneği) vardı. Bu dernek merkezinin gönderdiği delegeler, Of ilçesi ve Lazistan livasında şubeler açmışlardı. (belge: 5, 6)

Yunanlıların İzmir'e gireceğinin açık belirtilerini Mayısın on üçünden beri gören, İzmir'de birtakım genç yurtseverler, ayın 14/15'inci gecesi, bu acıklı durumu aralarında görüşmüşler; bir olupbittiye geldiği kuşku götürmeyen bu girişin, katma (ilhak) ile sonuçlanmasını önlemek düşüncesinde birleşmişler ve Reddi İlhak (Katmayı önleme) ilkesini ortaya atmışlardır. Bu ilkenin yayılması için aynı gece İzmir'de Yahudi Maşatlığı'na toplanabilen halkça bir gösteri toplantısı (miting) yapılmışsa da ertesi gün sabahleyin Yunan askerlerinin rıhtımda görülmesiyle bu toplantıdan umulduğu ölçüde sonuç alınamamıştır.

Ulusal Kuruluşlar, Siyasal Amaçlar
Bu derneklerin kuruluş amaçları ve siyasal erekleri üzerine kısaca bilgi vermek uygun olur düşüncesindeyim.
Trakya-Paşaeli Cemiyeti'nin ileri gelenlerinden kimisiyle daha İstanbul'da iken görüşmüştüm. Osmanlı Devleti'nin çökeceğini kesinliğe yakın bir olabilirlik içinde görüyorlardı. Osmanlı yurdunun parçalanacağı korkusu karşısında Trakya'yı, olabilirse Batı Trakya'yı da birleştirerek, İslam ve Türk topluluğunu bir bütün olarak kurtarmayı düşünüyorlardı. Bu amaca ulaşmak için o zaman akıllarına gelen tek çıkar yol, İngiltere'nin, olmazsa Fransa'nın yardımını sağlamaktı. Bu düşünceyle kimi yabancı devlet adamlarıyla ilişki kurmak ve konuşmak yollarını da aramışlardı. Amaçlarının bir Trakya Cumhuriyeti kurmak olduğu anlaşılıyordu.

Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti'nin kuruluş amacı da (tüzüklerinin ikinci maddesi), doğu illerindeki bütün halkın dinsel ve siyasal haklarının özgürce gelişimini sağlayacak yasal yollara başvurmak; adı geçen illerdeki Müslüman halkın tarihsel ve ulusal haklarını, gerektiğinde, uygar toplumlar önünde savunmak; doğu illerinde yapılan zulüm ve cinayetlerin nedenleriyle etmenleri ve bunları yapanlar ve yaptıranlarla ilgili tarafsızca soruşturma açarak suçluların çabuklukla cezalandırılmalarını istemek; Türklerle azınlıklar arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesine ve eskisi gibi iyi bağların pekiştirilmesine çaba göstermek; doğu illerindeki savaştan doğma yıkım ve yoksulluğu, hükümet katında girişimlerde bulunarak elden geldiğince giderme yollarını aramaktı.

İstanbul'daki yönetim merkezlerinden verilmiş olan bu yönerge gereğince, Erzurum Şubesi, doğu illerinde Türklerin haklarını korumakla birlikte Ermenilerin göçü sırasında yapılan kötü işlerle halkın hiçbir ilgisi bulunmadığını ve Ermeni mallarının, buralara Ruslar girinceye dek korunduğunu; buna karşılık Müslümanlara çok kıyasıya davranıldığını ve dahası, buyruk dışı olarak göçten alıkonulan kimi Ermenilerin, koruyucularına yaptıkları kötülükleri, kanıtlanmış belgelerle uygarlık dünyasına sunmaya ve bildirmeye ve doğu illerine dikilen açgözlü bakışları söndürmek için çalışmaya karar veriyor (Erzurum Şubesinin bildirisi).

Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti' nin ilk Erzurum Şubesini kuran kişiler, doğu illerinde yapılan propagandaları ve bunların amaçlarını, Türklük-Kürtlük- Ermenilik sorunlarını, bilim, teknik ve tarih bakımından inceleyip araştırdıktan sonra, gelecekteki çalışmalarını şu üç noktada topluyorlar (Erzurum Şubesinin basılı raporu):
1- Kesinlikle göç etmemek;
2- Hemen bilim, iktisat, din örgütleri kurmak;
3- Saldırıya uğrayacak doğu illerinin herhangi bir bucağını savunmada birleşmek.

Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti'nin İstanbul'daki yönetim merkezinin, bilim ve uygarlık yöntemleriyle amacı sağlayabileceği konusunda çokça iyimser olduğu anlaşılıyor. Gerçekten bu yolda çaba göstermekten geri durmuyor. Doğu illerinde Müslüman halkın haklarını savunmak için Le Pays (Yurt) adında Fransızca bir gazete yayımlıyor. Hâdisat (Olaylar) gazetesinin sahipliğini üzerine alıyor. Bir yandan da İtilâf devletleri başbakanlarına ve İstanbul'daki temsilcilerine birer andırı (muhtıra) veriyor. Avrupa'ya bir kurul yollamaya girişiyor. (belge: 7)

Bu açıklamalardan kolaylıkla anlaşılacağını sanırım ki, Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti'nin kurulmasına yol açan önemli neden ve kaygı, doğu illerinin Ermenistan'a verileceği olasılığına dayanıyor. Bu olasılığın da, doğu illeri nüfusunda Ermenileri çoğunlukta göstermeye ve tarihsel haklar bakımından öncelikli saydırmaya çalışanların, bilimsel ve tarihsel belgelerle dünya kamuoyunu aldatmayı başarmaları; bir de Müslüman halkın Ermenileri toptan öldüren yabanıl olduğu iftirasını doğruymuş gibi kabul ettirmeleri durumunda gerçekleşebileceği varsayımı üstün geliyor. Bundan dolayı dernek, aynı gerekçe ve araçlarla donanmış olarak tarihsel ve ulusal hakları savunmaya çalışıyor.

Karadeniz kıyılarındaki bölgelerde de, bir Rum Pontus hükümeti kurulacağı korkusu vardı. Müslüman halkı Rumların boyunduruğu altında bırakmayıp yaşama haklarını ve varlıklarını koruma amacıyla, Trabzon'da da birtakım kişiler ayrıca bir dernek kurmuşlardı.

Merkezi İstanbul'da olan Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti'nin siyasal erek ve amacı, adından anlaşılmaktadır. Her durumda merkezden ayrılmak amacını güdüyor.

Yurt İçinde ve İstanbul'da Ulusal Varlığa Düşman Kuruluşlar
Kurulmaya başlayan bu örgütlerden başka, ülke içinde daha birtakım girişimler ve kuruluşlar da ortaya çıkmıştı. Özellikle Diyarbakır, (belge: 8, 9) Bitlis, Elazığ illerinde, İstanbul'dan yönetilen Kürt Teali Cemiyeti (Kürt Yükselme Derneği) vardı. Bu derneğin amacı, yabancı devletlerin koruyuculuğu altında, bir Kürt hükümeti kurmaktı.
Konya ve dolaylarında, İstanbul'dan yönetilen Tealii İslam Cemiyeti (İslam Yükselme Derneği) kurulmasına çalışılıyordu. Ülkenin hemen her yanında İtilâf ve Hürriyet, Sulh ve Selâmet Cemiyetleri (Uzlaştırma ve Özgürlük, Barış ve Esenlik Dernekleri) de vardı.

İngiliz Muhipler Cemiyeti
İstanbul'da çeşitli amaçlarla gizli ve açık olmak üzere de, birtakım parti ya da dernek adı altında kuruluşlar vardı.
İstanbul'da önemli sayılacak kuruluşlardan biri İngiliz Muhipler Cemiyeti (İngiliz Dostları Derneği) idi. Bu addan İngilizleri sevenlerin kurdukları bir dernek olduğu anlaşılmasın! Bence, bu derneği kuranlar, kendilerini ve kişisel çıkarlarını sevenler ve kendi varlıklarıyla çıkarlarının dokunulmazlık çaresini Lloyt Corc (Lloyd George) hükümeti aracılığıyla İngiliz desteğini sağlamakta arayanlardır. Bu zavallıların (bedbaht), İngiltere Devleti'nin, bütünüyle, bir Osmanlı Devleti bırakmak ve korumak isteğinde olup olamayacağını bir kez düşünüp düşünmedikleri üzerinde durmak gerekir.

Bu derneğe girenlerin başında Osmanlı Padişahı ve yeryüzü Halifesi sanını taşıyan Vahdettin, Damat Ferit Paşa, Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) olan Ali Kemal, Âdil ve Mehmet Ali Bey'ler ve Sait Molla bulunuyordu. Dernekte İngiliz ulusundan kimi serüvenciler de vardı. Örneğin: Rahip Fru (Frew) gibi. Yapılan işlerden ve işlemlerden anlaşıldığına göre, derneğin başkanı Rahip Fru idi.

Bu derneğin iki görünüşü ve niteliği vardı. Biri, dış görünüşü ve uygarca girişimlerle İngiliz desteğini istemeye ve sağlamaya yönelen niteliği idi. Öteki, gizli yönü idi. Asıl çalışma bu yöndeydi. Yurt içinde örgütler kurarak ayaklanma ve başkaldırmalara yol açmak, ulusal bilinci işlemez kılmak, yabancı devletlerin işe karışmalarını kolaylaştırmak gibi haince girişimler, derneğin bu gizli kolunca yönetilmekteydi. Sait Molla'nın, derneğin açık girişimlerinde olduğu gibi ondan daha çok gizli işlerinde de rol oynadığı görülecektir. Bu dernek için söylediklerim, sırası geldikçe yapacağım açıklamalar ve gerektiğinde göstereceğim belgelerle daha iyi anlaşılacaktır.

Amerika'nın Güdümünü İsteyenler
İstanbul'daki kadın erkek birtakım ileri gelen kişiler de, gerçek kurtuluşu Amerika'nın güdümünü (mandasını) istemek ve sağlamakta görüyorlardı. Bu kanıda olanlar, düşüncelerinde çok direndiler, tam uygun işin, kendi görüşlerinin desteklenmesi olduğunu kanıtlamaya çok çalıştılar. Bu konuda da, sırası gelince kimi açıklamalar yapacağım.

Ordumuzun Durumu
Genel durumu saptamak için ordu birliklerinin nerelerde ve ne durumda olduklarını açıklamak isterim. Anadolu'da, başlıca iki ordu müfettişliği kurulmuştu. Ateşkes anlaşması yapılır yapılmaz birliklerin savaşçı erleri terhis edilmiş, silah ve cephanesi elinden alınmış; bu birlikler, savaş gücünden yoksun birtakım kadrolar durumuna getirilmişti.
Merkezi Konya'da bulunan İkinci Ordu Müfettişliğine bağlı birliklerin durumu şöyle idi:
Bir tümeni (41. Tümen) Konya'da ve bir tümeni (23. Tümen) Afyonkarahisar'da bulunan 12. Kolordu, karargâhıyla Konya'da bulunuyordu. İzmir'de düşman eline düşen 17. Kolordunun, Denizli'de bulunan 57. Tümeni de bu kolorduya bağlanmıştı.
Bir tümeni (24. Tümen) Ankara'da ve bir tümeni (11. Tümen) Niğde'de bulunan 20. Kolordu, karargâhıyla Ankara'da idi.
İzmit'te bulunan 1. Tümen, İstanbul'daki 25. Kolorduya bağlanmıştı. İstanbul'da da 10. Kafkas Tümeni vardı.
Balıkesir ve Bursa yöresinde bulunan 61. ve 56. Tümenler, karargâhı Bandırma'da bulunan İstanbul'a bağlı 14. Kolordu'yu meydana getiriyorlardı. Bu kolordunun komutanı, Meclisin açılışına dek, rahmetli Yusuf İzzet Paşa idi.
Dokuzuncu Ordu Müfettişliği, ki müfettişi bendim, karargâhımla Samsun'a çıkmış bulunuyordum. Doğrudan doğruya buyruğum altında iki kolordu bulunacaktı. Biri, merkezi Sivas'ta bulunan 3. Kolordu. Komutanı, yanımda getirdiğim Albay Refet Bey. Bu kolorduya bağlı bir tümenin (5. Kafkas Tümeni) merkezi Amasya'da, öteki tümeninin (15. Tümen) merkezi Samsun'da idi. Öbürü, merkezi Erzurum'da bulunan 15. Kolordu idi. Komutanı Kâzım Karabekir Paşa idi. Tümenlerinden birinin (9. Tümen) merkezi Erzurum'da, komutanı Rüştü Bey; ötekisinin (3. Tümen) merkezi Trabzon'da idi, komutanı Yarbay Halit Bey idi. Halit Bey, İstanbul'a çağrılmış olduğundan komutanlıktan çekilerek Bayburt'ta saklanmış; tümen, vekillikle yönetiliyor; kolordunun öbür iki tümeninden 12. Tümen, Hasankale doğusunda sınırda, 11. Tümen Bayazıt'ta bulunuyordu.
Diyarbakır yöresinde bulunan iki tümenli 13. Kolordu bağımsızdı, İstanbul'a bağlıydı. Bir tümeni (2. Tümen) Siirt'te, öbür tümeni (5. Tümen) Mardin'de idi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:07

Müfettişlik Görevimin Geniş Yetkileri
Benim yetkim, bu iki kolorduyu doğrudan doğruya buyruğum ve komutam altında bulundurmaktan daha genişti. Müfettişlik bölgeme yakın birliklere de bildirim yapabilecektim. Bu arada bölgemde bulunan ve bölgeme yakın olan valiliklere de bildirimde bulunabilecektim.
Bu yetkiye göre Ankara'da bulunan 20. Kolordu ve bunun bağlı olduğu müfettişlik ile ve Diyarbakır'daki kolordu ile ve hemen bütün Anadolu'da sivil örgütlerin başında bulunan yöneticilerle yazışabilecek ve ilişkiler kurabilecektim.
Bu geniş yetkiyi, beni İstanbul'dan sürmek ve uzaklaştırmak amacıyla Anadolu'ya gönderenlerin bana nasıl verdiklerine şaşabilirsiniz. Hemen söylemeliyim ki, bana bu yetkiyi onlar bilerek ve anlayarak vermediler. Her ne olursa olsun benim İstanbul'dan uzaklaşmamı isteyenlerin buldukları gerekçe, "Samsun ve yöresindeki güvensizliği yerinde görüp önlemek için Samsun'a değin gitmek" idi. Ben, bu işin başarılmasının, makam ve yetki verilmesine bağlı olduğunu ileri sürdüm. Bunda hiçbir sakınca görmediler. O günlerde Genelkurmayda bulunan ve benim amacımı bir dereceye kadar sezinleyen kişilerle görüştüm. Müfettişlik görevini buldular ve yetkiyle ilgili yönergeyi (talimatı) de ben kendim yazdırdım. Dahası, Harbiye Nazırı (Milli Savunma Bakanı) olan Şakir Paşa bu yönergeyi okuduktan sonra imzalamaktan çekinmiş, anlaşılır anlaşılmaz bir biçimde mühürünü basmıştır.

Genel Duruma Dar Bir Çerçeveden Bakış
Bu açıklamadan sonra genel durumu, daha dar bir çerçeve içine alarak, çabucak ve kolayca, hep birlikte gözden geçirelim:
Düşman devletler Osmanlı Devleti'ne ve ülkesine maddi ve manevi bakımdan saldırmışlar; yok etmeye ve paylaşmaya karar vermişler. Padişah ve Halife olan kişi, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükümeti de aynı durumda. Farkında olmadığı halde başsız kalmış olan ulus, karanlık ve belirsizlik içinde, olup bitecekleri bekliyor. Felaketin korkunçluğunu ve ağırlığını anlamaya başlayanlar, bulundukları çevreye ve sezebildikleri etkilere göre kurtuluş çaresi saydıkları yollara başvuruyorlar... Ordu, adı var, kendi yok bir durumda. Komutanlar ve subaylar, Genel Savaşın bunca sıkıntı ve güçlükleriyle yorgun, yurdun parçalanmakta olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor; gözleri önünde derinleşen karanlık felaket uçurumunun kıyısında kafaları, çıkar yol, kurtuluş yolu aramakta...

Burada, pek önemli olan bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım. Ulus ve ordu, Padişah ve Halifenin hainliğinden haberli olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı yüzyılların kökleştirdiği din ve gelenek bağlarıyla içten bağlı ve uysal. Ulus ve ordu, kurtuluş yolu düşünürken bu atadan gelen alışkanlık dolayısıyla kendinden önce yüce halifeliğin ve padişahlığın kurtuluşunu ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavrama yeteneğinden yoksun... Bu inançla bağdaşmaz oy ve düşüncelerini açığa vuracakların vay haline! Hemen dinsiz, vatansız, hain, istenmez olur.

Bir başka önemli noktayı da söylemek gerekir. Kurtuluş yolu ararken, İngiltere, Fransa, İtalya gibi büyük devletleri gücendirmemek, temel ilke gibi görülmekteydi. Bu devletlerden yalnız biriyle bile başa çıkılamayacağı kuruntusu, hemen bütün kafalarda yer etmişti. Osmanlı Devleti'nin yanında, koskoca Almanya, Avusturya - Macaristan varken hepsini birden yenen, yerlere seren İtilâf kuvvetleri karşısında, yeniden onlarla düşmanlığa varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı.

Bu anlayışta olan yalnız halk değildi; özellikle, seçkin denilen insanlar bile öyle düşünüyordu.
Öyleyse, kurtuluş yolu ararken iki şey söz konusu olmayacaktı. İlkin, İtilâf Devletlerine karşı düşmanlık durumuna girilmeyecekti; sonra da, Padişah ve Halifeye canla başla bağlı ve sadık kalmak temel koşul olacaktı.

Düşünülen Kurtuluş Yolları
Şimdi baylar, izin verirseniz size bir soru sorayım: Bu durum ve koşullar karşısında kurtuluş için, nasıl bir karar düşünülebilirdi?
Açıkladığım bilgilere ve gözlem sonuçlarına göre üç türlü karar ortaya atılmıştı:

Birincisi, İngiltere'nin koruyuculuğunu (İngiltere'nin himayesini) istemek,
İkincisi, Amerika'nın güdümünü (mandasını) istemek.
Bu iki türlü karara varmış olanlar, Osmanlı Devleti'nin bir bütün olarak kalmasını düşünenlerdir. Osmanlı ülkesinin çeşitli devletler arasında paylaşılmasından ise, bu ülkeyi bütün olarak bir devletin koruyuculuğu altında bulundurmayı yeğleyenlerdir.
Üçüncü karar, bölgesel kurtuluş yollarına yönelikti. Örneğin: Bazı bölgeler, kendilerinin Osmanlı Devleti'nden koparılacağı görüşüne karşı ondan ayrılmamak yollarına başvuruyor. Bazı bölgeler de, Osmanlı Devleti'nin ortadan kaldırılacağına, Osmanlı ülkelerinin paylaşılacağına oldubitti gözüyle bakarak kendi başlarını kurtarmaya çalışıyorlar.
Bu üç türlü kararın gerekçesi, yapmış olduğum açıklamalar arasında vardır.

Benim Kararım
Baylar, ben bu kararların hiçbirini yerinde bulmadım. Çünkü bu kararların dayandığı bütün kanıtlar ve mantıklar çürüktü, temelsizdi. Gerçekte, içinde bulunduğumuz o günlerde, Osmanlı Devleti'nin temelleri çökmüş, ömrü tükenmişti. Osmanlı ülkeleri bütün bütüne parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türkün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son sorun, bunun da paylaşılmasını sağlamak için uğraşılmaktan başka bir şey değildi. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, halife, hükümet, bunların hepsi anlamını yitirmiş birtakım anlamsız sözlerdi.

Neyin ve kimin dokunulmazlığı için kimden ve ne gibi yardım istemek düşünülüyordu?
Öyleyse sağlam ve gerçek karar ne olabilirdi?
Baylar, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulus egemenliğine dayanan, tam bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak.
İşte, daha İstanbul'dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun'da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur.

Ya Bağımsızlık Ya Ölüm
Bu kararın dayandığı en sağlam düşünüş ve mantık şu idi:
Temel ilke, Türk ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne denli zengin ve gönenmiş olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan öteye gidemez.

Yabancı bir devletin koruyuculuğunu ve kollayıcılığını istemek insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılık duruma düşmemiş olanların, isteyerek başlarına yabancı bir efendi getirmeleri hiç düşünülemez.
Oysa, Türkün onuru, kendine güveni ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun, daha iyidir.
Öyleyse, ya bağımsızlık, ya ölüm!

İşte gerçek kurtuluşu isteyenlerin parolası bu olacaktır.
Bir an için, bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranılacağını düşünelim. Ne olacaktı? Tutsaklık.

Peki efendim, öteki kararlara uymakla da sonuç bu olmayacak mıydı?
Şu ayrımla ki, bağımsızlığı için ölümü göze alan ulus, insanlık onur ve şerefinin gereği olan her özveriye başvurduğunu düşünerek avunur ve kuşkusuz, tutsaklık zincirini kendi eliyle boynuna geçiren uyuşuk, onursuz bir ulusla karşılaştırılınca, dost ve düşman gözündeki yeri çok başka olur.
Sonra, Osmanlı soyunu (Osmanlı hanedanı) ve saltanatını sürdürmeğe çalışmak, elbette Türk ulusuna karşı en büyük kötülüğü istemekti. Çünkü ulus, her türlü özveriye başvurarak bağımsızlığını sağlasa da, padişahlık sürüp giderse, bu bağımsızlığa güvenle bakılamazdı. Artık yurtla, ulusla hiçbir vicdan ve düşünce bağı kalmamış bir sürü delinin, devlet ve ulus bağımsızlığının ve onurunun koruyucusu durumunda bulundurulması nasıl uygun görülebilirdi?

Halifeliğin durumuna gelince, bunun bilim ve tekniğin ışığa boğduğu gerçek uygarlık dünyasında gülünç sayılmaktan başka bir durumu kalmış mıydı?
Görülüyor ki, verdiğimiz kararın uygulanmasını sağlamak için ulusun daha alışmadığı sorunlara el atmak gerekiyordu. Kamunun söz konusu etmesinde büyük sakıncalar bulunacağı düşünülen noktaların söz konusu edilmesinde kesin zorunluluk vardı.

Osmanlı Hükümetine, Osmanlı Padişahına ve Müslümanların halifesine başkaldırmak ve bütün ulusu ve orduyu ayaklandırmak gerekiyordu.

Uygulamayı Evrelere Ayırmak ve Adım Adım İlerleyerek Amaca Varmak
Türk ata yurduna ve Türkün bağımsızlığına saldıranlar kimler olursa olsun, onlara bütün ulusça silahlı olarak karşı çıkmak ve onlarla savaşmak gerekiyordu. Bu önemli kararın bütün gereklerini ve zorunluluklarını ilk gününde açıklamak ve söylemek, elbette yerinde olamazdı. Uygulamayı birtakım evrelere ayırmak ve olaylardan yararlanarak ulusun duygu ve düşüncelerini hazırlamak ve adım adım ilerleyerek amaca ulaşmaya çalışmak gerekiyordu. Nitekim öyle olmuştur. Ancak dokuz yılda yaptıklarımız bir mantık dizisiyle düşünülürse, ilk günden bugüne dek izlediğimiz genel gidişin, ilk kararın çizdiği çizgiden ve yöneldiği amaçtan hiç ayrılmamış olduğu kendiliğinden anlaşılır.

Burada, zihinlerde yer tutabilecek bazı duraksama düğümlerinin çözülmesini kolaylaştırmak için bir gerçeği hep birlikte gözden geçirmeliyiz.
Beliren ulusal savaşın tek amacı yurdu dış saldırıdan kurtarmak olduğu halde bu savaşın, başarıya ulaştıkça, ulusal iradeye dayanan yönetimin bütün ilkelerini ve şekillerini evre evre bugünkü döneme değin gerçekleştirmesi olağan ve kaçınılmaz bir tarih akışı idi. Bu kaçınılmaz tarih akışını, gelenekten gelen alışkanlığı ile, hemen sezinleyen hükümdar soyu, ilk andan başlayarak ulusal savaşın amansız bir düşmanı oldu. Bu kaçınılmaz tarih akışını, ilk anda ben de gördüm ve sezinledim. Ama, baştan sona bütün evreleri kapsayan sezgilerimizi ilk anda bütünüyle açığa vurmadık ve söylemedik. İleride olabilecekler üzerine çok konuşmak, giriştiğimiz gerçek ve maddesel savaşa boş kuruntular niteliği verebilirdi; dış tehlikenin yakın etkileri karşısında üzüntü duyanlar arasında ise, geleneklerine, düşünme yeteneklerine, ruhsal durumlarına uymayan olası değişikliklerden ürkeceklerin ilk anda direnmelerine yol açabilirdi. Başarı için pratik ve güvenilir yol, her evreyi zamanı geldikçe uygulamaktı. Ulusun gelişmesi ve yükselmesi için esenlik yolu bu idi. Ben de böyle yaptım. Ancak bu pratik ve güvenilir başarı yolu; yakın çalışma arkadaşım olarak tanınmış kişilerden kimileriyle aramızda, zaman zaman görüşlerde, davranışlarda, yapılan işlerde beliren temelli ve ikinci derecede anlaşmazlıkların, kırgınlıkların ve giderek ayrılıkların da nedeni ve açıklaması olmuştur. Ulusal savaşa birlikte başlayan yolculardan kimileri, ulusal yaşamın bugünkü cumhuriyete ve cumhuriyet yasalarına değin uzayan gelişmelerinde, kendi düşünce ve psikolojilerinin kavrama sınırı bittikçe, bana direnmeye ve karşı çıkmaya başlamışlardır. Bu noktaları, aydınlanmanız için, kamuoyunun aydınlanmasına yardımcı olmak için, sırası geldikçe, birer birer göstermeye çalışacağım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:08

Ulusal Sır
Bu son sözlerimi özetlemek gerekirse diyebilirim ki ben, ulusun vicdanında ve geleceğinde sezdiğim büyük gelişme yeteneğini, bir ulusal sır gibi vicdanımda taşıyarak yavaş yavaş bütün toplumumuza uygulatmak zorundaydım

Herekete Geçmek İçin Yapılan Ön Hazırlıklar
Ordu İle İlişki
Şimdi baylar, ilk iş olmak üzere bütün orduyla ilişki kurmak gerekli idi.
Erzurum'da On Beşinci Kolordu Komutanına 21 Mayıs 1919'da yazdığım bir şifrede: "Genel durumumuzun almakta olduğu korkunç şekilden pek üzgün olduğumu; ulusa ve yurda borçlu olduğumuz en son vicdan ödevini yakından, birleşik çalışmayla, en iyi yapabileceğimiz kanısıyla bu son görevi kabul ettiğimi; bir an önce Erzurum'a gitmek isteğinde bulunduğumu, ama Samsun ve yöresinin durumu, güvensizlik yüzünden kötü bir sonuca varma niteliğinde bulunduğundan, buralarda ister istemez birkaç gün kalmak gerekeceğini" bildirdikten sonra, "beni şimdiden aydınlatmaya yarayacak bir şey varsa bildirilmesini" rica ettim. (belge: 10)
Gerçekten, Samsun ve yöresinde Rum çetelerinin Müslüman halka saldırması ve öteden beri araçsız bırakılmış olan bu bölge yöneticilerinin yabancı devletlerin işe karışmaları yüzünden hiçbir önlem alamaması, durumu güçleştirmişti.
Tanıdığımız ve kendisinden büyük çaba umduğumuz bir kişinin Samsun'a mutasarrıf olarak atanmasını sağlamaya girişmekle birlikte, Üçüncü Kolordu Komutanını geçici olarak Canik (Merkezi Samsun olan o zamanki sancağın adı) mutasarrıflığına atadım. Elden gelen bölgesel önlemlerin alınmasına ve özellikle halkın gerçek durum üzerinde aydınlatılmasına ve orada bulunan yabancı birlik ve subaylardan çekinmeye yer olmadığının anlatılmasına önem verildi ve hemen o bölgede ulusal örgütler kurmaya girişildi.
23 Mayıs 1919'da Ankara'da bulunan Yirminci Kolordu Komutanına: "Samsun'a geldiğimi ve kendisiyle daha sıkı ilişki kurmak istediğimi ve İzmir yöresinden daha kolaylıkla alabileceği bilgileri öğrenmek istediğimi" bildirdim.
Bu kolordunun durumu ile daha İstanbul'da iken ilgilenmiştim. Güneyden Ankara yöresine trenle taşınması söz konusu idi. Bu yer değiştirmenin engellendiğini anlamış olduğumdan, İstanbul'dan ayrıldığım günlerde Genelkurmay Başkanı olan Cevat Paşa'dan, kolordunun trenle taşınması gecikirse karadan yürüyerek Ankara'ya gönderilmesini rica etmiştim. Bundan dolayı, söz konusu şifremde: "Yirminci Kolordunun bütün birliklerinin Ankara'ya gelmeyi başarıp başaramayacaklarını" sordum. "Canik sancağı (Sancak: il ile ilçe arasında bir yönetim birliği) üzerine bilgi verdikten sonra bir iki güne değin Samsun'dan karargâhımla, bir süre için Havza'ya gideceğimi ve her durumda Samsun'dan ayrılmadan önce beni aydınlatacak bilgileri beklediğimi" yazdım.
Yirminci Kolordu Komutanından, üç gün sonra, 26 Mayıs 1919'da aldığım yanıtta: "İzmir'den düzenli bilgi alamadıklarını, düşmanın Manisa'ya girişini de telgrafçıların haber verdiğini, kolordunun Ereğli'de bulunan birliklerinin hepsi trenle taşınamadığından, karadan yürüyüşe başladıklarını, ancak yerin uzaklığı dolayısıyla Ankara'ya ne zaman ulaşacaklarının belli olmadığını" bildiriyordu.
Kolordu Komutanı yine bu telyazısında: "Afyonkarahisar'da bulunan 23. Tümenin er sayısının pek az olduğundan ve orada ellerine geçen erleri bu tümene göndermekte olduklarından söz açtıktan sonra, Kastamonu ve Kayseri yörelerindeki güvenliği bozan birtakım olaylar üzerine haberler gelmeye başladığını" bildiriyor ve zaman zaman bilgi vereceğini yazıyordu. (belge: 11)
27 Mayıs 1919 gününde Havza'dan, hem Yirminci Kolordu Komutanından hem de bu kolordunun bağlı olduğu Konya'daki ordu müfettişliğinden: "Afyonkarahisar'daki tümenin güçlendirilmesi için hangi kaynaklardan yararlanıldığını ve gücünün artırılıp artırılamayacağını ve bugünkü durumumuza göre, bu tümene nasıl bir görev verilmesinin düşünüldüğünü" sordum. (belge: 12, 13 )
Kolordu Komutanı, 28 Mayıs 1919'da sorduğum işler üzerine bilgi veriyor ve: "Düşman buraları işgale kalkışırsa 23. Tümen, bulunduğu yeri bırakmayacak ve saldırıya uğrarsa, halktan alacağı yardımla, kesimini savunacaktır." diyordu. (belge: 14)
Ordu Müfettişi de, 30 Mayıs 1919'da verdiği yanıtta: "23. Tümen, Karahisar'ın güvenliğini korumakla birlikte, düşmanın her türlü işgaline, her türlü araçla karşı koyacaktır." diyordu. Bu araçların hazırlanmakta olduğunu ve Konya'da orduyu destekleyebilecek bir kuvvet hazırlamaya çalışıldığını, ancak, buna daha ad ve san konmadığını bildiriyordu.
Ben, müfettişliğe yazdığım telde: Konya'da bir vatan ordusu kurulmakta olduğu üzerine bazı haberler yayılmıştır; bunun içyüzü ve örgütü nedir, demiştim. Böyle bir soru sormaktaki düşüncem, biraz da onları özendirmek ve uyarmak idi. Müfettişliğin verdiği son bilgi, bunun üzerinedir. (belge: 15)
Kolordu Komutanı bu soruma: "Konya'da vatan ordusunun kuruluşundan haberim yok." diye yanıt vermişti.
Yirminci Kolordu ve Konya'daki Ordu Müfettişliği ile ilişki kurmam üzerine aldığım haberlerden uyanıklığı gerektiren noktaları 1 Haziran 1919'da Erzurum'da On Beşinci Kolordu ve Samsun'da Üçüncü Kolordu ve Diyarbakır'da On Üçüncü Kolordu Komutanlarına bildirdim. (belge: 16)
Trakya'da bulunan kuvvetleri ve komutan durumunu bilmiyordum. O bölge ile de ilişki kurmak gerekti. Bu düşünceyle, İstanbul'da, Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa'dan 16 Haziran 1919'da özel şifre ile (Cevat Paşa ile ayrıldığım gün gizli bir şifre kararlaştırmıştık.) Edirne'de Kolordu komutanının kim olduğunu ve Cafer Tayyar Bey'in nerede bulunduğunu sordum. (belge: 17) Cevat Paşa 17 Haziranda yanıt verdi. "Cafer Tayyar Bey'in Birinci Kolordu Komutanı olarak Edirne'de bulunduğunu" öğrendim. (belge: 18)
Amasya'dan 18 Haziran 1919 günü, Edirne'de Birinci Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Bey'e şifre ile verdiğim yönergede başlıca şunları bildirdim: "Ulusal bağımsızlığımızı boğan ve yurdun bölünmesi tehlikelerini hazırlayan İtilâf devletlerinin yaptıklarını ve İstanbul Hükümetinin tutsak ve güçsüz durumunu biliyorsunuz.
Ulusun kaderini böyle bir hükümetin eline bırakmak, çöküşe boyun eğmektir.
Trakya ve Anadolu'daki ulusal örgütleri birleştirmeye ve ulusun sesini bütün gürlüğüyle dünyaya duyuracak güvenilir bir yer olan Sivas'ta birleşik ve güçlü bir kurul toplamaya karar verilmiştir.
Trakya-Paşaeli Cemiyeti, yetkili olmamak üzere İstanbul'da bir kurul bulundurabilir.
Ben İstanbul'da iken Trakya Cemiyeti üyelerinden kimileriyle görüşmüştüm. Şimdi zamanı geldi. Gerekenlerle gizlice görüşerek hemen örgütler kurunuz ve benim yanıma da delege olarak değerli bir iki kişi gönderiniz. Onlar gelinceye değin, Edirne ili haklarının savunucusu olmak üzere, beni vekil ettiklerini belirten, imzalı bir belgeyi kendi imzanızla ve şifre ile bildiriniz.
Bağımsızlığa ulaşıncaya değin, bütün ulusla birlikte, özveriyle çalışacağıma kutsal inançlarım adına ant içtim. Artık benim için Anadolu'dan ayrılmak söz konusu olamaz."
Trakya'nın direnme gücünü artırmak amacıyla bu yönergeye şu bilgileri de ekledim: "Anadolu halkı baştan aşağı bölünmez bir bütün haline getirildi. Kararlar, ayrılıksız, bütün komutanlar ve arkadaşlarımızla birlikte alınıyor. Vali ve mutasarrıfların hemen hepsi bizden yanadır. Anadolu'daki ulusal örgütler ilçe ve bucaklara dek genişledi. İngiliz koruyuculuğu altında bir bağımsız Kürdistan kurulması ile ilgili propaganda ve bu amacı güdenler saf dışı edildi. Kürtler, Türklerle birleşti." (belge: 19)

Yunan Ordusunun Manisa ve Aydın Çevresine Girişi
Bu tarihe değin Yunan ordusunun Manisa ve Aydın çevrelerini de ele geçirdiğini (işgal) öğrendim. Ama İzmir'de ve Aydın'da bulunduklarını bildiğim kuvvetlerin ne durumda olduklarını gösterir açık bir bilgiyi daha hiçbir yerden elde edemiyordum. Doğrudan doğruya bu kuvvetlerin komutanlarına da birtakım buyruklar yazmıştım. Bunun üzerine, 29 Haziranda, 56. Tümen Komutanı Bekir Sami Bey'in, iki gün önceki tarihi taşıyan, bir şifresini aldım.
56. Tümene İzmir'de Hurrem Bey adında bir kişi komuta ediyormuş. Bu komutan ve İzmir'deki iki alayın kılıç artıkları, subaylarıyla birlikte, hemen hepsi tutsak olmuşlar. Yunanlılar bunları gemilerle Mudanya'ya götürmüşler. Bekir Sami Bey bu kılıç artıklarının komutasını üzerine almak için gönderilmiş.
Bekir Sami Bey 27 Haziran 1919 günlü telinde, 22 Haziran 1919 günlü iki buyruğumu ancak 27 Haziranda Bursa'ya vardığında alabildiğini söylüyor ve verdiği bilgiler ve yaptığı açıklamalarda: "Ulusal amaçları gerçekleştirecek yeter araçları bulamadığımdan, tümenimi düzene sokmayı başarırsam daha iyi hizmetler yapılabileceği kanısında olduğumdan, 21 Haziran sabahı Kula'dan Bursa'ya doğru yola çıkmak zorunda kaldım. Bununla birlikte, birçok engeller olduğu halde, ulusal eylemin ülkenin kurtarılması için çok gerekli olduğu düşüncesini her yana yaymayı başardım." diyor. Düşündüklerimin ve yaptıklarımın doğruluğuna sağlam inancı olduğunu bildiriyor ve bu konuda hemen işe giriştiğini; Çine'de bulunan 57. Tümene de buyruk vermekliğimi ve kendisine de buyruk vermeyi sürdürmemi istiyordu. (belge: 20;)

Ulusal Örgütler Kurulması ve Ulusun Uyarılması
Bir hafta kadar Samsun'da ve 25 Mayıstan 12 Hazirana dek Havza'da kaldıktan sonra Amasya'ya gittim. Bu süre içinde bütün yurtta ulusal örgütler kurulması gerektiğini bir genelge ile bütün komutanlara ve sivil örgütlerin baş yöneticilerine bildirdim.
Dikkate değer ki, İzmir'e ve daha sonra Manisa'yı ve Aydın'ı düşmanın ele geçirişi ve yapılan her türlü saldırı ve zulüm hakkında ulus daha aydınlanmamış ve ulusal varlığına vurulan bu korkunç darbeye karşı açıkça hiçbir üzüntü ve sızıltı gösterilmemişti. Ulusun bu haksız darbe karşısında sessiz ve durgun kalması, elbette ulusun iyiliğine yorumlanamazdı. Bundan dolayı, ulusu uyarıp harekete getirmek gerekli idi. Bu amaçla 28 Mayıs 1919 günü, valilere ve bağımsız mutasarrıflıklara, Erzurum'da On Beşinci Kolordu, Ankara'da Yirminci Kolordu ve Diyarbakır'da On Üçüncü Kolordu Komutanlıklarına, Konya'da Ordu Müfettişliğine genelge ile şu yolda bildirimde bulundum:
İzmir'e ve daha sonra ne yazık ki Manisa'ya ve Aydın'a düşmanın girişi, gelecek tehlikeyi daha açık olarak sezdirmiştir. Ülke bütünlüğümüzün korunması için, ulusal tepkilerin daha canlı olarak gösterilmesi ve sürdürülmesi gerekir. Ulusal yaşayışı ve bağımsızlığı bozan düşmanın yurda (işgal) girişi ve yurt parçalarını koparıp alması gibi olaylar, bütün ulusa kan ağlatmaktadır. Üzüntüler önlenemiyor. Katlanılamayacak ve dayanılamayacak bu olayların hemen önlenmesi, bütün uygar uluslarla, büyük devletlerin adaletinden ve etkisinden sabırsızlıkla beklendiği yolunda, önümüzdeki hafta içinde ve çeşitli illere göre, Pazartesi başlayıp Çarşamba gününe dek gerekli işlemlerin arkası alınarak, yapılacak büyük ve coşkun toplantılarla ulusal gösterilerde bulunulması ve bunun köylere varıncaya dek bütün çevrede yapılması ve bütün büyük devletlerin temsilcileriyle Babıâli'ye (İstanbul hükümetine. Sadrazamlık katına) etkili telgraflar çekilmesi ve yabancıların bulunduğu yerlerde bunlara da etki yapmakla birlikte, ulusal gösterilerde düzenin son derece korunması ve Hıristiyan halka karşı bir saldırıya ve düşmanlık gösterisine, kırıcılığa benzer davranışlarda bulunulmaması çok gereklidir. Sizler bu konularda duyarlı ve etkili bulunduğunuzdan, işin iyi yönetileceğine ve başarılacağına tam güvenim vardır. Sonucun bildirilmesini rica eylerim.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:09

Ulusal Gösteri Toplantıları
Verdiğim bu yönerge üzerine her yerde gösteriler yapılmaya başlandı.
Yalnız sayılı yerlerde, birtakım kuruntular yüzünden, duraksamalar olduğu anlaşılmıştır. Örneğin: On Beşinci Kolordu Komutanının Trabzon ile ilgili olarak gönderdiği 9 Haziran 1919 günlü şifreden (belge: 21): "Gösteri toplantısı sırasında Rumların uygunsuz davranışlarda bulunabilecekleri ve hiç yoktan kötü bir olay çıkabileceği düşünülerek, gösteri toplantısına karar verilmiş iken bu kararın uygulanmadığı. . . gösteriyi düzenleyen kurulun toplantısında İstrati ve Polidis'in de bulunduğu" anlaşılıyordu.
Trabzon, Karadeniz kıyısında önemli bir merkez olduğundan, orada ulusal girişimler ve çalışmalarda kararsızca davranış ve Yunanlılara karşı yapılacak ulusal gösterilerle ilgili görüşmelerde İstrati ve Polidis efendileri bulundurmak gibi, girişimin ciddi olmadığını gösterecek gevşeklikler, elbette İstanbul ve düşmanlar için pek değerli belirtiler sayılır.
Verdiğim yönergedeki görüşü kötüye kullanacak kadar ustalık gösterenler de oldu. Örneğin: Sinop'a yeni atanan bir mutasarrıf, orada yapılan gösterileri kendisi yönetiyor ve gösteri kararlarını kendisi yazıp halka imza ettirdiğini söylüyor ve bize de bir örneğini gönderiyor. Bu adamın zavallı halka gürültü patırtı arasında imza ettirdiği uzun yazılar içinde şu satırlar gizleniyordu: "Türkler ilerleyip gelişemediyse ve Avrupa'nın uygarlık ilkelerini kabul edip sindiremediyse bu, şimdiye değin iyi bir yönetime kavuşamadığından ileri gelmiştir. Türk ulusu, ancak kendi padişahının buyruğu ve egemenliği altında olmak koşuluyla Avrupa'nın gözetim ve denetiminde kurulacak bir yönetim örgütü ile yaşayabilir."
Baylar, Sinop halkı adına İtilâf Devletleri temsilcilerine verilen 3 Haziran 1919 günlü bu andırının altındaki imzalara göz gezdirirken müftü vekili efendinin imzasının yanında gördüğüm imza, bilginize sunduğum satırları yazan ve yazdıran ruhu bulup çıkarmama yaradı. O imza, Hürriyet ve İtilâf Fırkası ikinci başkanı olan kişinin imzası idi.

Ulusal Gösterilerin Yankıları
Her yerde gösteriler yapılması için bildirimler yaptığım günden üç gün sonra, Harbiye Nazırının 31 Mayıs 1919 günlü şu telini aldım:
İngiltere Olağanüstü Komiserliğinden Babıâli'ye bildirilip Harbiye Nazırlığına gönderilen nota örneği aşağıya çıkarılmıştır:
Bugüne değin gelen raporlardan Üçüncü Kolordu bölgesinde her zaman görülebilecek haydutluk olaylarından başka bir şey olmadığı bilinmekle birlikte, son notada ileri sürülen olaylar üzerine özel soruşturma yapılarak sonucunun ivedilikle bildirilmesini rica ederim.
31.5.1919
Harbiye Nazırı
Şevket
Örnek
1- Sivas'ın bugünkü durumu ve adı geçen kentte ya da bu kentin yakınında çok sayıda toplanmakta bulunan Ermeni sığınıklarının (mültecilerinin) esenliği üzerine en son olarak oldukça kaygı verici haberler aldığımı yüce kişiliğinize bildirmekle övünç duyarım.
2- Bundan dolayı, askeri komutanın görev bölgesi içinde bulunan Ermenilerin iyi korunması ve gözetilmesi için elden gelen bütün önlemlerin alınmasını kesin olarak belirten ve herhangi bir öldürme ya da kötü davranış olursa kendisinin doğrudan doğruya sorumlu tutulacağını bildiren bir telin Yüksek Harbiye Nazırlığınca adı geçen komutana ivedilikle çekilmesi yolunda buyruk verilmesini yüce kişiliğinizden rica ederim.
3- Bu yönergeye benzer yönergelerin ilgili sivil yöneticilere de ayrıca gönderilmesini rica ederim.
4- Ülke içindeki düzensizlik üzerine yüce kişiliğinizin haklı olarak ne denli kaygılı bulunduğunu bildiğim için yüce kişiliğinize ayrıca işbu (........) uyulacağı kanısındayım.
5- Söz konusu olan yönergenin gönderilme tarihi üzerine verilecek bilginin beni pek çok sevindireceğini bildiririm.
Sivas vali vekilliğinden aldığım 2 Haziran 1919 günlü bir telyazıda da: "Bugün Albay Dömanj (Demange) imzasıyla alınan telde İzmir'e Yunanlıların girişi üzerine Aziziye'de Hıristiyanların ölümle korkutulduğu öğrenilmiştir. Bu ise uygun değildir. Size haber veriyorum ki bu durumlar, müttefik askerlerinin ilinize girmesine neden olur, anlamında bildirim yapılmaktadır..." denilmekte idi.
Gerçekte, ne Sivas'ta kaygı verici bir durum vardı, ne de Hıristiyanlar ölümle korkutulmuştu. Sorunu, ulusça yapılmaya başlanılan gösteri toplantılarından kaygılanan ve bunu amaçlarının gerçekleşmesine engel sayan Hıristiyan azınlıkların, yabancıların dikkatini çekmek için, bile bile yaydıkları uydurma haberler olarak kabul etmek gerektir. (belge: 22, 23, 24) Harbiye Nazırlığının nota örneğini içine alan teline verdiğim yanıtı olduğu gibi bilginize sunacağım.
Haberalma 3 Haziran 1919
Çok ivedidir.
Sayı 58
Harbiye Nazırlığı Yüksek Katına
Y (Yanıt): 2 Haziran 1919 şifre:
Sivas ve çevresinde eskiden beri bulunan Ermenileri ve daha sonra sığınanları korkutacak hiçbir olay geçmemiştir. Ne Sivas'ta, ne de çevresinde kaygı verecek hiçbir durum yoktur. Herkes sessizce kendi iş ve güçleriyle uğraşmaktadır, Bunu kesin olarak bilginize sunar ve inanmanızı dilerim. Bu duruma göre, İngiliz notasındaki haberlerin nereden çıktığını benim bilmem gerekir. Düşmanın İzmir ve Manisa'yı ele geçirişiyle ilgili acı haber üzerine Müslüman halkın yaptığı ve Hıristiyan azınlıklara karşı hiçbir düşmanlık duygusu gütmeyen toplantılardan kimi kişilerin ürkmüş olmaları düşünülebilir. İtilâf Devletleri, ulusumuzun haklarına ve bağımsızlığına saygılı kaldıkça ulus da yurt dokunulmazlığının kesinliğine güvendikçe, Müslüman olmayan halkın korkuya düşmesine hiçbir neden yoktur. Bu konuda devlete karşı her türlü sorumluluğu yüklenir ve buna tam olarak güvenilmesini dilerim. Ama bağımsızlığı ve ulusal varlığı yok eden ve ulusun yaşamını tehlikeye düşüren işgal, cana kıyması ve her türlü saldırıları gibi, İzmir yöresinde görülegelen olayların ve benzerlerinin baş göstermesine karşı ne ulusun coşkusunu ve vicdan sızlamalarını, ne de bundan doğan ulusal gösterileri engelleyip durdurmak için kendimde ve hiç kimsede hiçbir güç göremeyeceğim gibi bu yüzden ortaya çıkacak olayların karşısında da sorumluluk yüklenebilecek ne komutan, ne sivil yönetici, ne de hükümet düşünürüm.
Mustafa Kemal

Bu nota örneğiyle verdiğim yanıtın örneği bütün komutanlara, vali ve mutasarrıflara genelge ile bildirildi.
O günlerde İngiliz Muhipler Cemiyetiyle birlik olarak bütün ulusça İngiltere'den yardım istenmesinin bu dernek adına, Sait Molla imzasıyla bütün belediye başkanlıklarına bir telle bildirildiğini ve bu teli etkisiz bırakmak için, ulusu gereği gibi aydınlatmakla birlikte hükümet katına başvurmaktan geri kalmadığımı da öğrenmişsinizdir. (belge: 25) Bundan başka, 27 Mayıs 1919 günü "Türkiye Havas-Royter" adındaki ajansın, toplanan Saltanat Şûrası (Padişahlık Danışma Kurulu) ile ilgili olarak verdiği haberler arasında: "Bütün üyelerin düşüncesi, Türkiye'nin büyük devletlerden birinin yardımını sağlamak üzerinde toplanmıştır." haberini yayması üzerine Sadrazam: "Ulusun, bağımsızlığını korumaya kararlı olduğunu ve bütün kötü sonuçlara karşı her türlü özveriyi göze aldığını ve ulusal vicdanı yansıtmayan haberlerin kaygı verici yankılar doğurduğunu" yazmakla birlikte, bütün ulusa da bu durumu nasıl bildirdiğimi başka bir açıklama sırasında söylemiştim.
Sadrazam Ferit Paşa'nın Paris'e, bilinen çağrılışı üzerine, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ilk toplantı günlerinde birtakım demeçler vermiştim. Bu konuda düşünce ve davranışımın ne olduğunu açıklamak amacıyla şu belgeyi olduğu gibi bilginize sunacağım:

Şifre Havza
İvedidir. 3.6.1919
Kişiye özel
Samsun'da Üçüncü Kolordu Komutanı Refet Beyefendi'ye
Erzurum'da On Beşinci Kolordu Komutanı Kâzım Paşa (Kâzım Karabekir) Hazretlerine
Canik Mutasarrıfı Hamit Beyefendi'ye
Erzurum Valisi Münir Beyefendi'ye
Sivas Vali Vekili Hâkim Hasbi Efendi Hazretlerine
Kastamonu Valisi İbrahim Beyefendi'ye
Ankara Yirminci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa Hazretlerine
Konya'da Yıldırım Birlikleri Müfettişi Cemal Paşa Hazretlerine
Diyarbakır'da On Üçüncü Kolordu Komutanı Vekili Cevdet Beyefendi'ye
Van Valisi Haydar Beyefendi'ye
Fransa siyasal temsilci Hay Döfrans'ın (Defrance) sadrazamlık yüce katına gelerek Osmanlı Devletinin haklarını konferansta savunmak için Paris'e gidebileceklerini bildirdiği, Dahiliye Nazırlığının resmi bildirimlerinden ve ajans yayınlarından anlaşılmıştır. Ulusumuzun İzmir olayı üzerine gösterdiği ulusal tepki ve böylece bağımsızlığı koruma konusunda beliren kesin direnişinin sonucu olan bu şerefli durum övülmeye değer. Ama, böyle olduğu halde Yunanlılar İzmir ilini ele geçirmekten alıkonulmuş değildir. Her halde ulusun haklarını bilir ve onu çiğnetmemek için parçalanmaz bir bütün olarak özveriye hazır olduğunu İtilâf Devletlerine karşı göstermeye ve tanıtlamaya devam edildikçe adı geçen devletlerin ulusumuzu sayar ve haklarını tanır olacaklarına kuşku yoktur.
Sadrazam Paşa Hazretlerinin konferansta Osmanlı Devleti'nin haklarını savunmak için büyük çaba gösterecekleri doğaldır. Ancak, ulusça kesin olarak savunulması istenilen ve gerekli görülen haklar özellikle iki noktada önem kazanır. Birincisi, kesin olarak devlet ve ulusun tam bağımsızlığı, ikincisi de yurdun temel birimlerinde çoğunluğun azınlıklara feda edilmemesidir.
Bu konuda, Paris'e gitmeye hazırlanan kurulun görüşü ile ulusal vicdanın kesin isteği arasında tam bir uygunluk gerekir. Böyle olmazsa ulus, çok güç durumda ve düzeltilemez olupbittiler karşısında kalabilir. Bu kaygıyı doğuran nedenler şunlardır: Sadrazam Paşa Hazretleri, duyduğumuz demecinde Ermeni özerkliği ilkesini kabul etmiş olduğunu bildirdi. Bunun sınırını bildirmedi. Bundan, doğu illeri halkı elbette üzüntü duydu ve durumun açıklanmasını istemek zorunda kaldı. Toplanmış olan Saltanat Şûrası'nda da, hemen bütün üyeler, ulusal bağımsızlığın korunmasını ve ulus alın yazısının bir ulusal kurultay eline bırakılmasını istemelerine karşın, yalnız hükümetin dayandığı İtilâf ve Hürriyet Fırkası adına, başkanı Sadık Bey İngiltere'nin koruyuculuğunu istemeyi yazılı olarak önerdi, Geniş bir Ermenistan özerkliği ve devletin bir yabancı devlet koruyuculuğunu kabulü konularında ulusal istekle bugünkü hükümetin görüşü arasında uygunluk olmadığı görülüyor. Sadrazam Paşa Hazretleriyle yanında gidecek kurulun, ulus haklarını savunmada uyacakları ilkeler ve program ulusça bilinmedikçe, yukarıda bilgilerine sunulan noktalarda kaygılanmaktan geri durulamaz. Bundan dolayı, illerdeki ve illere bağlı yerlerdeki Müdafaai Hukuku Milliye (Ulusal Hakları Savunma) ve Reddi İlhak derneklerinin temsilci kurullarınca ve bu derneklerin kuruluşları tamamlanamayan yerlerde de Belediye kurullarınca Sadrazam Paşa Hazretlerine ve doğrudan doğruya Padişah Hazretlerine telyazılarıyla başvurularak ulusal tam bağımsızlığın dokunulmazlığı ve ulus çoğunluğu haklarının korunması ilkesinin ulusun temel koşulu olduğu bildirilmeli ve gidecek kurulun buna göre savunma ilkelerini ulusa resmi olarak ve açıkça duyurması istenmelidir. Ulusun bu davranışı üzerine, gidecek kurulun savunmaya çalışacağı ilkelerin gerçekten ulusun isteği olduğu İtilâf Devletlerince bilinecek ve elbette daha çok önemle göz önünde tutulacak, kurulun görevi kolaylaşacaktır. Bu düşüncelerin gerekenlere tez elden ulaştırılmasını ve bildirilmesini, yurdumuzun alınyazısı adına yüce ve yurtsever kişiliğinizden önemle rica ederim. Bu telin alındığı zamanın bildirilmesini de rica ederim.
Mustafa Kemal

İstanbul'a Geri Çağırılışım
Bu tarihten beş gün sonra, yani 8 Haziran 1919'da Harbiye Nazırı'nın beni İstanbul'a çağırdığını ve gizli olarak sormam üzerine kimlerin isteğiyle ve niçin çağırıldığımı, devlet büyüklerinden bir kişinin bildirdiğini daha önce yaptığım bir açıklama sırasında söylemiştim. O devlet büyüğü, Genelkurmay Başkanlığı görevinde bulunan Cevat Paşa idi. Bunun üzerine, İstanbul ile yapılmış yazışmaların bir kısmı herkesçe öğrenilmiştir. Bu yazışmalar, Erzurum'da görevimden çekildiğim güne değin değişik Harbiye nazırlarıyla ve doğrudan doğruya saray ile süregelmiştir.
Anadolu'ya geleli bir ay olmuştu. Bu süre içinde bütün orduların birlikleriyle ilişki ve bağlantı sağlanmış ve ulus elden geldiğince aydınlatılarak uyarılmış, ulusal örgütleşme düşüncesi yayılmaya başlamıştı. Durumu artık bir komutan kimliği ile yürütüp yönetmeye olanak kalmamıştı. Yapılan çağrıya uymamak ve gitmemekle birlikte, ulusal örgütleri ve eylemi yönetmeyi sürdürdüğüme göre, başkaldırır duruma girdiğim kuşku götürmezdi. Bundan başka ve özellikle uygulamaya karar verdiğim girişim ve yürütümlerin köklü ve sert olacağını tasarlamak güç değildi. Bundan dolayı girişim ve yürütümlerin bir an önce kişisel olmak niteliğinden çıkarılması ve bütün ulusun birlik ve dayanışmasını sağlayacak ve temsil edecek bir kurul adına yapılması çok gerekli idi.

Sivas'ta Genel Bir Kongre Toplama Kararı
Bu nedenle 18 Haziran 1919 günü Trakya'ya verdiğim yönergede işaret ettiğim bir noktanın uygulanması zamanı gelmiş bulunuyordu. Hatırınızdadır ki o nokta, Anadolu ve Rumeli ulusal örgütlerini birleştirecek, bunları bir merkezden yönetmek ve adlarına iş görmek üzere, Sivas'ta genel bir ulusal kurultay toplamaktı. Bu amaçla emir subayım Cevat Abbas Bey'e 21/22 Haziran 1919 gecesi Amasya'da söyleyip yazdırdığım genelgenin başlıca noktaları şunlardı:
1- Yurdun bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir.
2- İstanbul'daki hükümet (Hükümeti Merkeziye), üzerine aldığı sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum ulusumuzu yok olmuş gibi gösteriyor.
3- Ulusun bağımsızlığını yine ulusun kesin kararı ve direnişi kurtaracaktır.
4- Ulusun durumunu ve davranışını göz önünde tutmak ve haklarını dile getirip bütün dünyaya duyurmak için her türlü etkiden ve denetimden kurtulmuş ulusal bir kurulun varlığı çok gereklidir.
5- Anadolu'nun her yönden en güvenli yeri olan Sivas'ta ulusal bir kongrenin tez elden toplanması kararlaştırılmıştır.
6- Bunun için bütün illerin her sancağından, halkın güvenini kazanmış üç delegenin olabildiğince çabuk yetişmek üzere hemen yola çıkarılması gerekmektedir.
7- Her olasılığa karşı, bu iş, ulusal bir sır gibi tutulmalı ve delegeler gereken yerlere kimliklerini gizleyerek gelmelidirler.
8- Doğu illeri adına 10 Temmuzda (Rumi tarihe göre. Aslı: 23 Temmuz) Erzurum'da bir kurultay toplanacaktır. O güne değin öteki il delegeleri de Sivas'a ulaşabilirlerse Erzurum kongresinin üyeleri de Sivas'ta yapılacak genel toplantıya katılmak üzere yola çıkarlar. (belge: 26)
Görüyorsunuz ki bu yazdırdıklarım, aslında vermiş ve dört gün önce Trakya'ya bildirmiş olduğum bir kararın Anadolu'ya da genelge ile bildirilmesinden başka bir şey değildir. Bu kararın 21/22 Haziran 1919 gecesi, karanlık bir odada alınmış korkunç ve gizemli (esrarengiz) yeni bir karar olmadığı kolaylıkla anlaşılır sanırım.
Bu noktanın aydınlanması için isterseniz küçük bir açıklamada bulunayım.
Baylar, o müsvedde işte olduğu gibi şu kâğıtlardır, (göstererek) dört maddeliktir, içindekileri söyledim. Altında benim imzam vardır. Bir de, görevi dolayısıyla, kurmay başkanım bulunan Albay Kâzım Bey'in (şimdi İzmir Valisi Kâzım Paşa - Kâzım Dirik), kurmaylarımdan bildirim işleriyle görevli Hüsrev Bey'in (şimdi elçi), askeri makamlara şifre eden emir subayım Muzaffer Bey'in ve sivil katlara şifre eden bir sivil görevlinin imzaları vardır. Bundan başka daha birtakım imzalar vardır.
Bu imzaların bu müsveddeye konması güzel bir talih ve rastlantıdır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:10

Adını Saklayan Bir Tanıdığın Amasya'ya Gelmesi
Daha Havza'da bulunduğum sırada, Ankara'da bulunan Yirminci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa'dan bir şifre aldım. Bu şifre: "Tanıdığınız bir kişi kimi arkadaşlarla İstanbul'dan buraya gelmiştir. Ne yapmalarını buyuruyorsunuz?" anlamında idi. Sanki bir bilmeceyi andıran bu tel, beni pek çok ilgilendirdi ve şaşırttı. Söz konusu kişiyi tanıyorum. Benden ne yapacağını soruyor. Ankara'da arkadaşım olan güvenilir bir komutanın yanında. Tel de şifredir. Öyleyse neden adını şifreyle bile yazdırmaktan çekiniyor? Epeyce düşündüm. Anlar gibi oldum. Kestirilebilir ki bilmece çözmekle uğraşacak zamanım yoktu. Ama, Fuat Paşa'yı yakından görmek; bölgeleri, çevreleri, düşünceleri üzerinde görüşmek bence çok istenilir bir şeydi. Bu bilmeceli telin uyandırdığı düşünceyle kendisine şu ricada bulundum; "Ankara'dan ayrıldığınızı belli etmeyecek biçimde gereken düzenlemeleri yaptıktan sonra ad ve kılık değiştirerek birkaç gün için ivedilikle yanıma geliniz. İstanbul'dan gelen arkadaşları da birlikte getiriniz."
Gerçekten, Fuat Paşa dediğim gibi Havza'ya doğru yola çıkar. Ama, birtakım zorlayıcı nedenlerden dolayı, hemen Havza'dan ayrılıp Amasya'ya gitmek gerekmişti. Fuat Paşa, Havza yolunda durumu anlar ve Amasya'ya yönelir. İşte böylece 21/22'de Amasya'da yanımda bulunuyor. Adı şifrede bildirilmeyen kişi de Rauf Bey idi.
İstanbul'dan ayrılmak üzere, evimden otomobile bineceğim sırada Rauf Bey yanıma gelmişti. Bineceğim vapurun izleneceğini ve İstanbul'da iken tutuklamadıklarına göre, belki de Karadeniz'de batırılacağımı güvenilir kimselerden işitmiş, onu bildirdi. Ben İstanbul'da kalıp tutuklanmaktansa batıp boğulmayı yeğledim ve yola çıktım. Kendisine de, önünde sonunda İstanbul'dan çıkmak zorunda kalırsa benim yanıma gelmesini söyledim.
Rauf Bey gerçekten İstanbul'dan çıkmak gereğini duymuş ve çıkmış; ama benim yanıma gelmedi. Arkadaşı olan 56. Tümen Komutanı Albay Bekir Sami Bey'le buluşmak istemiş ve İzmir cephesine daha yakın bir yerde daha etkili ve daha yararlı olacağını sanarak Bandırma - Akhisar yoluyla Manisa bölgesine gitmiş. Gittiği yerde, halkın içgücünü (ahvali maneviyesini) yitik, durumu öldürücü ve korkunç görmüş. Hemen adını değiştirerek oradan Ödemiş, Nazilli, Afyonkarahisar üzerinden Aziziye - Sivrihisar yoluyla ve araba ile de Ankara'ya Fuat Paşa'nın yanına gelmiş ve bana başvurmuş. Pek güzel ama, adını saklayarak beni üzmenin anlamı var mıydı?
Öte yandan, Üçüncü Kolordu Komutanım olup Samsun Mutasarrıflığında bıraktığım Refet Bey'i artık Sivas'a, Kolordu merkezine göndermek istiyordum. Birkaç kez, gelmesi için buyruk vermiştim. Bölgesinde geziye çıkmış. Buyruklarıma bile karşılık alamıyordum. En son, o da bir rastlantıyla, o gün gelmişti.

Rauf ve Refet Beylerin Kararsızlığı

Şimdi imza işine gelelim: Ben müsveddenin yeni gelen arkadaşlarca da imzalanmasını istedim. O sırada Rauf ve Refet Beyler benim odamda, Fuat Paşa başka bir odada bulunuyorlardı.
Rauf Bey, konuk olduğundan bu müsveddeye imza koymak için kendinde bir ilgi ve yetki görmediğini, incelikle söyledi. Bunun bir tarihsel an değerinde olduğunu ileri sürerek imza etmesini söyledim. Bunun üzerine imza etti.
Refet Bey imzadan çekindi ve böyle bir kongre toplamaktaki amaç ve yararı anlayamadığını söyledi.
İstanbul'dan beri yanımda getirdiğim bu arkadaşın -tuttuğumuz yola göre- anlaşılması pek kolay olan bir konuda açığa vurduğu düşünüş ve duyuş biçimi bana çok acı geldi. Fuat Paşa'yı çağırttım. Paşa, düşüncemi anlayınca hemen imza etti. Fuat Paşa'ya Refet Bey'in çekinme nedenini anlayamadığımı söyledim. Fuat Paşa Refet Bey'i biraz sıkı bir sorgulayınca, Refet Bey müsveddeyi eline alarak kendine özgü bir işaret koydu. Öyle bir işaret ki bunu bu müsveddede bulmak biraz zordur. (Buyurun, merak eden inceleyebilir.)
Baylar, gereksiz gibi görülebilen bu açıklama, sonraki yıllar ve olaylarla ilgili birtakım karanlık noktaları aydınlatmaya yarar düşüncesiyle yapılmıştır.

İstanbul'daki Bazı Kimselere Gönderdiğim Mektup
Kongreye çağrı genelgesi, sivil ve askeri makamlara şifreli olarak gönderildi. Bundan başka, İstanbul'da bulunan kimi kişilere de gönderildi. Ama, bu kişilere ayrıca bir de genelge niteliğinde mektup yazdım. Kendilerine mektup yazdığım kişiler şunlardı: Abdurrahman Şeref Bey, Reşit Akif Paşa, Ahmet İzzet Paşa, Seyit Bey, Halide Edip Hanım, Kara Vâsıf Bey, Ferit Bey (Nafıa Nazırı - Bayındırlık Bakanı idi), Sulh ve Selâmet Fırkası (Barış ve Esenlik Partisi) Başkanı Ferit Paşa (sonradan Harbiye Nazırı oldu), Câmi Bey, Ahmet Rıza Bey.
Bu mektupta söylediğim noktaları özet olarak yineleyeceğim:
1- Yalnız mitingler ve gösteriler, büyük amaçları hiçbir zaman gerçekleştiremez.
2- Bunlar ancak doğrudan doğruya ulusun bağrından doğan ortak güce dayanırsa kurtarıcı olur.
3- Aslında, acı olan durumu öldürücü biçime sokan en keskin etmen, İstanbul'daki karşı akımlar ve ulusal erekleri zararlı bir biçimde desteksiz bırakan siyasal ve ulus yararına aykırı propagandalardır. Bunun cezasını yurdumuzun nasıl çektiğini pek çok görmekteyiz.
4- Artık İstanbul Anadolu'ya egemen değil, bağlı olmak zorundadır.
5- Size düşen özveri pek büyüktür. (belge: 27)

Ali Kemal Bey'in Genelgesi
25 Hazirana değin Amasya'da kaldım. Hatırlardadır ki, o günlerde Dahiliye Nazırlığı görevinde bulunan Ali Kemal Bey, benim görevimden çıkarıldığım ve artık benimle hiçbir resmi işlem yapılmaması ve hiçbir isteğimin yerine getirilmemesi konusunda şifre ile bir genelge yayımlamıştı.
23 Haziran 1919 gün ve 84 sayılı olan bu şifre içeriği, ilginç bir anlayışı gösterir belge olduğu için, olduğu gibi bilginize sunacağım:
Dahiliye Nazırı Ali Kemal Bey'in 23.6.1919 gün ve 84 sayılı şifresinin açılmış örneğidir.
"Mustafa Kemal Paşa büyük bir asker olmakla birlikte, bugünün siyasasını o ölçüde bilmediği için, olağanüstü yurtseverlik ve çaba gösterdiği halde, yeni görevinde hiç başarılı olamadı. İngiliz Olağanüstü Temsilcisinin isteği ve üstelemesi üzerine görevinden alındı ve alındıktan sonra yaptıkları ve yazdıkları ile de bu kusurlarını daha çok açığa vurdu. Reddi İlhak dernekleri gibi, Karesi (Balıkesir) ve Aydın dolaylarında Müslüman halkı haksız yere kırdırmaktan ve böyle bir durumdan yararlanarak halkı haraca kesmekten başka bir iş görmeyen; buyruk dinlemez, saygısız ve yasadışı kurulan birtakım kurullar için öteden beri çektiği tellerle de siyasadaki yanılgılarını yönetimde de artırdı. Adı geçenin İstanbul'a getirilmesi Harbiye Nazırlığını ilgilendiren bir görevdir. Ama Dahiliye Nazırlığının size kesin buyruğu, artık o kişinin görevinden çıkarılmış olduğunu bilmek, kendisiyle hiçbir resmi işleme girişmemek, hükümet işleriyle ilgili hiçbir isteğini yerine getirmemektir, Bu yönergeye uygun iş görmekle ne gibi sorumlulukların ortadan kalkacağını anlayacağınızı biliyorum. Bu önemli ve korkulu dakikalarda görevli olsun, halktan olsun, her Osmanlıya (Osmanlı Devleti'nin uyruğu olan herkese) düşen en büyük ödev, barış konferansınca kaderimiz üzerine karar verilirken ve beş yıldır yaptığımız deliliklerin hesapları görülürken artık aklımızın başımıza devşirdiğini göstermek; akıllıca ve tedbirlice davranışlara uymak; parti, mezhep, ırk anlaşmazlıklarını gözetmeksizin herkesin yaşamını, malını, ırzını korumakla uygarlık dünyası karşısında bu ülkeyi bir daha lekelememek değil midir?"

Ali Kemal Bey ve Padişah
Bu şifre genelgeden ancak Sivas'a vardığım 27 Haziran 1919 günü haberim oldu. Ali Kemal Bey, 23 Haziran günü bu genelgesiyle düşmanlara ve Padişaha karşı önemli bir görev yaptıktan sonra 26 Haziran 1919 günü hükümetten çekilmiştir. Ali Kemal Bey'in Sadrazama verdiği resmi çekilme yazısından başka, Saraya gidip Padişaha kendi eliyle verdiği çekilme yazısı örnekleri ve sözlü olarak bildirdikleri ve Padişahın ona verdiği yanıt hakkında çok sonra bilgi edindim.
Ali Kemal Bey, çekilme yazılarında, özellikle Padişaha sunduğunda: "Osmanlı ülkesinin çeşitli yerlerinde birden baş gösteren ayaklanma ve kargaşalık belirtileri üzerine, ayaklanma ateşinin hemen ve yayılmadan durdurulup söndürülmesi ve yok edilmesi için önlemler almak yalnız kendi makamını ilgilendirirken, Padişahtan gördüğü yakın ilgiyi ve güveni çekemeyen bazı arkadaşlarının birçok boş özürler ileri sürerek ayaklanmanın genişlemesine yol açmakta olduklarından" söz ettikten sonra: "Resmi görevinden çekilmekle birlikte özel olarak hizmet edeceğini ve bağlılıktan ayrılmayacağını" yazısına ekliyor ve sözlü olarak da: "Resmi görevden ayrılmamı fırsat sàyan hasımlarımın saldırılarından kulunuzu koruyunuz." diye yalvarıyor.
Padişah, buna karşılık: "Beni büsbütün yalnız bırakmayacağına güveniyorum. Bağlılığınız bana büyük umut ve teselli vermişti. Saray her dakika size açıktır. Refik Bey'le işbirliği yapmaktan ayrılmayınız." gibi okşayıcı sözler söylüyor. (belge: 28)
Bağlılığından Padişahın büyük umut ve teselliye kapıldığı Ali Kemal'i, nazırlık görevinde ve Padişahın yanında gördükten sonra, onu bir de asıl gerçek görevi başında görelim.
Canınız sıkılmazsa, Sait Molla'nın Rahip Fru'ya yazdığı mektuplardan birini gözden geçirelim:
"Ali Kemal Bey'e son felâketi üzerine üzüntü duyduğunuzu söyledim. Bu değerli kişiyi elde bulundurmak gerek, bu fırsatı kaçırmayalım. Bir armağan sunmak için en uygun zamandır."
"Ali Kemal Bey dün o kişi ile görüşmüş. Basın işinde biraz ağırdan almak gerektiğini söylemiş. Bir kez herhangi bir gidişten yana çevrilen düşünür ve yazarları öncekine aykırı bir amaca yöneltmek bizde kolay olmaz. Bütün resmi görevliler ulusal eylemi şimdilik iyi görüyorlar, demiş. Ali Kemal Bey, yönergenize eksiksiz uyacak. Zeynelâbidin Partisiyle de işbirliği yapmaya çalışıyor. Kısacası, işler bulandırılacak."
Bu mektuba bir çıkma yapılmış, şimdi onu da okuyalım: "Çıkma: Birkaç kezdir söylemek istediğim halde unutuyorum. Mustafa Kemal Paşa'ya ve onu tutanlara biraz arka çıkar gibi görünmeli ki kendisi tam güvenle buraya gelebilsin. Bu işe olağanüstü önem veriniz. Kendi gazetelerimizle onu destekleyemeyiz."
Bu belgeler üzerinde sırası gelince, daha çok bilgi veririm. Şimdilik bu kadarı yeter.

Ali Galip Bey Sivas'ta
Ali Kemal Bey'in, Amasya'da iken daha duymadığımı söylediğim genelgesi, görevlilerin ve halkın kafalarını gerçekten karıştırmış. Her yerde eksik olmayan yıkıcı ruhlu kimseler, hemen bana karşı propagandaya ve çalışmaya girişmişler.
Bu yoldaki baltalayıcı gösterilerin ve işlerin en önemlisi Sivas'ta düzenlenmeye başlamış.
İzin verirseniz bunu kısaca anlatayım: Dahiliye Nazırı Ali Kemal Bey'in genelge ile verdiği buyruğun tarihi olan 23 Haziran günü, Sivas'ta Ali Galip Bey adında bir kişi, on kadar adamıyla hazır bulunuyormuş. Bu kişi, İstanbul'dan, Elazığ (Eski adı: Mâmuretülaziz -Elaziz) Valisi olarak gönderilmiş olan Kurmay Albay Ali Galip'tir. Sözde, ilin ikinci derecede görevlileri olmak üzere, birtakım adamları da İstanbul'dan seçmiş, yanında götürüyor.
Ali Galip, yolu üzerinde bulunan Sivas'ta durmuş. Özel görevi bulunduğu belli olan Ali Galip, orada hemen kendinden yana etkin kişiler bulmuş. Görevini iyi uygulamak için düzen kurmaya ve önlemler almaya başlamış.
Dahiliye Nazırlığının, beni kötüleyen buyruğu gelir gelmez, çalışma başlamış. Sivas sokaklarında benim "hain, başkaldırmış, zararlı bir adam" olduğum yolunda, duvarlara yaftalar yapıştırılmış.
Kendisi de bir gün, Sivas'ta vali bulunan rahmetli Reşit Paşa'nın yanına giderek, Dahiliye Nazırlığının buyruğundan söz açtıktan sonra, Sivas'a gidersem bana karşı ne işlem yapacağını sormuş.
Reşit Paşa, ne yapılabileceğinin açıklanmasını istemiş. Ali Galip: "Ben senin yerinde olsam hemen kollarını bağlar, tutuklarım ve senin de böyle yapman gerekir." demiş.
Reşit Paşa, bu işin bu denli kolay olacağına inanamamış; görüşme epey uzamış. Görüşmeye katılanlar çoğalmış. Üstelik bir kısım halk, verilecek kararı anlamak üzere toplanmış.
Bugün, Haziranın 27'nci günüdür. Gözlerimizi, yeniden bu noktaya dönmek üzere, bir an için bu levhadan ayıralım ve Amasya'ya çevirelim.

Sivas'a Gidiş

Ayın 25'inci günü, Sivas'ta beni kötüleyici birtakım uygunsuz olaylar geçmeye başladığını öğrendim. 25/26 Haziran gecesi yaverim Cevat Abbas Bey'i çağırdım ve: "Yarın sabah karanlıkta Amasya'dan güneye gideceğiz." dedim. Bu gidişimiz gizli tutularak hazırlanılması için emir verdim.
Bir yandan da Beşinci Tümen Komutanı ve kurmaylarımla, gizli olarak, şu önlemi kararlaştırdık: Beşinci Tümen Komutanı, tümeninden seçme subay ve erlerle olabildiğince güçlü bir atlı piyade birliğini hemen o geceden başlayarak çabucak kuracaktı. Ben, 26 Haziran sabahı karanlıkta arkadaşlarımla birlikte otomobil ile Tokat'a gitmek üzere yola çıkacaktım. Birlik kurulur kurulmaz, Tokat üzerinden Sivas'a doğru gönderilecek ve benimle bağlantı arayacaktı. Gidişimiz, hiçbir yere telle bildirilmeyecek ve elden geldiğince Amasya'da da açığa vurulmayacaktı.
26'da Amasya'dan yola çıktım. Tokat'a varır varmaz telgrafhaneyi göz altına aldırarak benim varışımın Sivas'a ve hiçbir yere bildirilmemesini sağladım. 26/27 gecesini orada geçirdim, 27'de Sivas'a doğru yola çıktım. Otomobille Tokat'tan Sivas'a aşağı yukarı altı saattir.
Sivas valisine, Tokat'tan Sivas'a gelmek üzere yola çıktığımı bildiren açık bir tel yazdım. İmzada "Ordu Müfettişliği" sanını kullanmıştım.
Telde, özel bir düşünce ile, yola çıkış saatimi bildirmiştim, Ama bu telin, ayrılışımdan altı saat sonra çekilmesini ve o zamana değin hiçbir yoldan Sivas'a bilgi verilmemesini sağlayacak önlemleri aldırdım.
Şimdi baylar, gözlerimizi yeniden Sivas'ta bıraktığımız levhaya çevirelim.
Ali Galip Bey'le Reşit Paşa arasında bana karşı ne gibi bir işlem yapılacağının tartışılması sahnesine... Tartışmanın kızıştığı bir sırada, Reşit Paşa'nın eline benim Tokat'tan çekilen telimi verirler. Reşit Paşa, hemen Ali Galip Bey'e uzatır: "İşte kendisi geliyor; buyurun, tutuklayın!" der. Reşit Paşa, telde yazılı olan yola çıkış saatini görünce hemen kendi saatini çıkarır, bakar; sonra da: "Efendim, geliyor değil, gelmiş olacaktır," diye ekler.
Bunun üzerine Ali Galip: "Ben tutuklarım dedimse, benim ilim içinde olursa tutuklarım, demek istedim." deyince toplantıda bulunanları bir heyecan kaplar. Hep birden: "Haydi öyle ise karşılamaya gidelim." diyerek toplantıya son verirler.
Ancak, kentin ileri gelenleri ile, halkla ve askerle parlak bir karşılama hazırlığı yapabilmek için biraz zaman kazanmak gerektiğini; oysa, hesapça benim, Sivas kenti kapılarına değin yaklaşmış olacağımı göz önünde bulundurarak beni, kentin yakınında bulunan Ziraat Numune Çiftliğinde biraz dinlendirmenin yolunu aramışlar. Vali Paşa, karargâh
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:11

Erzurum Kongresi
Baylar, bildiğiniz gibi, Erzurum Kongresi 1919 yılı Temmuzunun 23'üncü günü, pek gösterişsiz bir okul salonunda açıldı. İlk günü, beni başkanlığa seçtiler. Kongre üyelerini durum ve bir ölçüde, düşünülenler üzerinde aydınlatmak için yaptığım konuşmada:
Tarih ve olayların sürükleyişiyle, gerçekten içine düştüğümüz kanlı ve kara tehlikeleri görmeyecek ve bundan coşmayacak hiçbir yurtseverin düşünülemeyeceğini belirttim. Ateşkes Anlaşması hükümlerine aykırı olarak yapılan saldırılardan ve işgalden söz açtım.
Tarihin, bir ulusun varlığını ve hakkını hiçbir zaman tanımazlıktan gelemeyeceğini, bunun için de yurdumuzu, ulusumuzu kötüleyici yargıların yüzde yüz değerden düşeceğini söyledim.
Yurt ve ulusun kutsal varlıklarını kurtarma ve koruma konusunda son sözü söyleyecek ve bunun gereğini yaptıracak gücün, bütün yurda bir elektrik ağı gibi yayılmış olan ulusal akımdan doğan yiğitlik ruhu olduğunu söyledim.
İçgücünün artırılmasına yaramak üzere de bütün zulüm görmüş ulusların, ulusal amaçlarına ulaşmak için o günlerdeki çalışmaları üzerine, elde edilen birtakım bilgileri özetledim.
Ve ulusun kaderinde sözünü yürütecek bir ulusal iradenin ancak Anadolu'dan doğabileceğini belirttim ve ulusal iradeye dayanan bir ulusal kurul meydana getirmesini ve gücünü ulusal iradeden alacak bir hükümetin kurulmasını ilk çalışma ereği olarak gösterdim. (belge: 38)

Erzurum Kongresinin Bildirisi ve Kararları
Baylar, Erzurum Kongresi 14 gün sürdü. Çalışmasının sonucu, düzenlediği tüzük ve bu tüzüğün içindekileri herkese duyuran bildiridir.
Bu tüzük ve bildiri, o zamanın ve çevrenin gerektirdiği ikinci derecede düşünceler çıkarılarak incelenecek olursa birtakım köklü ve geniş kapsamlı ilkeler ve kararları ortaya koyabiliriz.
İzin verirseniz bu ilkeleri ve kararları, benim daha o zaman nasıl anladığımı açıklayayım:
1- Ulusal sınırlar içinde bulunan vatan parçaları bir bütündür; birbirinden ayrılamaz (Bildiri, madde 6; Tüzük, madde 3'ün ayrıntıları; Tüzük ve Bildirinin 1'inci maddeleri okunup incelensin).
2- Ne türlü olursa olsun, yabancıların topraklarımıza girmesine ve işlerimize karışmasına karşı ve Osmanlı Hükümetinin dağılması durumunda ulus, birlikte direnecek ve savunacaktır (Tüzük, madde 2 ve 3; Bildiri, madde 3).
3- Yurdun ve bağımsızlığın korunmasına ve güvenliğinin sağlanmasına İstanbul Hükümetinin gücü yetmezse, amacı gerçekleştirmek için, geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet üyeleri ulusal kongrece seçileceklerdir. Kongre toplanmamışsa bu seçimi Heyeti Temsiliye (Temsilciler Kurulu) yapacaktır (Tüzük, madde 4; Bildiri, madde 4).
4- Kuvayi Milliye'yi (Ulusal Kuvvetler) etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak temel ilkedir (Bildiri, madde 3).
5- Hıristiyan azınlıklara siyasal üstünlük ve toplumsal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez (Bildiri, madde 4).
6- Yabancı devletlerin güdümü ve koruyuculuğu kabul olunamaz (Bildiri, madde 7).
7- Millet Meclisinin hemen toplanmasını ve hükümet işlerinin Meclis denetiminde yürütülmesini sağlamak için çalışılacaktır (Bildiri, madde Cool.
Bu ilke ve kararlar, türlü türlü yorumlanmışsa da, temel nitelikleri hiç değiştirilmeksizin uygulanabilmiştir.
Baylar, biz Kongrede özetlediğim bu kararları ve bu ilkeleri saptamaya çalışırken, Sadrazam Ferit Paşa da ajanslarla birtakım demeçler yayımlıyordu. Bu demeçlere "Sadrazamın ulusu curnal etmesi" dense yeridir. 23 Temmuz 1919 günlü ajansla, dünyaya şunu duyuruyordu: "Anadolu'da karışıklık çıktı. Anayasaya aykırı olarak Millet Meclisi adı altında toplantılar yapılıyor. Bu işlerin sivil ve askeri görevlilerce yasak edilmesi gerekir."
Buna karşı gereken önlem alındı ve Meclisi Mebusan'ın toplantıya çağırılması istendi. (belge: 39)
Ağustosun yedinci günü kongre toplantısını kapatırken, kongre üyelerine:
"Önemli kararlar alındığını ve bütün dünyaya ulusumuzun varlık ve birliğinin gösterildiğini" söyledim ve:
"Tarih, bu Kongremizi çok az görülebilen büyük bir eser olarak yazacaktır." dedim. (belge: 40)
Sözlerimin yersiz olmadığını zaman ve olayların tanıtladığı kanısındayım, baylar.
Erzurum Kongresi, tüzük gereğince, bir Heyeti Temsiliye seçmişti.
Cemiyetler Kanunu'na uyularak verilmesi gereken dilekçe yerine Erzurum Valiliği katına sunulan 24 Ağustos 1919 günlü bildiride, Heyeti Temsiliye üyelerinin adları ve kimlikleri şöylece gösterilmişti:
Mustafa Kemal Eski Üçüncü Ordu Müfettişi, askerlikten çekilmiş
Rauf Bey Eski Bahriye Nazırı (Donanma Bakanı)
Raif Efendi Eski Erzurum Milletvekili
İzzet Bey Eski Trabzon Milletvekili
Servet Bey Eski Trabzon Milletvekili
Şeyh Fevzi Efendi Erzincan'da Nakşî Şeyhi
Bekir Sami Bey Eski Beyrut Valisi
Sadullah Efendi Eski Bitlis Milletvekili
Hacı Musa Bey Mutki Aşiret Başkanı.
(belge: 41)
Baylar, yeri gelmişken şunu bilginize sunayım ki, bu kişiler hiçbir zaman bir araya gelip birlikte çalışmış değildir. Bunlardan İzzet, Servet ve Hacı Musa beyler ve Sadullah Efendi hiç gelmemişlerdir. Raif ve Şeyh Fevzi efendiler, Sivas Kongresine katılmışlar ve ondan sonra biri Erzurum'a, öteki Erzincan'a dönerek bir daha aramıza katılmamışlardır. Rauf Bey ve Sivas Kongresinde aramıza katılan Bekir Sami Bey, İstanbul'daki Meclisi Mebusan'a gidinceye dek, bizimle birlikte bulunmuşlardır.

Erzurum Kongresinde Görülen Duraksamalar
Baylar, söz arasında küçük bir noktaya da dokunmak isterim. Benim, bu Erzurum Kongresine üye olarak girip girmemekliğim düşünülmeğe değer görüldüğü gibi, Kongreye katıldıktan sonra da başkan olup olmamaklığım üzerinde duraksayanlar bulunmuştur. Bu duraksayanlardan kimilerinin düşüncelerini iyi niyetlerine ve içtenliklerine yormakla birlikte, başka birtakım kimselerin bu konuda içtenlikten büsbütün uzak olduklarına, tersine kötülük amacı güttüklerine daha o zaman kuşkum kalmamıştı. Örneğin düşman casusu olup her nasılsa Trabzon ili içinde bir yerden kendini Kongreye delege göstertip gelen Ömer Fevzi Bey ve bunun arkadaşları gibi. Bu kişinin hainliği, sonradan Trabzon'daki ve oradan kaçtıktan sonra İstanbul'daki işleri ve davranışlarıyla kesin olarak anlaşılmıştır.
Kongrenin bitiminden iki üç gün önce başka bir tartışma da söz konusu olmaya başlamıştı. Bazı yakın arkadaşlarım, benim Heyeti Temsiliye'ye girip açık olarak çalışmamı sakıncalı görüyorlardı. Düşünceleri şu noktalarda özetlenebilir: "Ulusal girişim ve çalışmaların bütün anlamıyla ulustan doğduğunu, gerçekten ulusal olduğunu göstermek gerekir. Böyle olursa, girişimler daha güçlenir ve kimsenin kötü yorumuna ve özellikle yabancıların olumsuz düşüncelerine yer kalmaz. Ama, tanınmış ve hele İstanbul Hükümetine ve halifelik ve padişahlığa karşı başkaldıran biri durumuna düşmüş; saldırı noktası olan benim gibi bir adamın, bütün bu ulusal girişimlerin başında bulunduğu görülürse, çalışmaların ulusal amaçlar yolunda olmaktan çok özel istekleri gerçekleştirmek için olduğu kanısına yol açabilir. Bunun için, Heyeti Temsiliye üyeleri, illerle bağımsız sancakların seçeceği kişiler olmalıdır. Ancak böylelikle, ulusal bir güç gösterilebilir."
Bu düşüncelerin ne derece yerinde olup olmadığını araştıracak değilim. Yalnız benim de, bu düşüncelere karşı olan düşüncelerimin dayanak noktalarından bazılarını sayayım: Her şeyden önce ben, ne olursa olsun, Kongreye katılmalı ve onu yönetmeliydim. Çünkü, zaman geçirmeksizin ulusal iradenin işler duruma getirilmesini ve ulusun kendi başına silahlı ve eylemli olarak önlemler almaya başlamasını sağlamak zorunluğuna inanıyordum. Bu temel ilkeleri benimsetip karara bağlatabilmek için, Kongrede çalışmayı ve yönetici olarak üyeleri aydınlatmayı çok gerekli görüyordum. Nitekim öyle oldu. Erzurum Kongresinin, daha önce açıkladığım ilke ve kararlarını herhangi bir temsilciler kurulunun uygulatabileceğine benim güvenim olmadığını açıkça söylemeliydim. Nitekim zaman ve olaylar beni doğrulamıştır. Bundan başka, daha Amasya'da iken karar verdiğim ve bütün ulusa her türlü araçlarla duyurttuğum Sivas Genel Kongresi'nin toplanmasını sağlamak; bütün ulusu ve yurdu tek bir kurulla temsil etmek; sonra, yalnız doğu illerini değil, yurdun bütün parçalarını aynı dikkat ve duyarlıkla savunma ve kurtarma çarelerini bulmaya çalışmak gibi işleri, herhangi bir kurulun başarabileceği kanısında olmadığımı açıkça söylemek zorundaydım. Çünkü, bende böyle bir kanı bulunsaydı, işe giriştiğim güne dek, bu konuda girişim yapan ve uğraşanların çalışma sonuçlarını bekleyerek görevimden çekilmemek yolunu tutardım. Hükümete, Padişah ve Halifeye karşı başkaldırmayı gerekli görmezdim. Tersine, ben de bazı iki yüzlü ve iki yanlılar gibi dış görünüşü pek parlak ve gösterişli olan, o günün ordu müfettişliğini ve Padişah Hazretlerinin yaverliği sanını elden bırakmazdım. Gerçi benim açıkça ortaya atılmamda ve bütün ulusal ve askeri hareketlerin başına geçmemde kuşkusuz, sakınca vardı. Ama o sakınca, başarısızlığa uğradığımda herkesten önce ve herkesten çok benim en büyük cezaya çarptırılmamdan başka bir şey olabilir miydi? Oysa, bütün yurdun ve koskoca bir ulusun ölüm kalımı söz konusu olurken "yurtseverim" diyenlerin kendi sonlarını düşünmelerine yer var mıdır?
Baylar, ben, kimi arkadaşlarca ileri sürülen düşünce ve kuruntulara uysaydım, iki bakımdan büyük sakıncalar doğacaktı. Birincisi, düşüncelerimde, kararlarımda ve bütün kişiliğimde yersizlik ve yetersizlik olduğunu açığa vurmak, ki bu davranış, benim vicdan buyruğu ile üzerime aldığım görev bakımından düzeltilemeyecek bir yanlış olurdu.
Baylar, tarih, söz götürmez bir biçimde ortaya koymuştur ki, büyük işlerde başarı için yeteneği ve gücü sarsılmaz bir başkanın varlığı çok gereklidir. Bütün devlet büyüklerinin umutsuzluk ve güçsüzlük içinde, bütün ulusun başsız olarak karanlıklar içinde kaldığı bir sırada, "yurtseverim" diyen bin bir çeşit kişinin, bin bir türlü davranış ve inanç gösterdiği kargaşalı bir zamanda danışmalarla, birçok saygın ve erkli kişilerin sözlerine uyma zorunluğuna inanmakla; sağlam, esaslı ve özellikle sert yürünebilir mi ve en sonunda ulaşılması çok güç olan hedefe varılabilir mi? Tarihte buna ulaşmış bir topluluk gösterilebilir mi? İkincisi, baylar, ulus, ülke, siyasa ve ordu yöneticiliğinde hiç bulunmamış ve bu alanda değeri belirmemiş ve denenmemiş gelişigüzel kişilerden, örneğin, Erzincan'lı bir Nakşî Şeyhi ve Mutki'li bir aşiret başkanı gibi zavallılardan da kurulabilecek herhangi bir temsilciler kuruluna, söz konusu durum ve görev bırakılabilir miydi? Bırakıldığında "yurdu ve ulusu kurtaracağız" dediğimiz zaman, ulusu ve kendimizi aldatmış olmak gibi kötü bir yanılgıya düşmeyecek miydik? Bu nitelikte bir kurula, perde arkasından yardım edilebileceği düşünülürse bile bu yöntem, güvenilir sayılabilir miydi?
Bu söylediklerimin, o günlerde değilse bile, artık bugün bütün dünyaca ret edilemeyecek gerçeklerden olduğuna hiç kuşkum yoktur. Bununla birlikte, ben bu söylediklerimi o günlerden kalma bazı anılar ve belgelerle burada doğrulamayı, gelecek kuşakların siyasal ve toplumsal eğitimi bakımından ödev sayarım.
Bu dakikaya kadar olduğu gibi, buradan sonra da sözünü edeceğim olaylar dolayısıyla, bu yön kendiliğinden aydınlanmaya başlayacaktır.
Baylar, Erzurum Kongresinin bitiminde, Ferit Paşa'dan sonra Harbiye Nazırlığına yeni geldiği anlaşılan bir Nâzım Paşa imzasıyla, On Beşinci Kolordu Komutanlığına 30 Temmuz 1919 günlü şöyle bir buyruk geldi:
"Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey'in Hükümet kararlarına karşı gelmelerinden ötürü hemen yakalanarak İstanbul'a gönderilmeleri Babıâlice uygun görülüp ilgili görevlilere gerekli buyruklar verildiğinden, kolorduca önemle yardım edilmesi ve sonucundan bilgi verilmesi rica olunur."
Bu buyruğa, Kolordu Komutanlığınca gereği gibi yanıt verildi. Bu yanıtı, öteki komutanlara da, olduğu gibi gönderterek dikkatlerini çektirdim.
Kongre bildirisi, yurt içinde her yere ve yabancı devlet temsilcilerine türlü yollarla bildirildi. Tüzük de komutanlara ve başka güvenilir makamlara şifre ile bölüm bölüm verilerek bulundukları yerlerde basılıp, çoğaltılmasının ve yayımının sağlanmasına çalışıldı. Bu iş, doğal olarak günlerce sürdü. Bununla ilgili olarak Sivas'ta Üçüncü Kolordu Komutanı Salâhattin Bey'den aldığım, 22 Ağustos 1919 günlü bir telde: "Tüzüğün ikinci ve dördüncü maddelerinin yayımını sakıncalı bulduğu, bir kez daha incelenmesi gereği" bildiriliyordu. (belge: 42)
İkinci madde; Birlik olarak savunma ve direnme ilkesinin kabul edildiğine;
Dördüncü madde; Geçici yönetim kurulabileceğine ilişkin maddelerdir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:12

Karakol Cemiyeti
Biz, Erzurum'da kongre kararlarının her yerde anlaşılmasını ve birlikte uygulanmasını sağlamaya çalışırken "Karakol Cemiyetinin Teşkilâtı Umumiye Nizamnamesi (Karakol Derneğinin Genel Kuruluş Tüzüğü)" ve "Karakol Cemiyeti Vezaifi Umumiye Talimatnamesi (Karakol Derneğinin Genel Görev Yönetmeliği)" diye basılı birtakım kâğıtların bütün orduya, komutan, subay, herkese dağıtıldığı bildirildi.
Bu yönetmeliği okuyan bana en yakın komutanlar bile, bu işi benim yaptığımı sanarak iyiden iyiye kuşku ve duraksamalara düşmüşler. Benim, bir yandan kongrelerle açık olarak ulusal ortak çalışmalar yaparken, bir yandan da gizemli ve korkunç bir komite kurmakla uğraştığım sanısına kapılmışlar. Gerçi, bu işleri ve girişimleri yapanlar İstanbul'da bulunuyorlarmış; ama, her şeyi benim adıma ve hesabıma yapmakta imişler.
Karakol Cemiyetinin genel örgüt tüzüğüne göre, genel merkez üyeleri ve sayıları, toplanma yerleri ve nasıl toplandıkları, nasıl seçilip görevlendirildikleri kesin olarak gizli ve saklı tutulur. Bir de, en ufak bir gizi açığa vuran ya da Karakol Cemiyetine tehlike getiren, dahası, tehlike getirici bir kuşku uyandıran, hemen idam olunur.
Genel Görevler Yönetmeliğinde de, "bir ulusal ordu"dan söz ediliyor ve: "Bu ordunun başkomutanı ve genelkurmay başkanı, ordu, kolordu ve tümen komutanları ve kurmayları seçilmiş ve atanmış olup gizli ve saklı tutulur, Bunlar, görevlerini gizli olarak yaparlar." deniliyor.
Baylar, hemen komutanları uyardım; bu tüzük ve yönetmelik hükümlerini kesinlikle uygulamamaları gerektiğini ve bu girişimin kaynağını araştırmakta olduğumu bildirdim.
Sivas'a varışımdan sonra, oraya gelen Kara Vâsıf Bey'den anladım ki, bu işi yapan kendisi ve bazı arkadaşları imiş.
Kesinlikle böyle bir davranış doğru değildi. Herkesi idamla korkutarak, bilinmeyen bir merkezin, bilinmeyen bir başkomutanın, bilinmeyen birtakım komutanların buyruklarına uymaya zorlamak çok tehlikeli idi. Gerçekten, orduda görevli herkeste hemen birbirlerine karşı güvensizlik ve bir korku başladı. Örneğin, herhangi bir kolordu komutanının: "Benim komutam altındaki kolordunun acaba saklı ve gizli komutanı kimdir? Bu gizli komutan acaba ne zaman ve nasıl komutanlığı ele alacak ve acaba bana karşı nasıl davranacak?" gibi haklı birtakım kuruntulara kapılması beklenilmez değildi.
Sivas'ta Kara Vâsıf Bey'e, gizli merkezin, gizli başkomutanın ve gizli genelkurmay başkanının kimler olduğunu sorduğum zaman: "Hepsi siz ve arkadaşlarınızdır" yanıtını vermişti. Bu, beni büsbütün şaşırtmıştı. Bu karşılık, elbette akla ve mantığa uygun olamazdı. Çünkü, hiç kimse bana böyle bir düzen ve kuruluştan söz açmış ve benden bu iş için izin almış değildi
Bu derneğin daha sonra, özellikle İstanbul'da, bu ad altında çalışmasını sürdürmeye çabaladığı anlaşıldığına göre, iyi niyetle kurulduğu ve sıkışınca bize vermek zorunda kaldıkları bilgilerin doğruluğu ileri sürülemez.

Bir İş Göremeden Avrupa'dan Dönen Ferit Paşa'ya Çektiğim Şifre
İstanbul Hükümetini ulusal girişimleri önlemekten caydırmak, başarıyı çabuklaştırmaya ve kolaylaştırmaya yarayacağı için önemliydi. Bu düşünceyle, Ferit Paşa'nın elbette hiçbir başarı sağlamadan hemen hemen onuru kırılmış bir durumda, İstanbul'a dönüşünden yararlanarak, kendisine 16 Ağustos 1919 günü bir şifre tel yazdım. Bu telde başlıca şu cümleler vardı:
Bay Klemanso (Clémenceau)'nun yüksek kişiliğinize (zâtı fehametpenahilerine) olan ayrıntılı karşılık yazılarını son günlerde okuyunca, İstanbul'a nasıl acı ve üzüntü içinde döndüğünüzü çok iyi anlıyorum .........
bölüşmek ve devletimizi ortadan kaldırmak düşüncesini bu denli açık ve onur kırıcı olarak gösteren bir anlatış karşısında titremeyecek duygulu bir kişi düşünemem. Tanrı'ya binlerce şükürler olsun ki, ulusumuz, ruhundaki dayanç ve yiğitlikle tarih boyunca sürüp gelen hayat ve varlığını ne alınyazısına bırakacak, ne de böyle cellatça yargılara kurban edecektir.
Şimdi iyice inanıyorum ki, yüksek kişiliğiniz de bugünkü genel durumu ve devlet ve ulusun gerçek yararlarını üç ay önceki gözlerle görmüyordur.
Dokuz aydan beri iş başına gelen hükümetlerin, hep birbirinden daha çok güçsüzlüğe uğraması ve sonunda ne yazık ki, artık iş görmez bir kerteye düşmesi ulusun yüksek onuru karşısında gerçekten pek üzücü oluyor. Doğrusu şu ki, yurdun ve ulusun yazgısı için içeride ve dışarıda sözü dinlenir ve geçer olmak kuşkusuz ulusal iradeye dayanmayı gerektirir.
Yaşama hakkı ve bağımsızlığı için çalışan ulusun amacındaki temizlik ve içtenliğe karşı İstanbul Hükümeti düşmanca davranma yolu tutuyor. Böyle bir davranış, elbette büyük üzüntüler doğurur. Ulusu, İstanbul Hükümetine karşı istenilmeyen davranışlara sürükleyecek niteliktedir. Çok içtenlikle söyleyeyim ki ulus, her türlü iradesini kullanabilecek güçtedir. Yapacaklarını önleyebilecek hiçbir kuvvet yoktur. İstanbul Hükümetinin olumsuz girişimlerini hiçbir yerde, hiçbir kimse yürütemeyecektir. Ulus, çizdiği program içinde çok kesin ve belirli adımlarla amacına doğru yürümektedir. İstanbul Hükümetinin şimdiye değin olan engelleyici davranışlarının hiçbir yerde hiçbir etki yapmamakta olmasıyla gerçek durumun sizce anlaşıldığı kuşku götürmez.
İngilizlerin gösterdikleri yolda kurtuluş çaresi aramak da yersizdir ve sonucu düş yıkımıdır. Kaldı ki, İngilizler de en sonunda gücün ulusta olduğunu anlayarak hiçbir dayanağı olmayan ve ulus adına hiçbir yükümlülüğe giremeyen, varsa bile bunu ulusa benimsetemeyecek olan bir hükümetle sonuçlu bir işe girişilemeyeceğine inanmışlardır.....
Bütün dilekler şu noktada toplanmıştır: Hükümet, yasal (meşru) olan ulusal akıma karşı gelmekten vazgeçerek Kuvayi Milliye'ye dayansın ve her türlü girişiminde ulusun isteklerini önder bilsin!
Bunun için de, ulusal varlığı ve iradeyi temsil edecek olan Meclisi Mebusan'ın en kısa zamanda toplanmasını sağlasın!.....
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:13

Sivas Kongresi Hazırlıkları
Baylar, Sivas'ta toplanmasını sağlamaya çalıştığımız Kongreye her yerden delege seçtirmek ve onların Sivas'a gelmelerini sağlamak için, Amasya'da başlamış olan çalışma ve yazışmalar daha sürüp gidiyordu. Bütün komutanlar ve her yerde birçok yurtseverler, olağanüstü çaba gösteriyorlardı. Fakat yine her yerde olumsuz ve aleyhte propagandalar ve özellikle İstanbul Hükümetinin engelleyici önlemleri işi zorlaştırıyordu.
Bazı yerlerden, hem delege seçmiyorlar, hem de halkın içgücünü kıracak ve herkesi umutsuzluğa sürükleyecek karşılıklar veriyorlar. Örneğin, Yirminci Kolordu Komutanı adına Kurmay Başkanı Ömer Halis Bey'in İstanbul'dan alınan bilgileri kapsayan 9 Ağustos 1919 günlü şifresinde şu maddeler ilgi çekici görüldü:
1- İstanbul delege göndermiyor. Orada yapılan işleri uygun görmekle birlikte, atılgan bir duruma girmek istemiyor.
2- İstanbul'dan delege göndermek olanak dışındadır. Önerilen kişiler, orada verimli, başarılı iş göreceklerine güvenemediklerinden, boşuna para harcamamak ve yolculuk sıkıntıları çekmemek için yola çıkmıyorlar.
(Bilindiği gibi bazı kişileri özel mektupla da çağırmıştık.)
Biz, dört bir bucaktan delege seçtirmek ve göndertmekte karşılaşılan güçlükleri yenmeye çalışırken, öte yandan kongre için en güvenilir yer olarak seçtiğimiz Sivas'ta da bir telaş ve heyecan başladı.
Baylar, burada sırası gelmişken söyleyeyim ki, ben Sivas'ı gerçekten her yönden güvenilir saymış olmakla birlikte, daha Amasya'da iken Sivas'a gelen bütün yolar üzerinde uzaktan ve yakından her türlü askeri önlem ve düzeni aldırmayı da uygun bulmuştum.

Sivas Valisinin Kaygıları
Sivas'taki heyecan şöylece anlaşıldı. 20 Ağustos günü öğleyin Sivas'taki Vali Reşit Paşa'nın istemesiyle telgraf başına çağırıldığım zaman, paşanın uzun bir teli veriliyordu. O tel şudur:
Erzurum'da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
İlkin, sizi rahatsız ettiğimden dolayı beni bağışlamanızı diler, sağlığınızı sorarım. Ne iş için rahatsız ettiğimi aşağıda bildiriyor ve açıklıyorum efendim. Görünüşte, Fransızlara ait kurumları teslim almak, gerçekte buraların durumu üzerinde incelemeler yapmak için, Cizvit papazları ile birlikte önceki gün İstanbul'dan Sivas'a gelerek valilik katını ziyaret eden Fransız subaylarının bu ziyaretlerine karşılık dün sabah yanlarına gitmiştim. Ziyaret ve konuşmanın sonunda orada bulunan Fransız binbaşılarından Jandarma Müfettişi Bay Brüno (Brunot), biraz özel görüşmek istediğini söyleyerek beni başka bir odaya aldı. Söylediği sözleri olduğu gibi aktarıyorum:
"Mustafa Kemal Paşa ile Kongre üyelerinin Sivas'a gelip burada bir kongre yapacaklarını işittim. Bunu İstanbul'dan gelen Fransız subayları söylediler. Sizinle böylesine içtenlikle konuşur ve kişiliğinize karşı pek çok saygı beslerken bu işi benden saklamanıza çok üzüldüm." dedi. Ben de gereken karşılığı vererek kendisini inandırmaya çalıştımsa da son söz olarak: "Eğer Mustafa Kema1 Paşa Sivas'a gelir ve burada kongre toplamaya kalkışırsa beş on gün içinde buraların işgalinin kararlaştırıldığını kesin olarak biliyorum. Sizin kişiliğinize beslediğim saygı dolayısıyla bunu haber veriyorum. İnanmazsanız, iş olup bittikten sonra inanırsınız. O vakit yurdunuzu uçuruma sürükleyenler arasına siz de girmiş olursunuz." sözlerini söyledi. Dahiliye Nazırlığından dün aldığım şifre tel de, başka türlü yazılmakla birlikte gene bu kanıyı uyandıracak nitelikte idi. Yeni gelen Fransız subaylarından biri dün Kolordu Komutanı ile uzun uzadıya görüşerek kongre konusunda Komutan Beyefendinin düşüncesini anlamaya çalıştığı gibi, bu sabah da Bay Brüno bana gelerek, alafranga saat üçte, öbür Fransız subaylarıyla birlikte kongre üzerine görüşüleceğini, ama kendisinin aradaki dostluk dolayısıyla daha önce benimle ayrı görüşmek istediğini bildirdi. Bir süre konuşulduktan sonra sonuç olarak şunu da söyledi: "Ben dünden beri bu iş üzerinde pek çok düşündüm. Sonunda şuna karar verdim ki, eğer Mustafa Kemal Paşa ile Kongre üyeleri, Sivas Kongresinde İtilâf Devletlerine karşı kışkırtıcı davranışlarda bulunmazlar ve onlar için saldırgan bir dil kullanmazlarsa kongrenin toplanmasında hiçbir sakınca yoktur. Ben kendim General Franşe Despere'ye (Faranchet d'Esperey) yazar, Mustafa Kema1 Paşa için çıkarılan tutuklama buyruğunu geri aldırır ve kongrenin toplanmasına engel olunmaması için Dahiliye Nazırlığından size buyruk göndertirim. Fakat şu koşulla ki, siz de benden hiçbir şey saklamayacaksınız ve içten dostluğumuzu gözeterek birbirimize karşı hep açık bir dil kullanacağız. Yalnız kongrenin toplanacağı günü öğrenmek gerekir" dedi. Ben de kendisine bu konuda kesin bir şey bilmediğimi ve öğrendiğimde kendisine bildireceğimi ve aradaki dostluk dolayısıyla hiçbir şeyi saklamayacağımı söyledim. Binbaşının işgal konusunda dünkü kesin sözlerine karşın bugünkü yumuşaklığının nedenini, en ince ayrıntıları kavrayan yüksek görüşlerinize sunmayı ödev bilir ve bu konuda sözü uzatmayı gereksiz sayarım. Açıkça anlaşıyor ki, bunların düşüncesi kongreyi Sivas'ta toplatmaya yanaşmış görünerek, kongrenin yüce üyeleriyle (heyet-i kiramıyla) sizi burada toplamak ve el altından hazırlıkta bulunarak bütün arkadaşları ele geçirmekten ve hem de işgali olupbittiye getirmekten başka bir şey değildir. Dün akşam Dahiliye Nazırlığından aldığım şifre tel de, başka biçimde yazılmış olmakla birlikte, aşağı yukarı gene bu nitelikteydi. İşte ben her gerçeği, saklı tutulmak ricasıyla sizlerin bilginize sunuyorum. Bundan sonra tutulacak yolun çizilmesi size düşer. Düzenli dolaplı bir tehlikenin bu denli yakın ve sanki elle tutulacak kadar görünmekte olduğunu bilip dururken, durumu size (zâtı âlilerine) bildirmemeyi ve sonuç olarak Sivas'ta kongre toplamaktan vazgeçilmesini önermemeyi vicdanıma sığdıramadım. İşte bunun için sizden (zâtı devletlerinden) ve orada bulunan öbür yüksek arkadaşlardan pek çok rica ederim ki, ikinci bir kongrenin toplanmasına kesin gereklik yoksa vazgeçilsin. Gereklik varsa, dört yandan ele geçirilmesi pek kolay olan Sivas'ın toplantı merkezi olmasından vazgeçilerek, düşmanın kolayca işgal olasılığı pek uzak olan Erzurum'da ya da uygun görülürse Erzincan'da toplanma yoluna gidilmesini yurdun esenliği adına çok rica ederim. Kolordu Komutanı Salâhattin Beyefendi de, bu konudaki görüşlerini ayrıca Kâzım Paşa Hazretleri aracılığıyla size yazacaklardır. Şimdi yanımda bulunan eski Sivas milletvekili Rasim Bey de eski Erzurum milletvekili Hoca Raif Efendi Hazretlerine bu konudaki bilgi ve düşüncesini kapsayan bir tel çekecektir. Elbette okuduktan sonra Hoca Raif Efendi Hazretlerinin Ilıca'dan dönüşünde kendilerine yollamak iyiliğinde bulunursunuz. İşte efendim, durum böyledir. Söz götürmez yurtseverliğinize karşı sizi daha çok rahatsız etmekten çekinir ve karşılık olarak göndereceğiniz buyruğunuzu beklerim, efendim. İşte Rasim Bey'in teli.
Reşit
Bu tele orada verdiğim yanıtı olduğu gibi bilginize sunacağım. Ertesi gün, Heyeti Temsiliye adına da aynı anlamda uzun bir tel çekilerek yatıştırmaya ve inandırmaya çalışıldı. (belge: 43) Ayrıca, Kadı Hasbi Efendi'ye de aracılı bir tel çekildi. (belge: 44) Kolordu Komutanına da gerektiği gibi yazıldı. (belge: 45) Rasim Bey'e de, gönlünün rahatlaması için, kendim yazdım. (belge: 46)
20 Ağustos 1919
saat: 1 sonra
Sivas Valisi Reşit Paşa Hazretleri'ne
Verdiğiniz bilgiye ve yüksek görüşlerinize özellikle teşekkürlerimi sunarım. Bay Brüno ve arkadaşlarının gözdağı vermek için söylediklerini yüzde yüz kurusıkı sayarım. Sivas Kongresinin toplanması yeni bir şey olmayıp aylardan beri dünyaca bilinen bir iştir. Tuhaftır ki, İstanbul'da bulunan yetkili Fransız siyasa adamlarının da bana gönderdikleri haberler, Anadolu'da ulusça girişilen işlerin pek haklı ve yasal olduğu ve ulusumuzun istekleri kendilerine açıkça bildirilirse iyi karşılayacaklarını ve uygulanmasını üzerine alacaklarını gösterir yazılı güvenceyi şimdiden vermeye hazır oldukları yolundadır. Bay Brüno'nun ikinci görüşmede ağız değiştirmesi ve yumuşaması bizleri kazanmak için olsa gerektir. Binbaşı Brüno'nun dediği gibi, Fransızların beş on günde Sivas'a girmeleri o kadar kolay bir şey değildir. Şunu hatırlamanız gerekir ki, İngilizler bu konuda gözdağı vermekte daha ileri giderek Batum'daki askerlerinin Samsun'a çıkarılmasına karar verdiler ve dahası, özellikle beni korkutmak için, bir tabur da çıkardılar. Ama bu çıkarmaya karşı, ulusun güçlü bir dayanç ve inan ve ateşle karşı koyacağı gerçeği kendilerince anlaşıldıktan sonra hem kararlarından dönmek, hem de Samsun'a çıkarmış oldukları askerleriyle birlikte orada bulunan taburu alıp götürmek zorunda kalmışlardır. Sivas Kongresinde görüşülecek konularda, Erzurum Kongresi Bildirisinden kolayca anlaşılacağı üzere, İtilâf Devletlerine karşı kışkırtmalarda bulunmak gibi amaçlar güden hiçbir yön kesinlikle yoktur. Burada şunu da bilginize sunayım ki, ben ne Fransızların ne de herhangi bir yabancı devletin yardımlarına gönül indirecek kimselerden değilim. Benim için en büyük barınma yeri ve yardım kaynağı ulusumun kucağıdır. Kongrenin gerekliği, zamanı ve toplantı yeri üzerine etki yapacak bir davranış, benim kendi kararımın çok üstünde geçerliği bulunan ulus kararına bağlıdır. Yalnız, düşündüğünüz gibi Fransızların, kongre üyelerinin Sivas'ta toplanmasını ister görünerek, sonradan bu üyeleri ele geçirebilmesi bence çok uzak kuruntulardandır. Bütün bu sözlerimi, olduğu gibi Bay Brüno'ya söylemenizde de hiçbir sakınca görmüyorum. Böylece, ulusumuzun, haklarını korumak ve bağımsızlığını savunmak için Erzurum Kongresi Bildirisiyle bütün dünyaya olduğu gibi kendilerinin İstanbul'daki siyasal temsilcilerine de bildirmiş olduğu temel kararları uygulamaktan çekinmeye hiçbir şekilde yer olmadığı Bay Brüno'ya ve arkadaşlarına anlatılmış olur. Bay Brüno bilmelidir ki, Fransızların Sivas'ı işgale karar vermeleri, kendilerine pek pahalıya mal olabilecek yeni kuvvetlerle ve çok paralarla yeni bir savaşa karar vermelerine bağlıdır. Böyle bir kararı Jandarma Binbaşısı Bay Brüno ile arkadaşları düşünseler bile, Fransız ulusunun böyle bir karara uyabileceği sanılamaz.
Milletvekili Rasim Bey'in Raif Efendi Hazretlerine olan telyazısını okudum. Korkmaya yer olmadığının kendilerine lütfen duyrulmasını rica ederim.
Gerek bana ulaştırdığınız bilgi ve düşüncelerinizi, gerekse Rasim Bey'in telyazını Heyeti Temsiliye'ye olduğu gibi sunacağım. Bundan dolayı, Sivas Kongresi ile ilgili kesin karar, ancak Heyeti Temsiliye'nin görüşmeleri sonunda belli olacaktır. Alınacak karar elbette size bildirilecektir. Yalnız bugün için ricam, Brüno'nun gözdağı verdiğini halka duyurmamanız, böylece içgücünün kırılmasını önlemenizdir. Saygılarımın kabulünü, Salâhattin ve Refet beyefendilere de selamımın ulaştırılmasını rica ederim saygıdeğer Paşa Hazretleri.
Mustafa Kemal
Verilen yanıt üzerine Reşit Paşa'dan alınan ikinci tel:
Ben anlayabildiğim kadarını sizlerin bilginize sunmakla vicdan ödevimi yerine getirmiş oluyorum. İstanbul'daki Fransız siyasa adamlarının görüşlerini ve size verdikleri sözlere güvenilip güvenilemeyeceğini kestiremem. Söz götürmez yurtseverliğiniz açısından yurdun esenliği söz konusu olduğuna göre, iyice düşünerek gereken yolun tutulması sizlerle, yüce Kongre üyelerinden orada bulunan saygıdeğer kişilere düşer. Buyruklarınızı yerine getireceğimi bildirir, saygılarımı sunarım efendim.
Reşit
Baylar, Diyarbakır ve Bitlis dolaylarındaki halkı aydınlatmak düşüncesiyle, oralarda ordu komutanı olarak bulunduğum sıralarda kendileriyle tanıştığım birtakım ileri gelen kişilere özel mektuplar yazdım ve Van, Bayazıt çevrelerinde bulunan bazı aşiret başkanlarıyla da bağlantı ve ilişki kurdum (belge: 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53).
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:14

Erzurum'dan Ayrılma Gereği
Daha sonra baylar, Ağustos içinde her yerde birtakım delegelerin Sivas'a yollandıkları ve kimilerinin de Sivas'a varmaya başladıkları anlaşıldı. Sivas'a varan delegeler bizim ne zaman yola çıkacağımızı sormaya başladılar.
Artık Erzurum'dan ayrılmak gerekiyordu. Ama, şimdiye değin verdiğim bilgiden anlaşılmıştır ki, Sivas Kongresi doğu ve batı illerinin ve Trakya'nın, yani bütün ülkenin birliğini sağlamak amacını güdüyordu. Bunun için, bu kongrede doğu illeri delegelerinin bulunması gerekirdi. Bu illerden Sivas Kongresi için delegeler seçtirmeye kalkışmak elverişli olmayan bir düşünceydi. Erzurum Kongresinde bulunan delegelerin de Sivas'a götürülmeye kalkışılamayacağı da anlaşılıyordu. Kaldı ki, geldikleri yerlerden Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku adına yetki almış olan bu delegelerin daha genel bir amaca ilişkin yetkileri de yoktu. Gene bu nedenle, Erzurum Kongresinin Sivas Kongresine doğu illeri adına bir delege topluluğu göndermeye yetkisi olmayacağı da ortada idi.
Yeniden delege seçtirmeye kalkışmak ne ölçüde işe yaramaz idiyse, birtakım kuramsal düşüncelerin çerçevesi içinde sıkışıp kalmak da o ölçüde işe yaramazdı.
En kolay ve çıkar yol, Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuk Cemiyeti Heyeti Temsiliyesini Sivas'a götürüp kongreye katmaktı.
Üyelerden Mutki aşireti başkanının, Mutki dağlarından dışarı çıkmaktan korktuğunu ben kendim bilirdim. Siirt Milletvekili Sadullah Bey ortada yok.
Servet ve İzzet Beyler, kongre biter bitmez birer özür bildirerek Trabzon'a gitmiş bulunuyorlar.
Erzurum'da Rauf Bey ve Raif Efendi var. Raif Efendi de özür bildiriyor.
Yolumuzda, Erzincan'da Şeyh Fevzi Efendi'yi bulabileceğiz.
Servet ve İzzet Beyleri çağırdım; gelmediler. Raif Efendi'ye bizimle gelmesi için rica ettik, kabul etti.
Sonunda, Heyeti Temsiliye üyesi olarak, Erzurum'dan üç kişi, Erzincan'dan bir kişi ve Sivas'ta bulduğumuz Bekir Sami Beyle beş kişi olduk ve Sivas Kongresini meydana getiren delegelerin belgelerini incelemek gereği duyulduğu zaman, ben, orada şöyle bir belge yazdım ve altını Heyeti Temsiliye mühürü ile mühürledim.
Heyeti Temsiliye'den:
Mustafa Kemal Paşa
Rauf Bey
Din bilginlerinden (ulema) Raif Efendi
Şeyh Fevzi Efendi
Bekir Sami Bey
Yukarıda adları yazılı kişiler, Doğu Anadolu adına Sivas Kongresinde bulunmak üzere Erzurum Kongresince görevlendirilmişlerdir.
Mühür
Baylar, Erzurum'dan çıktığımız gün, 29 Ağustos 1919' dur.

Sivas Yolunda
Amasya'dan Erzurum'a gelirken Sivas'ta küçük bir öyküye konu olan olayı unutmamışsınızdır. Tuhaftır ki, Erzurum'dan Sivas'a giderken de buna benzer küçük bir durumla karşılaştık.
Erzincan'dan batıya doğru yola çıktığımız günün sabahı, Erzincan boğazına gelir gelmez, birtakım jandarma erlerinin ve subaylarının heyecanlı ve korkulu bir davranışla otomobillerimizi durdurduklarını gördük.
Durumu açıkladılar: "Dersim Kürtleri boğazı tutmuşlardır. Tehlike var. Geçilemez."
Bir subay, kuvvet gönderilmesini merkeze yazmış, o kuvvet gelince gerekli düzenlemeyi yapacak, saldırıp haydutları püskürtecek ve yolu açacakmış...
Pek iyi ama, bu haydutların kuvveti nedir; neresini, nasıl tutmuş; ne kadar kuvvet gelecek, ne zaman gelecek?
Bu bilmeceler çözülünceye değin, geriye Erzincan'a dönmek ve kim bilir kaç gün beklemek gerek! Bizim ise işimiz pek ivediydi. Ben Erzurum ile Sivas arasındaki yolu belli süre içinde aşıp belli günde Sivas'ta bulunamazsam• şurada burada, şundan ya da bundan ötürü korktuğum ve beklediğim, Sivas'ta ve her yerde duyulursa bozgun başlayabilir, işler altüst olabilirdi.
Öyleyse karar? Tehlikeyi göze alıp yola devam etmek. Başka türlü de yapamazdık. Yalnız küçük bir düzenleme yapmayı uygun buldum.
Ellerinde hafif makineli tüfekler bulunan özverili arkadaşlarımızdan birkaçını (Şimdi bir alay komutanı olan Osman Bey, ki Tufan Bey adıyla tanınmıştır, bunların başında idi) bir otomobil ile kendi otomobilimizin önüne geçirdik. Sağdan soldan gelecek, uzaktan açılmış ateşlere önem verilmeyerek otomobiller hızla karayolu üzerinde ileri yürümeye devam edecekler. Vurulan, ölen olursa onlarla ilgilenilmeyecek... Tam karayolu üzerinde ve yakınında, yolu kapayan haydutlarla karşılaşılırsa hepimiz otomobillerden atlayacağız ve bunlara saldırarak yolu açacağız ve kalanlar gene, kullanılabilecek durumda olan otomobillere binerek ve hızla ilerleyerek yola devam edecekler... İşte verilen buyruk da buydu...
Bu düzenleme ve davranışı akla uygun ve güvenilir görmeyenler bulunabilir. Gerçi o günlerde Elazığ Valisi Ali Galip Bey'in Dersim'de (Tunceli) dolaştığı ve bazı oyalayıcı işler yapmaya ve türlü düzenler kurmaya çalıştığı biliniyor idiyse de, açıklayayım ki ben, herşeyden önce, boğazın gerçekten tutulduğuna inanmadım. Bunu, İstanbul Hükümeti'nin yardakçısı olabileceğini sandığım bazı kimselerin, özellikle beni durdurmaya zorlamak için uydurdukları bir düzen saydım. İkincisi, Dersim Kürtleri boğazı tutmuşlarsa bunların yapabilecekleri işin, uzak tepelerden yola ateş etmekten başka bir şey olamayacağını çok iyi kestiriyordum.
Kısacası, yürüdük, boğazı geçtik ve 2 Eylül 1919 günü Sivas'a vardık. Halkın, kentin çok uzaklarından başlayan büyük ve parlak gösterileriyle karşılandık.
Üçüncü Kolordu Komutanı olan Salâhattin Bey Sivas'ta bulunuyordu. Vali Paşa ile birlikte, kongreye gelen delegelerin yerleştirilmesinde ve Heyeti Temsiliye için lise binasının ve kongre toplantı salonunun düzenlenmesinde ve her türlü önlemin alınmasında konukseverliğe örnek olacak biçimde olağanüstü çalışmışlardı.
Refet Bey orada değildi. Nerede bulunduğunu da kimse bilmiyordu. Oysa, 7 Temmuz 1919 günlü yönergemiz gereğince, kendi bölgesi olan Üçüncü Kolordu bölgesinden ayrılmaması gerekli idi. Üstelik, tam Sivas'ta kongre toplanacağı günlerde orada bulunması uygun olacaktı. Yazışma sonunda kendisinin Ankara'da olduğu anlaşıldı. Ankara'da Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa'ya "Hemen ve kesinlikle Sivas'a gönderilmesini" buyurdum. 7 Eylülde geldi. Kendisini Heyeti Temsiliye üyesi olarak kongre üyelerine tanıttım.
Baylar, bizden önce gelmiş olan delegeler, bizi beklerken, aralarında toplantılar yapmışlar ve hazırlık niteliğinde birtakım tasarılar kaleme almışlar.
Bizim varışımızdan sonra da bazı özel toplantılar ve görüşmeler olmuş ve bu kez bazı kararlar da verilmiş. İzin verirseniz, çok özel bir niteliği olduğu için, bu noktayı açıklayayım:

Sivas Kongresi Açılıyor
Sivas Kongresi 1919 Eylülünün 4'üncü Perşembe günü öğleden sonra saat ikide açıldı.
Öğleden önce delegeler arasında bulunan ve öteden beri kendisini tanıdığım Husrev Sami Bey yanıma gelerek şöyle bir haber verdi: Rauf Bey ve başka bazı kişiler, Bekir Sami Bey'in evinde özel bir toplantı yapmışlar ve beni başkan yapmamaya karar vermişler. Arkadaşların, özellikle Rauf Bey'in, böyle bir davranışta bulunacaklarını hiç ummadım ve Husrev Sami Bey'in, açık söyleyeyim ki, biraz ağırca olarak, böyle yersiz sözleri bana ulaştırmaması için dikkatini çektim. Verdiği haberin doğru olmasının olanağı, olasılığı bulunmadığını, arkadaşlar arasında yanlış anlayışlara yol açacak sözler söylemenin uygun olmadığını da sözlerime ekledim.
Baylar, ben bu kongrede başkanlık işine önem vermiyordum. Başkanlığa, belki yaşlı bir kişinin getirilmesinin uygun olacağını düşünüyordum. Bu yüzden kimi arkadaşların da düşüncelerini sordum. Bu arada, kongre salonuna girmezden önce koridorda Rauf Bey'e rastladım. "Kimi başkan yapalım?" dedim. Rauf Bey, hemen hemen heyecanlı bir sesle, önceden söylemeye hazırlanmış olduğu o andaki durumundan anlaşılan bir davranışla ve keskin bir dille: "Sen başkan olmamalısın!" dedi. Hemen Husrev Sami Bey'in verdiği haberin doğruluğuna inandım ve elbette üzüldüm. Her ne kadar Erzurum Kongresi'nde de benim başkanlığımı sakıncalı görenler var idiyse de onların ne biçim insanlar olduklarını açıklamıştım. Bu kez, en yakın arkadaşlarımın da o anlayışı belirtmeleri beni düşündürdü. Rauf Bey'e: "Anladım, Bekir Sami Bey'in evinde aldığınız kararı bana bildiriyorsun." dedim ve yanıtını beklemeksizin yanından uzaklaşarak kongre salonuna girdim.
Kongrenin açılmasından sonra ilk söz alan bir yüksek kişinin, kongre tutanağına olduğu gibi geçirilen şu sözlerini işittik:
"Efendim, şimdi elbette başkanlık sorunu söz konusu olacak. Ben başkanlık görevinin birer gün ya da birer hafta sürmek üzere nöbetleşe yapılmasını ve üye adlarının ya da temsil edilen il ve sancak adlarının baş harflerine göre alfabe sırasıyla yapılmasını öneriyorum."
Baylar, öyle şaşılacak bir rastlantıdır ki, bu öneriyi yapanın temsil ettiği ilin adı da, kendi adı da alfabenin ilk harfi (Elif) ile başlıyordu. Ben, çağrıyı yapan kişi olarak, bir söylevle (belge: 54) Kongreyi açtıktan sonra, geçici olarak başkanlık yerinde bulunuyordum.
"Bu neden gerekiyor efendim?" diye sordum.
Öneriyi yapan:
"Böylece işin içine senlik benlik karışmamış olacağı gibi dışarıya karşı da, eşitliği gözettiğimiz için, iyi bir etki yapılmış olur." dedi.
Baylar, ben yurdun, öneriyi yapanla birlikte bütün ulusun, hepimizin nasıl bir felaket çıkmazında bulunduğumuzu göz önüne getirerek, kurtuluş çaresi olduğuna inandığım girişimleri bitmez tükenmez güçlükler ve engellere karşın maddesel ve ruhsal bütün varlığımla yürütmeye çalışırken, benim en yakın arkadaşlarım, daha dün İstanbul'dan gelmiş ve elbette işlerin içyüzünü bilmeyen, saygı duyduğum yaşlı bir kişinin diliyle bana senlikten benlikten söz ediyorlar.
Bu öneriyi oya koydum. Çoğunlukla kabul edilmedi. Başkan seçimini gizli oya koydum. Üç üye dışında bütün üyeler oylarını bana verdiler.

Sivas Kongresinin Üzerinde Durduğu İşler
Sivas Kongresi'nin gündemi, Erzurum Kongresi'nin tüzük ve bildirisi ve bir de bizden önce Sivas'a gelmiş olan yirmi beş kadar üyenin düzenlediği bir andırıdan (muhtıra) oluşacaktı.
İlk açılış günü olan 4 Eylül günü ile Eylülün beşinci ve altıncı günleri, yani üç gün, İttihatçı olmadığımızı açıkça belirtmek için andiçmek gereğini konuşmakla ve ant örneğini düzenlemekle; Padişaha sunulacak yazıyı yazmakla ve Kongrenin açılışı dolayısıyla gelen tellere karşılık vermekle ve daha çok da, Kongre siyasayla uğraşacak mı, uğraşmayacak mı konusunun tartışılmasıyla geçti. İçinde bulunulan savaşım ve uğraşmalar, siyasadan başka bir şey değilken bu son tartışmalara şaşılmaz mı?
Sonunda Kongrenin dördüncü günü, asıl konuya geldik ve o gün, Erzurum Kongresi Tüzüğünü görüşerek hemen sonuca bağladık. Çünkü, Erzurum Kongresi Tüzüğünde yapılması gereken değişiklikleri önceden hazırlamış ve gerekli gördüklerimizi bu konuda aydınlatmış bulunuyorduk.
Bununla birlikte, yapılan değişiklikler, sonradan bazı direnmelere, anlaşmazlıklara ve birçok yazışma ve tartışmalara yol açtığı için, bu değiştirilen noktaların önemlilerini bildireceğim.
1- Derneğin adı "Şarki Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti" idi, "Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti" oldu.
2- "Heyeti Temsiliye Doğu Anadolu'nun bütününü temsil eder." sözü yerine "Heyeti Temsiliye yurdun bütününü temsil eder." dendi. Üyeler arasına da daha altı kişi katıldı.
3- "Her türlü işgali ve işimize karışmayı Rumluk ve Ermenilik örgütleri oluşturma amacıyla yapılmış sayacağımızdan elbirliğiyle savunma ve direnme ilkesi kabul edilmiştir." yerine "Her türlü işgal ve işimize karışmanın ve özellikle Rumluk ve Ermenilik örgütleri oluşturma amacını güden davranışların durdurulması için elbirliğiyle savunma ve uğraşma ilkesi kabul edilmiştir." denildi.
Bu iki cümledeki ayrılık, anlam bakımından elbette pek büyüktür. Birincisinde İtilâf Devletlerine karşı düşmanca bir durum alınacağı ve direnileceği söylenmiyor. İkincisinde bu yön açıkça belirmiş oluyor.
4- Tüzüğün, dördüncü maddesini oluşturan sorun, oldukça tartışmalara yol açtı. Madde şu idi:
"Osmanlı Hükümeti'nin yabancı devletler baskısı karşısında buraları (yani doğu illerini) bırakmak ve buralarla ilgilenmemek zorunda kaldığı anlaşılırsa yönetim, siyasa, askerlik bakımlarından nasıl davranılacağının belirtilmesi ve saptanması" yani geçici yönetim kurma işi.
Sivas Kongresi Tüzüğünde bu maddedeki "buraları yerine ülkemizin herhangi bir parçasını bırakmak ve orası ile ilgilenmemek...." biçiminde kapsayıcı ve genel sözler kondu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:15

Amerikan Güdümü İçin Propagandalar
Bundan sonra, 8 Eylül toplantısında, demin söylediğim andırı üzerinde konuşuldu. Bu andırıda (muhtıra) başlıca Amerikan güdümü söz konusu oluyordu.
O günlerde, İstanbul'dan gelen kimi kişiler, Amerikalı Bay Bravn (Browne) adında bir gazeteciyi de Sivas'a getirmişlerdi. Bu işle ilgili olarak kongrede geçen görüşmelerden söz açmadan önce konu üzerinde yüce kurulunuzun yeterince aydınlanmasını sağlamak üzere, ilkin bu konuya giriş olarak birtakım bilgileri sunayım. Bu bilgiler, Erzurum'dan beri başlayan bazı yazışmalardan daha iyi anlaşılacağı için, onları olduğu gibi sunacağım.

Güvenlikle ilgili ve çok ivedidir. Amasya'dan

25/26 Temmuz 1919
Erzurum'da Üçüncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanlığına
1- Mustafa Kemal Paşa'ya özeldir: Bugün 25 Temmuz 1919 akşamı Bekir Sami Beyefendi Amasya'ya geldiler. Kendileriyle uzunca bir süre konuştum. Mustafa Kemal Paşa'ya ve Rauf Beyefendi'ye saygılarını sunarlar. Kendisi, aşağıdaki düşüncelerini bildirmemi rica etmiştir.
2- Bağımsızlık, istenilmeye ve yeğlenmeye değer. Ancak, tam bağımsızlık istemeye kalkışırsak ülkemiz birçok parçalara ayrılacaktır. Bu kesindir ve hiç kuşku götürmez. Bu durum karşısında, iki üç il içinde kalacak bağımsızlıktan, ülkemizin bütünlüğünü sağlayacak bir devletin güdümü altına girmek elbette yeğdir. Bütün Osmanlı ülkesini kapsayacak meşrutiyetimiz (Meşrutiyet ile yönetilmemiz) ve dışarda temsilci bulundurma hakkımız yürürlükte kalmak üzere belki bir süre için Amerika'nın güdümünü istemeyi ulusumuz için en yararlı bir çözüm yolu sayıyorum. Bu konuda Amerika temsilcisi ile görüştüm. Birkaç kişinin değil, bütün ulusun sesini Amerika'ya duyurmak gerektiğini söyledi ve aşağıdaki koşullarla Wilson'a Senatoya ve Amerika Kongresine başvurulmasını ileri sürdü:
a. Adaletli bir hükümetin kurulması.
b. Eğitim ve öğretimin yayılması ve genelleştirilmesi.
c. Din ve mezhep özgürlüğünün sağlanması.
d. Gizli antlaşmaların kaldırılması.
e. Bütün Osmanlı ülkesini kapsamak üzere Amerika Hükümetinin bizi güdümü altına almayı kabul etmesi.
3- Bundan başka kongremizin seçeceği bir kurulu, Amerika'ya bir zırhlı ile ulaştırmayı da temsilci üzerine almıştır.
4- Bekir Sami Bey daha bir iki gün buralarda kalacağından her türlü buyruğun ve yönergenin benim aracılığımla duyurulmasını ve özellikle Sivas Kongresinin toplanma zamanı ile kendilerinin o güne değin nerede beklemesi uygun olacağının bildirilmesini rica etmekte olduğu.
Beşinci Kafkas Tümeni Komutan Vekili
Arif
Erzurum
Şifre
İvedi ve kişiye özeldir.
196
Amasya'da Beşinci Tümen Komutanlığına
1- Şimdi Amasya'da bulunan eski Vali Bekir Sami Beyefendi'ye özeldir: Yüksek telyazınızdan pek yararlandık. Toplantılarına devam eden Doğu İlleri Kongresi, hemen hepsi geldikleri yerlerdeki halkça konuşmasını bilir, sözü geçer ve etkili olarak tanınmış kişilerden kurulmuş güçlü bir kurul niteliğindedir. Bu Kongrede, şimdiye dek olan görüşmelerde, devletin ve ulusun tam bağımsızlığının savunulmasında direnilmektedir. Demek ki, daha bizce de koşulları ve niteliği bilinmeyen bir Amerika güdümünden kongreye doğrudan doğruya söz açılması pek sakıncalı olacağından, sizlerin İstanbul'da ilişki kurduğunuz kişilerle olan konuşmalarınızın ışığı altında aşağıdaki noktaları açıklayarak bizleri tez elden aydınlatmanızı özellikle rica ederiz. Bundan önce de doğrudan doğruya İstanbul'dan bu konuda gelen bilgiler kuşku verici görüldüğünden aynı esaslar içinde oradan açıklama istenmişti. 21 Temmuz 1919 günü Sivas'ta Refet Bey aracılığıyla İstanbul'dan gelen bilgiler de gene öyle kuşku verici bulunduğu için buradan da, doğruca, koşullar sorulmuş ve açıklama istenmiştir.
a. "Tam bir bağımsızlık istenmeye kalkışılırsa ülkemizin birçok parçalara ayrılacağı kesindir ve hiç kuşku götürmez." buyuruluyor. Bu kanının kaynağı nedir?
b. Ülke bütünlüğünden, ülkenin bölünmezliği mi yoksa egemenlik hakları mı anlaşılacaktır?
c. Bütün Osmanlı ülkesini kapsayacak meşrutiyetimiz ve dışarda temsilci bulundurma hakkımızı yürürlükte kalmak üzere bir devletin güdümünü istemeyi en yararlı bir çözüm yolu olarak görüyorsunuz. Ancak, temsilcinin ileri sürdüğünü bildirdiğiniz şeylerle bu çözüm yolu çelişkili görünüyor. Çünkü meşrutiyetimiz yürürlükte kalınca hükümet, yasama organından güvenoyu almış ve onun denetimi altına girmiş bir kurul olur ki, artık bu kurulun meydana getirilmesinde Amerika'nın e1i ve etkisi olamaz. Öyle ise, ya meşrutiyet yürürlüktedir ve adaletli bir hükümet kurulmasını Amerika'dan istemeye yer yoktur; ya da, adaletli bir hükümetin kurulması Amerika'dan istenilince meşrutiyetin yürürlüğü sözde kalır.
d. Eğitim ve öğretimin yayılıp genelleştirilmesinin anlamı nedir? İlk aklımıza gelen, ülkenin her yerinde Amerikan okullarının açılmasıdır. Çünkü daha şimdiden yalnız Sivas'ta yirmi beş kadar okul açmışlardır ki, yalnız birinde bin beş yüz kadar Ermeni öğrenci vardır. Buna göre, Türk ve Müslüman eğitim ve öğretiminin yayılıp genelleştirilmesi ile bu yapılan işler nasıl bağdaştırılabilecektir?
e. "Din ve mezhep özgürlüğünün sağlanması" sözleri de önemlidir. Patrikhanelerin ayrıcalıkları varken bunun değişik yönü ve anlamı nedir?
f. Temsilcinin beşinci madde olarak sözünü ettiği bütün Osmanlı ülkesinin sınırları nedir? Yani savaştan önceki sınırımız mıdır? Eğer bu deyim içine Suriye ve Irak da giriyorsa Anadolu halkının Arabistan adına güdüm istemeye hakkı ve yetkisi olabilir mi?
g. Şimdiki hükümetin siyasası nedir? Tevfik Paşa neden Londra'ya gitti? Amerikalılar gibi İngilizlerin de ayrıca bir güdümcülük ardından koştukları görülüyor. Ayrımları nedir? Hükümet Amerika güdümüne ne gözle bakıyor? Yani buna yatkın mı, yoksa çekingen mi davranıyor? Amerikalılar neden Ermenistan'ın güdümcülüğünü bıraktılar? Amerikalılar güdümü almaya ne ölçüde eğilimli ve isteklidir?
2- Sivas Kongresinin toplanması Erzurum Kongresinin sona ermesine bağlıdır. Bunun üzerinde ayrıca çalışılmaktadır. Yüce kişiliğinizin (zâtı samilerin) o zamana değin ya Tokat'ta ya da Amasya'da bulunmanız uygundur. Saygılarımızı sunarız.
Mustafa Kemal

Güvenlikle ilgili ve ivedidir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:16

93 Amasya'dan, 30.7.1919
Üçüncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanlığına
1- Mustafa Kemal Paşa'ya özeldir: Bekir Sami Bey'den alınan yanıt aşağıda bilginize sunulur:
a. Tam bağımsızlık istenirse ülkemizin birçok parçalara bölünmesi ve birkaç devletin güdümü altına girmesi Dörtler Kurulunca kararlaştırılmıştır. Bunu önlemek için tek devletin güdümünü istemenin en uygun olacağını söylemiştir.
b. Yalnız egemenlik hakları söz konusudur, ülkemizin bütün olarak bizde kalması temel ilkedir.
c. Amerika'dan, herhangi biçimde bir hükümet istemeyeceğiz. Amerika'ya, adaletli bir hükümet kuracağımız konusunda sağlam söz vereceğiz. Anayasamız hükümleri yürürlükte kalmak, padişah soyunun her türlü egemenlik haklarına dokunulmamak ve dışarda temsilcilerimiz eskisi gibi bulunmak koşullarıyla Amerika Hükümeti'nin mutluluğumuza ve gelişmemize yardım etmesini isteyeceğiz. İsteyeceğimiz güdüm bu biçimdedir.
d. Eğitim ve öğretimin yayılıp genelleştirilmesinin anlamı Amerikan okullarının köylerimize dek girmesine izin vermek değil, ulusal ve Müslüman eğitim ve öğretimini yayıp genelleştirmeye özen göstereceğimiz konusunda kendilerine söz vermekle birlikte, yardımlarını istemektir. Güdümcülüğü Amerikan misyonerlerine değil, Amerika Hükümetine vermek istiyoruz.
e. Din ve mezhep özgürlüğü, öteden beri İslam dininin ilkeleri gereğindendir. Amerika kamuoyu bu gerçeği bilmedikleri için kendilerine bu konuda güven vermek istiyoruz ve temsilcinin sözünü ettiği sınır, savaştan önceki sınırımızdır. Suriye ve öteki bölgeler üzerinde bizim güdüm istemeye yetkimiz olup olmaması, Kongrece çözümlenecek bir sorundur. Daha önce Suriye ve Irak'ta Amerikalılar kamuoyuna başvurdular. Suriye ve Filistin'de bağımsız bir Arap hükümeti kurmayı istemekle birlikte Amerika'nın güdümü altına girmeyi yeğlediklerini bildirdiler.
f. Şimdiki hükümet yeni kurulduğundan, güdeceği siyasa bilinmiyor. Ancak, önceki hükümetlerin siyasaları güçsüzlük ve İtilâf kuvvetlerinin her bir buyruğuna boyun eğmekti. Tevfik Paşa Londra'ya gitmeyerek Ferit Paşa ile geri dönmüştür. Amerika, Ermenistan Hükümeti kurulmadan önce, orada dolaşan Amerikan kurullarının raporlarına bakarak, büyük bir Ermenistan kurulmasına olanak bulunmadığı düşüncesindedir. Güdüm konusunda ayrıntılı bir yazı posta ile gönderilmek üzeredir.
2- Şimdilik sizlerden gelecek bildirimleri bekleyerek Tokat'ta bulunacağım. Amasya ve Tokat'ta ve ilçelerde gereken bildirimleri yapmaktayım ve iyi sonuçlar vereceğini ummaktayım. Hepinize saygılarımı sunarım efendim.
Beşinci Tümen Komutanı
Arif

Şifre
Kişiye özeldir
Erzurum
1 Ağustos 1919
Amasya'da Beşinci Tümen Komutanlığına
Bu telin hemen Bekir Sami Beyefendi'ye ulaştırılması ve yanıtının ivedilikle alınması rica olunur:
Bekir Sami Beyefendi'yedir:
30.7.1919 günlü tele yanıttır. Amerikan güdümcülüğü üzerine son açıklamanızı öğrendik. Bu koşullara göre, aslında korkulacak bir şey olmamak gerek. Bununla birlikte, daha bir nokta üzerinde yüksek görüşlerinizi de öğrenmek istiyoruz. Bize elverişli bunca koşullar ileri sürebilecek olan Amerika Hükümeti, böyle bir güdümcülüğü kabul etmesine yani buna katlanmasına karşılık, Amerika adına ne gibi yararlar ve çıkarlar sağlamış olacaktır? Bununla kendi hesaplarına ne amaç güdüyorlar? Bu konuda edindiğiniz bilgilerle ve yüksek düşüncelerinizle de bizi aydınlatmanızı ivedilikle bekleriz efendim.
Mustafa Kemal

Amasya, 3.8.1919
Üçüncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanlığına
Bekir Sami Bey'den alınan karşılık aşağıda bilginize sunulur:
Mustafa Kemal Paşa'ya özeldir: Amerikalılarla şimdiye değin yapılan görüşmeler, elbette hep özel olarak yapılmış olduğuna ve salt bir varsayımdan öteye geçemediğine göre, güdümle ilgili bağıtlaşmada bağıtçı (âkit) iki devletin uyacakları koşullar üzerinde durulmamıştır. Sivas Kongresi'nin, gerçekleşebilecekse, hazırlanarak ivedilikle açılması gereğini özet olarak bilginize sunarım.
Kurmay Yarbay
Arif
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
Saygıdeğer Efendim.
Ülkenin siyasal durumu en sıkışık bir evreye geldi. Kendimize bir yön çizmek için Türk ulusunun zarını atıp olumlu bir duruma girmek zamanı ise geçmek üzere bulunuyor.
Dış durum İstanbul'da şöyle görünüyor:
Fransa, İtalya, İngiltere, Türkiye'nin güdümü işini Amerika Senatosu'na resmi olarak önermekle birlikte, bütün güçlerini Senatonun bunu kabul etmemesi için harcıyorlar. Bölüşmeden pay kaçırmak elbette işlerine gelmiyor.
Suriye'de umduğunu elde edemeyen Fransa, zararını Türkiye'den çıkarmak istiyor. İtalya, namuslu bir emperyalist olduğundan, savaşa ancak Anadolu'nun bölüşülmesinde pay almak için girdiğini açıktan açığa söylüyor. İngiltere'nin oyunu biraz daha incedir.
İngiltere, Türkün birliğini, çağcıllaşlaşmasını, gerçek bir bağımsızlık kazanmasını, gelecek için bile olsa, istemiyor. Yeni araçlar ve görüşlerle tümüyle çağcıl ve güçlü bir Müslüman Türk hükümeti, başında Halife de olursa, İngiltere'nin Müslüman tutsakları için bir kötü örnek olur. Türkiye'yi bütün olarak İngiltere alabilse kafasını kolunu koparır, birkaç yılda kendisine gönülden bağlı bir sömürge durumuna getirir. Buna, en başta, özellikle ülkemizdeki din adamları çoktan isteklidir. Ama bunu Fransa ile döğüşmeden yapamayacağı için istemez. Fakat Türkiye'yi bütün olarak bırakmak zorunluluğu belirirse, yani bölüşmenin ancak askerlik yönünden büyük özverileri göze alarak elde edebileceğini anlarsa, Latinleri sokmamak için Amerika'nın güdümcülük görüşünü tutar ve destekler. Nitekim, İngiliz siyasa adamları arasında aslında bu düşünceye eğilimli olanlar var. Morison (Morisson) gibi tanınmış kişiler Amerika'nın Türkiye'de genel güdüm almasını istiyorlar.
Bir başka çözüm yolu da Türkiye'yi, Trakya'dan, İzmir'den, Adana' dan, belki de Trabzon'dan ve kesin olarak İstanbul'dan yoksun bıraktıktan sonra, eskiden yabancılara tanınan kapitülasyonları ve bir gün, nasıl olsa çökecek iç sınırları içinde bağımsız bırakmak.
Biz, İstanbul'da kendimiz için bütün eski ve yeni Türkiye sınırlarını kapsamak üzere geçici bir Amerikan güdümünü, katlanabilir kötü durum olarak görüyoruz. Nedenlerimiz şunlardır:
1- Aramızda nasıl olsa Hıristiyan azınlıkları kalacaktır. Bunlar hem Osmanlı uyruğu haklarından yararlanacaklar, hem de dışardaki bir Avrupa devletine dayanarak karışıklık çıkaracaklar, boyuna işlerimize karışılmasına yol açacaklar, aslında göstermelik bağımsızlığımızı azınlıklar adına her yıl parça parça yitireceğiz.
Düzenli bir hükümet ve çağcıl (asri) bir yönetim kurulması için Patrikhanenin siyasal ayrıcalıkları ve azınlıkların güçlü devletler aracılığıyla, boyuna gözdağı verdirmeleri ortadan kalkmalıdır. Küçük ve güçsüz bir Türkiye bunu yapamayacaktır.
2- Birbirini yok eden; çıkar, hırsızlık ya da serüven ve ün için yaşayanların tutkusunu yerine getiren hükümet anlayışı yerine, ulusun rahatlığını ve gelişimini sağlayacak ve halkı; köyleri, sağlığı ve düşünüşü ile çağcıl bir halk haline koyabilecek bir hükümet anlayışı ve uygulaması bize gereklidir, Bu işin istediği para, uzmanlık ve güç bizde yok Yabancı devletlerden ödünç para almak, siyasal tutsaklığı artırıyor. Kayırma, bilgisizlik ve çok konuşmaktan başka, olumlu bir sonuç veren yeni bir yaşayış düzeni yaratamıyoruz.
Bugünkü hükümet adamlarına değer vermese bile, halkı ve halk hükümeti kurmayı ayrı sayan Filipin gibi yabanıl bir ülkeyi bugün kendi kendini yönetebilen çağcıl bir makine haline koyan Amerika, bu konuda çok işimize geliyor. On beş yirmi yıl sıkıntı çektikten sonra yeni bir Türkiye'yi; her kişisi öğrenimi ve anlayışı ile gerçek bağımsızlığı kafasında ve cebinde taşıyan bir Türkiye'yi, ancak Yeni Dünya'nın yeteneği yaratabilir.
3- Dış çekişmeleri ve kuvvetleri uzaklaştırabilecek bir yardımcı bize gerek. Bunu ancak Avrupa dışında ve Avrupa'dan güçlü bir elde bulabiliriz.
4- Bugünkü olupbittilerin kalkması ve ivedilikle davamızı dünyaya karşı savunabilmemiz için yeterince güçlü bir devletin yardımını istemek gerektir. Başka ülkeleri ele geçirmeye alışkın olan Avrupa'nın bin bir dalaveresine ve alçakça siyasasına karşı, böylece bir vekil adı altında, Amerika'yı kendimize kazanarak ortaya atabilirsek Doğu sorununu (Şark meselesini) da, Türk sorununu (Türk meselesini) da gelecek için kendimiz çözmüş olacağız.
Bu nedenlerden ötürü ivedilikle istememiz gereken Amerika da, kuşkusuz sakıncasız değildir. Onurumuzdan epeyce vazgeçmek zorunda bulunuyoruz. Yalnız, kimilerinin düşündüğü gibi Amerika'nın resmi kimliğinde dinsel eğilim ve dinden yana olma yoktur. Hıristiyanlara para verecek misyoner kadını Amerikası, Amerika'nın yönetim makinesinde bir yer tutmaz. Amerika'nın yönetim makinesi dinsiz ve milliyetsizdir. O, çok düzenli, çeşitli soy ve mezhepte adamları çok bağdaşık olarak bir arada tutmanın yolunu biliyor.
Amerika, Doğu'da güdümcülük ve Avrupa'da başına dert almak istemiyor. Ama onların onur işi saydıkları şey, yöntemleri ve ülkeleriyle Avrupa'dan üstün bir ulus olmak isteğidir. Bir ulus, içtenlikle Amerikan ulusuna başvurursa, girdikleri ülkenin ve ulusun yararına nasıl bir yönetim kurabildiklerini Avrupa'ya göstermek isterler.
Resmi Amerika'nın önemli adamları arasında bizden yana epeyce bir eğilim belirdi. İstanbul'a Ermeni dostu olarak gelen birçok önemli Amerikalılar, Türk dostu ve Türk propagandacısı olarak döndüler.
Bu akımı yansıtan resmi ve özel Amerikan düşüncesi, gizli olarak şudur: Türkiye'yi hiçbir parçaya ayırmamak, eski sınırları içinde bütün olarak bırakmak koşuluyla genel ve bir tek güdüm kurmak istiyorlar. Suriye, Amerika komisyonu orada iken, genel bir kongre toplayarak Amerika'yı istemiştir. Amerika'da Suriye'nin bu isteği pek sıcak karşılanmıştır.
Resmi Amerika, bizim topraklarımız üzerinde Ermenistan kurmaya eğilimli görünmüyor. Eğer güdüm alırlarsa bunu, bütün ulusları eşit koşullar altında bir yurt çocuğu sayarak alacaklarını en önemli çevrelerinden öğrendim.
Ancak, Avrupa kesin olarak bir Ermenistan sorunu ortaya çıkarmak, -özellikle İngiltere- Ermenilere ödünler vermek istiyor; Amerika kamuoyunda zulüm görmüş Ermeniler adına bir oyun oynamaya çalışıyor. Bizim düşünürleri Avrupa korkusu düşündürüyor. Reşat Hikmet Bey gibi, Câmi Bey gibi, ulusal bütünlüğümüzü bile oluşturan siyasa adamlarımız, Ermeni sorunu için bir çözüm yolu salık veriyorlar. Resmi olarak size yazılıyor.
Çok tehlikeli günler geçiriyoruz. Anadolu'da olup bitenleri dikkat ilgi ve sevgiyle izleyen bir Amerika var. Hükümet ve İngilizler bunun, Hıristiyanları öldürmek, İttihatçıları getirmek için bir hareket olduğunu elbirliğiyle Amerika'ya aşılamaya çalışıyorlar.
Her an bu ulusal eylemi durdurmak için kuvvet gönderilmesi düşünülüyor; bunun için İngilizleri kandırmaya çalışıyorlar. Ulusal eylem ivedilikle ve olumlu isteklerle hemen kendini gösterirse (ve Hıristiyan düşmanlığı gibi bir tutumu da olmazsa) Amerika'da hemen destek bulacağını yine çok önemli çevreler kesinlikle söylüyorlar.
Sivas Kongresi toplanıncaya değin Amerika Komisyonunu alıkoymaya çalışıyoruz. Üstelik kongreye Amerikalı bir gazeteci göndermeyi bile belki başarabileceğiz.
İşte bütün bunlar karşısında, davamıza destek olabilmesi için, bu elverişli dakikaları yitirmeden, bölünme ve çökme korkusu karşısında Amerika'ya başvurmak zorunda olduğumuzu sanıyorum. Vasıf Bey kardeşimizle bu konuda ortak olduğumuz noktaları kendisi de ayrıca yazacaktır.
Türkiye'yi, dayanç ve iradesi olan geniş kafalı bir iki kişi belki kurtarabilir.
Serüven ve savaş zamanı artık geçmiştir. Gelecek için gelişme ve birleşme savaşı açmak zorundayız. Sınırlarında bunca çocuğu ölen zavallı ülkemizin düşünce ve uygarlık savaşında kaç şehidi var? Biz Türkiye'nin hayırlı çocuklarından yarının kurucuları olmalarını istiyoruz. Rauf Bey kardeşimizle sizin, temelleri bile çöken zavallı yurdumuz için uzakları görerek birlikte düşünüp çalışmanızı bekliyoruz.
Saygılarımı gönderir, başarınıza dua ederim. Ulusal davada canıyla ve başıyla çalışanlar arasında gösterişsiz bir Türk eri alçak gönüllülüğü ile sizinle birlikte olduğumu bildiririm.
10 Ağustos 1919
Halide Edip
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:16

Afyonkarahisar (Karahisarısahip), 13.8.1919.
On Beşinci Kolordu Komutanlığına
Mustafa Kemal Paşa'ya özeldir: İstanbul'daki çeşitli partilerin birleşerek, Amerika Komisyonuna verilmek üzere, aldıkları kararlar olduğu gibi aşağıda sunulmuştur:
1- Ermenistan için, Türkiye'nin doğu sınırı üzerinde Ermenilerin işine yarayacak bir toprak parçası vermeyi, doğu illerindeki Türklerin ve orada iş başında bulunan büyüklerin, gelecekteki rahatlıklarını ve özgür gelişmelerini düşünerek kabul edebilecekleri kanısında olduklarını; yalnız bu kanılarını, oradaki Kürtlerle işbirliği yapmış olmaları ve Kürtlerin de Ermenilere toprak vermek düşüncesini hiç benimsemeyeceklerini bildikleri için açığa vurmak istemediklerini; açığa vursalar bile oradaki Türk çoğunluğunun aşağıdaki koşullara uyulma konusunda kendilerine sağlam söz verilmedikçe bu düşüncede Kürtlerden ayrılmayacaklarını sandıklarını saptamışlardır. Şöyle ki: Birincisi, Türk ve Kürt çoğunluğu ile bunlar arasındaki başka azınlıkların oturdukları toprakların bütünlüğü; ikincisi, Türk bağımsızlığının tam olarak tanınması ve yürürlüğe konularak sağlama bağlanması; üçüncüsü (Aslında: rabian - dördüncüsü), Türkiye'nin çağdaş uygarlığa erişebilmesi için, özgürce gelişimini engelleyen etmenlerin kaldırılmasıyla Wilson ilkelerinde vadedildiği üzere bağımsızlığından ve haklarından en güvenilir bir biçimde yararlanmasına olanak verilmesi; dördüncüsü, bu konularda ve Türklerin ilerlemesinin çabuklaştırılmasında yardımcı olacağını, Amerika'nın Milletler Cemiyetine (Cemiyeti Akvama) karşı yüklenmesi.
2- Boşaltılacak topraklardan çıkarılacak olan Türk ve Kürtlerin yeni gönderilecekleri topraklarda hemen yerleştirilmesi ve hemen yeni topraklarından yararlanmalarını sağlamak için Amerika'nın yardım etmesi.
3- O bölgede ve özellikle Erzincan ve Sivas arasında yoğun olarak bulunan Ermenilerin de yeni Ermenistan sınırı içine gönderilmelerinin sağlanması.
4- Ermenistan hesabına yapılacağını kestirdiğimiz toprak bırakma işi, bağımsız bir Ermenistan adına değil, ancak büyük ve çağcıl bir devletin güdümü altında gelişecek çağdaş bir devlet adına olacaktır. Çünkü, bugünkü Ermenistan'a toprak vermek, Türkiye'nin başına ikinci bir Makedonya derdi açmak olduğu gibi, Kafkasya için de bir etmen yaratmak demektir.
5- Bütün bunlar, tartışılabilir bir "öneri" niteliğindedir. Bunların kesinleşmesi için yurttaki kurullarla ilişki kurulabilirse oraya Amerika Komisyonundan bir kişinin gönderilmesi çok gereklidir.
6- Ve en son olarak, işin yasaya ve türeye uygun duruma getirilmesi için, Osmanlı Millet Meclisine bırakılması gerekir.
On İkinci Kolordu Komutanı
Salâhattin
Şifre
Kişiye özeldir. Erzurum, 21.8.1919
339
On İkinci Kolordu Komutanlığına
Yirminci Kolordu Komutanlığına
(Yalnız 12'nci Kor.) 13. 8.19l9 günlü şifreye Y(yanıt) .:
İstanbul'daki çeşitli partilerin Amerika Komisyonuna verilmek üzere aldıkları kararlar burada Heyeti Temsiliyece pek çok üzüntüye ve acınmaya değer görüldü. Çünkü, birinci maddede Ermenistan'a doğu illerinden toprak verilmesi söz konusu olmaktadır. Oysa ezici çoğunluğu Türk ve Kürt olan bu illerden bir karış toprağın bile Ermeniler hesabına bugün için edimli olarak geçirilemeyeceği gibi, çeşitli soydan gelen halk arasındaki tiksinti ve öç alma duygusunun korkunçluğu ve sertliği, Osmanlı Ermenileri geri gelseler bile illerde yoğun olarak yerleştirilmelerinin tehlikeli olacağını göstermektedir. Bu duruma göre, suçlu olmayan Osmanlı Ermenilerine gösterilecek en büyük kolaylık, eşit ve adaletli koşullar içinde yurtlarına dönmelerini kabulden başka bir şey olamayacaktır. Üçüncü maddede Erzincan ve Sivas arasında yoğun bir Ermeni topluluğu bulunduğu kuruntusu bilgisizlikten ve anlayışsızlıktan başka bir şey değildir. Savaştan önce bile buralarda oturanların büyük çoğunluğu Türk, birazı Zaza denilen Kürtler ve pek azı da Ermeni idi. Bugün ise, varlığından söz edilecek sayıda Ermeni yoktur. Öyle ise bu gibi dernekler, yetkilerini bilmeli ve bir iş yapmak isterlerse, hiç olmazsa Harbiye ve Hariciye nazırlıklarının barış hazırlıkları için düzenledikleri resmi istatistik ve grafiklere olsun başvurma sıkıntısından kaçınmamalıdırlar. İşbu telin, olduğu gibi İstanbul'a gönderilmesini rica ederiz.
Mustafa Kemal
Güvenlikle ilgilidir.
2013
Ankara'dan, 14.8.1919
Üçüncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanlığına
1- Mustafa Kemal Paşa'ya: İstanbul'a gönderilmek üzere yazmış olduğunuz son yanıtlar, yerine ulaştırıldı ve buna karşılık olan basılı raporla: Ahmet Rıza Bey, Ahmet İzzet, Cevat, Çürüksulu Mahmut paşalar, Reşat Hikmet, Câmi, Reşit Sadi beyler, Esat paşalar gibi pek çok kişinin düşüncelerine uygun olan Kara Vâsıf'ın yani Cengiz'in, Halide Edip Hanım'ın görüşlerini kapsayan uzun mektuplar geldi. Bunlar sıra ile özetlenerek sunulacağı gibi asılları da Sivas'a gönderilecektir. Bunların hepsinde bir yardımın gereksinmesi ileri sürülmekte ve bu yardımın Amerikaca yapılması kolay katlanılır bir kötü durum olarak kabul edildiğinin gerekçesi bildirilmektedir. Basılı rapor; Câmi, Rauf Ahmet, Reşat Hikmet, Reşit Sadi beylerle Halide Hanım, Kara Vâsıf, Esat Paşa ve bütün parti ve derneklerin düşünceleri yoklandıktan sonra, büyük bir çoğunluğa göre düzenlenmiştir. Vakit varmış. Kongrede bir an önce iş görmek, Ámerikalılar gitmeden durumu bildirmek gerekmiş. Amerikalıları oyalayarak gitmeleri geciktirilmeye çalışılıyormuş.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:18

Hainlerle İşbirliği Yapan Ferit Paşa Hükümetine Saldırış
Baylar, Ali Galip'in giriştiği işin, Padişahın ve Ferit Paşa Hükümetinin ve yabancıların ortak bir girişimi olduğuna, bilginize sunduğum belgeleri gördükten sonra kimsenin kuşkusu kalmaz, sanırım. Bu hainliğin ortak girişimcilerine karşı alınması gereken durum açıktır. Ancak, karşı girişimde elden geldiğince açık saldırıdan vazgeçmek, o günün gereği olmakla birlikte, girişim gücünü çeşitli hedeflere çevirmekten sakınarak bir noktada toplamak, uygun bir davranış olacaktı. Biz de, saldırılacak hedef olarak, yalnız Ferit Paşa Hükümetini seçtik ve bu işte Padişahın parmağı olduğunu bilmezlikten geldik. Ferit Paşa Hükümetinin, gerçekleri bildirmeyerek Padişahı aldatmakta olduğu tezini tuttuk. Padişahın, durumu anlayacak olursa hemen, kendisini aldatanlara hakettikleri işlemi yapacağına güvenimiz olduğunu ileri sürdük ve hükümetin tanıtlanmış olan cinayeti üzerine, elbette kendisine güven kalmayacağından gerçek durumu yalnız ve ancak doğrudan doğruya Padişaha bildirmekle durumun düzeltilebileceğini, girişimlerimiz için çıkış noktası saydık. Bu düşünce ile Eylülün on birinci günü, Padişaha çekilmek üzere bir telyazısı hazırlandı. Bu telde, kestirebileceğiniz gibi, zamanın gereği olan birçok gösterişli sözler içinde: "Hükümetin savaş yoluyla Kongreyi basarak Müslümanlar arasında kan dökmeye kalkıştığı ve Kürdistan'ı ayaklandırarak yurdu parçalatma planının da para karşılığında yüklenilmiş olduğu belgelerle anlaşıldığından, hükümetin bu işte kullandığı adamların bozguna uğrayarak kaçmak zorunda bırakıldıkları; yakalanırlarsa kanunun haklayıcı eline teslim olunacakları ve bu cinayetleri düzenleyerek Dahiliye ve Harbiye nazırlarına emir verdirip uygulattıran İstanbul Hükümetine ulusun inan ve güveni kalmadığı" bildirildikten sonra: "Namuslu kişilerden yeni bir hükümet kurularak bu casus örgütünün haklarında ivedilikle ve adaletli olarak soruşturma yapılması ve cezalandırılması" isteniyor ve: "Adaletli bir hükümetin kurulmasına değin İstanbul Hükümeti ile hiçbir türlü yazışma yapmamaya ve ilişki kurmamaya karar vermiş olan ulustan ordunun ayrılmayacağını, olayın içyüzünü bilen ve olay yerine yakın olan kolordu komutanları, bilginize sunmak zorunda kaldık." deniliyordu. (belge: 82)
İşte bu telyazısı örneğinin bütün kolordularca İstanbul'a çekilmesi uygun görüldü. 11 Eylül günü telgraf başında kolordu komutanlarına özel olarak şunları bildirdim:
"Şimdi bir örnek vereceğiz. Bu örneğin 3'üncü,15'inci, 20'nci,13'üncü ve 12'nci Kolordu Komutanlarının ortak imzalarıyla çekilmesini uygun görüyoruz. Okuduktan sonra öteki komutanlarla aynı zamanda çekmek için bekleyiniz."
Örnek
Yüksek Sadrazamlık Katına
"Şimdi, doğrudan doğruya kutsal başkomutanımız, şanlı Halifemiz Efendimize önemli şeyler bildirmek zorundayız. Engel olunmamasını rica eder; engel olunursa bundan doğacak ağır sonuçların sorumluluğunun yalnız yüksek kişiliğiniz üzerinde kalacağını bilgilerinize sunarız.12'nci Kor., 13'üncü Kor., 20'nci Kor., 15'inci Kor., 3 üncü Kor.
Padişaha bildirilecek önemli şeyler, daha önce bilginize sunduğum telyazısının içindekilerdi.
Eylülün 11'inci günü, özellikle 11/12'nci gecesi, her yerdeki Kolordu Komutanları telgrafhanelere el koyarak, kararlaştırılmış olduğu gibi İstanbul'la haberleşmeye çalışıyordu. Ama, Sadrazam ortadan kaybolmuş gibi idi. Karşılık vermiyordu. Biz de, telgraf başında Sadrazamın telleri alıp yanıt vermesi için baskı yapıyorduk. İstanbul telgraf görevlileriyle olan uzun çekişmelerden sonra bir telgraf görevlisi özel olarak şunları bildirdi:
"Sadrazam Paşa'ya yazılanlar telefonla söylenildi. Alınan karşılıkta: Telyazısında bildirilenler, Sadrazam Paşa Hazretlerinin bilgilerine sunuldu. Bildirilmek istenen şeyler, yöntemine göre telle bildirilmelidir. Telyazıları da yönetimine göre Padişaha sunulur, buyurduklarını Müdür Bey söylüyor efendim." (belge: 83)
Bunun üzerine gece yarısından sonra, saat 4'te şu telyazısı Sivas telgrafhanesine gönderildi:
11 /12.9.1919
Sadrazam Ferit Paşa'ya
Yurdun ve ulusun haklarını ve kutsal varlıklarını ayaklar altına alarak ve Padişah Hazretlerinin yüksek şeref ve onurlarını kırarak, aymazca girişim ve davranışlarınız anlaşılmıştır. Ulusun Padişahımızdan başka hiçbirinize güveni kalmamıştır. Bunun için, durumlarını ve dileklerini ancak Padişaha bildirmek zorundadırlar. Kurulunuz, yasadışı davranışlarının ağır sonuçlarından korkarak ulus ile Padişah arasına bir duvar gibi giriyor. Bu yoldaki direnmeniz daha bir saat sürerse ulus artık her türlü davranış ve yürütümünde kendisini özgür ve özürlü sayacak ve bütün yurdun, yasal olmayan kurulunuzla kesin olarak ilgisini ve bağlantısını kesecektir. Bu, son uyarımızdır. Bundan sonra ulusun alacağı durum, burada bulunan yabancı subaylar aracılığı ile İtilâf devletleri temsilcilerine de ayrıntılı olarak bildirilecektir.
Genel Kongre Kurulu
Sivas Telgraf Müdürlüğüne de gene o sırada telefonla şu buyruk verildi:
"Kongremizden seçilmiş bir kurulla telgrafhaneye gönderilecek bir telimizin doğrudan doğruya Padişahın özel kalemine (Mâbeyni Humayun) çekilmesine İstanbul'ca engel olunduğu bildiriliyor. Bir saat içinde telin çekilmesine izin verilmezse, İstanbul'la bütün Anadolu telgraf haberleşmesini kesmek zorunda kalacağımızı üstlerinize bildiriniz."
Genel Kongre Kurulu
Kolordu Komutanlarına da aşağıdaki genel bildirim yapıldı:
Sivas, 11 /12.9.1919
20'nci Kolordu Komutanlığına
15'inci Kolordu Komutanlığına
13'üncü Kolordu Komutanlığına
3'üncü Kolordu Komutanlığına
Kongrenin Padişah katına sunacağı dileklerin ulaştırılmasına İstanbul Telgraf Başmüdürlüğünce engel olunmuştur. Verilen bir saatlik süre içinde Padişahın özel kalemine yol verilmezse bütün Anadolu'nun İstanbul'la telgraf haberleşmesinin kestirileceği karşılık olarak adı geçen müdürlüğe bildirilmiştir. Kongrenin bu yasal isteğine olumlu karşılık alınmadığından, bu telimizi alır almaz Ankara, Kastamonu, Diyarbakır telgraf merkezlerinde ve Sinop'ta telgraf haberleşmelerinin kesilmesi; yani Kongrenin bildirimlerinden başka hiçbir telin İstanbul'a geçirilmemesi ve İstanbul'dan verilecek tellerin kabul olunmaması ve Batı Anadolu ile haberleşmemize engel olmayacaksa Geyve Boğazı yönündeki telgraf yolunun da tutulması ya da geçici olarak kesilmesi ve işin sonunun bildirilmesi rica olunur.
Bu yönergeye engel olacak telgraf görevlileri, bulundukları yerde hemen askeri mahkemeye verilerek en ağır cezaya çarptırılacaklardır. İşbu bildirimin yerine getirilmesi 20'nci, 15'inci,13'üncü ve 3'üncü Kolordu Komutanlıklarından rica edilmiştir. Alındığının bildirilmesi.
Sivas'ta Genel Kongre
Kurulu
Bu telyazısında bildirilenler, daha sonraki tellerle tamamlandı. (belge: 84, 85 )
11 /12 Eylül gecesi yapılmış olan genel bildirime ek olarak şu ricada bulunuldu:
"Bu gece sonuç elde edilinceye değin bütün komutanların, sivil yönetim başkanlarının ve ilgili kurulların telgrafhanelerden ayrılmamaları rica olunur."
Genel Kongre Kurulu
Telgrafhanelere de şu uyarma yapıldı:
"Ektir: Bu bildirimin yerine getirildiği haberi Kongre Kurulunca öğrenildikten sonra gene böylece aramızda haberleşme sürdürüleceğinden telgrafhanelerde adam bulundurulması rica olunur."
Genel Kongre Kurulu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:18

3. Bölüm
NUTUK
Anadolu'nun İstanbul Hükümeti ile İlişkisini Kesmesi
ve Değer Olaylar
İstanbul'daki Hükümetle İlişkiye Kesme Kararı
İstanbul'un, verilen bir saatlik süre içinde Saraya yol vermeyeceği anlaşılıyordu. Bunun için 12 Eylül 1919 günü bütün komutanlara ve illere şu genel bildirim yapıldı:
"Bir saate değin, örneği aşağıda bulunan telyazısı Kongre Genel Kurulunca Sadrazama çekilecektir. Bunun için siz de hemen bu ilkeye uygun ve bu anlamda birer telyazısı çekiniz ve hemen bildiriniz efendim."
Genel Kongre Kurulu

Saat beşte Sadrazama da "bilgi için" diye ulaştırılan ve bütün komutanlara, valilere gönderilen bildirim şu idi:
1- Hükümet, ulusun sevgili Padişahına dileklerini ulaştırmasını engelleyip onunla bağlantısını kesmekte ve gerçekleşen haince davranışını sürdürmekte direndiğinden, ulus da, yasal bir hükümet başa geçinceye değin İstanbul Hükümeti ile yönetim yönünden ilişkisini ve İstanbul ile her türlü telgraf ve posta haberleşme ve ulaştırmasını büsbütün kesmeye karar vermiştir. Her yerdeki sivil memurlar askeri komutanlarla birlikte bu kararı yerine getirecek ve sonucu Sivas'ta Genel Kongre Kuruluna bildirecektir.
2- İşbu bildirim bütün komutanlara, sivil yönetim başkanlarına gönderilmiştir.
12.9.1919
Genel Kongre Kurulu

Milletvekilleri Seçimiyle Uğraşılmaya Başlanması
Baylar, ayın on ikinci günü İstanbul Hükümetiyle •genel olarak haberleşme ve bağlantı kesildi. Buna uymayan kimi yerler ve bu yerlerle olan tartışmamızı ayrıca açıklayacağım. Ondan önce, izin verirseniz, daha önemli sayılması gereken bir sorun üzerinde bilgi sunayım. Bildiğiniz gibi Ferit Paşa Hükümeti, milletvekilleri seçimi için sözde bir buyruk vermişti. Ama, içinde bulunduğumuz güne değin, yani Anadolu'nun İstanbul'la bağlantıyı kestiği 12 Eylül gününe değin, bu buyruk uygulanmamıştı. Son durum üzerine en önemli işin milletvekilleri seçimini tez elden sağlamak olacağını çok iyi anlarsınız. Bunun için, 13 Eylülde hemen bu konu ile de uğraşılmaya başlanıldı. (belge: 86) Uzun ayrıntılara girmektense, sözünü ettiğim gün verilen ilk genel yönergeyi, olduğu gibi bilginize sunmayı daha yararlı sayarım. Bildirim şudur:
Tel
13.9.1919
Balıkesir'de 14'üncü Kolordu,
Konya'da 12'nci Kolordu,
Diyarbakır'da 13'üncü Kolordu,
Erzurum'da 15'inci Kolordu,
Ankara'da 20'nci Kolordu,
Bursa'da 17'nci Tümen,
Çine'de 58'inci Tümen,
Bandırma'da 61'inci Tümen Komutanlıklarına
ve
61'inci Tümen aracılığı ile Edirne'de 1'inci Kolordu,
Niğde'de 11'inci Tümen Komutanlıklarına;
İllere, Bağımsız Sancaklara, Belediyelere.
(Müdafaai Hukuk Cemiyeti Merkez Kurullarına)
İstanbul Hükümetinin tuttuğu ve sürdürdüğü gerici yönteme ve yaşamakta olduğumuz günlerin büyük korku ve tehlikelerine karşı haklarımızı savunmak ve varlığımızı korumak için Meclisi Millî'nin (Meclisi Mebusan -Millet Meclisi) seçilmesini ve toplanmasını sağlamak ve çabuklaştırmak bugünün en önemli işidir.
İstanbul Hükümeti, ulusu aldatarak, milletvekili seçimlerini aylarca yaptırmamış olduğu gibi, son zamanda verdiği seçim buyruğunun yerine getirilmesini de türlü nedenlerle geciktirmekte ve geri bırakmaktadır. Ferit Paşa'nın Toros'un ötesindeki illerimizi gözden çıkardığı, Barış Konferansına verdiği nota ile tanıtlanmış; Aydın ilinde Yunanlılarla aramızda sınır çizmeye girişmesi de, orada düşman eline düşen yerlerin bir oldubitti biçiminde Yunan topraklarına katılmasını kabul ettiğine kanıt sayılmıştır. Düşman eline geçmiş öteki ülke parçaları için de bunlara benzer akılsızca ve haince siyasa güderek ülkenin ve ulusun bölünüşüne yol açması kesinlikle beklenir. Meclisi Millî toplanmadan önce barış antlaşmasını imza ederek ulusu bir oldubitti karşısında bulundurmak istediği sanılmaktadır. Bundan dolayı, Genel Kongre, orduyu ve ulusu uyanıklığa çağırır ve aşağıdaki işlerin ivedilikle yapılmasını, ulusun var ya da yok oluşu ile sonuçlanacak önemde saydığını bildirir:
Birincisi - Seçim hazırlıklarının yürürlükteki yasada gösterilen en kısa süre içinde yapılıp bitirilmesi için belediyeler ve Müdafaai Hukuk cemiyetleri bütün güçleriyle çalışmalıdırlar.
İkincisi - Sancaklardan çıkarılacak milletvekillerinin, nüfusa göre, sayısı hemen saptanarak Heyeti Temsiliye'ye şimdiden bildirilmelidir. Adaylar sorunu daha sonra haberleşme ile çözümlenecektir.
Üçüncüsü - Gerek seçim hazırlıkları sırasında, gerek seçim yapılırken gecikmeye yol açacak nedenler şimdiden düşünülerek ortadan kaldırılmalı ve hiçbir gecikmeye yer verilmeyerek en kısa süre içinde seçimler sonuçlandırılmalıdır.
İşbu kararın, bölgenizdeki bütün Belediyelere ve Müdafaai Hukuk cemiyetlerine bildirilmesine ve gereğinin tez elden yapılmasına yardım buyurmanız rica olunur.
Heyeti Temsiliye

Yurdun Başsız Bırakılması
Ferit Paşa Hükümeti direnmesini sürdürüyordu. Bilindiği üzere, devrilinceye değin de sürdürdü. Ülkeyi günlerce başsız bırakmak kuşkusuz pek büyük sakıncalar doğururdu. Bundan dolayı, önce ne düşünüldüğünü sormak üzere, sonra -da ileri sürülen bazı aykırı görüşlere bakmaksızın- buyruk olarak ilgililere bildirdiğimiz kararları, Eylül'ün 13/14'üncü gecesi, şöylece saptamış ve yazmıştım:
"Kongrece alınması düşünülen önlemleri kapsayan örnek aşağıda bilginize sunulmuştur: Bu konudaki yüksek görüş ve düşünceleriniz alındıktan sonra Genel Kurulca görüşülerek yürürlüğe konulacaktır. 15.9.1919 günü öğleye değin görüşlerinizi bildirmenizi bekliyoruz efendim.
Ulusal amaçları haincesine yorumlayan ve başka anlamlara çeken; girişimlerimizin ve ulusal ayaklanmamızın yasadışı olduğunu ilan eden ve Padişahlık ve Halifelik katına karşı ulusun sonsuz bağlılığını yasaya ve türeye uygun her türlü araçla belirtmeye can attığımız halde, Padişah ile ulus arasında bir engel duvarı kuran; halkı birbirine karşı silahlandıran ve birbirini öldürmeye yöneltip kışkırtan İstanbul Hükümeti ile bağlantıyı kesmek zorunda kalan Genel Kongre Kurulu, aşağıdaki kararları sizlere bildirmeyi ödev sayar:
1- Devlet işleri, Padişah Hazretleri adına ve yürürlükteki yasalara göre, eskisi gibi yürütülecektir. Soy ve mezhep ayrılığı gözetilmeksizin, halkın canı, malı, ırzı ve her türlü hakları güven altında bulundurulacaktır.
2- Hükümet görevlilerinin kendilerine verilmiş görevleri, ulusun yasal isteklerine göre yürütmeleri doğaldır. Bununla birlikte, görev yapmaktan çekinenlerin özür bildirmeleri, görevden çekilme sayılarak yerlerine uygun görülen kişiler vekil olarak atanacaklardır.
3- Görev sırasında ulusal amaç ve gidişe aykırı davranışları görülecek ve anlaşılacak olanlar, din ve ulusun esenliği adına kesin olarak ağır cezalara çarptırılacaklardır.
4- Görevden çekilmiş memurlardan ve halktan her kim olursa olsun ulusal kararlara aykırı davranışlarda bulunan ve bozgunculuk aşılayanlar da ağır cezalara çarptırılacaklardır.
5- Ülkenin ve ulusun esenliği ve mutluluğu, adalet ve haktanırlıkla ve ülkede dirlik ve güvenin sağlanmasıyla gerçekleşebilir. Bu yolda gereken her türlü önlemin alınması kolordu komutanlarıyla valiliklerden ve bağımsız mutasarrıflıklardan beklenir.
6- Ulusun dileklerinin Padişah Hazretlerine bildirilmesi başarıldıktan sonra ulusça inanılıp güvenilecek yasal bir hükümet kuruluncaya dek, yazışmalar Sivas'taki Genel Kongre Heyeti Temsiliyesiyle yapılacaktır.
7- İşbu kararlar, bütün ulusal örgütlerin merkezlerine bildirilecek ve halka duyurulacaktır."
Mustafa Kemal
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:19

Karşı Görüşler ve Eleştiriler
Baylar, bilginize sunduğum bu son genelgemiz üzerine, kimi hafif ve fakat kimi de oldukça ağır karşı görüşlerle, direnmelerle ve dahası, karşı girişimlerle, korkutmalarla bile karşılaştık. Karşı görüşlere eleştirmeler, yalnız son genelgemiz hükümleri üzerinde de kalmadı. Bununla ilgili olarak, daha başka noktaları da kapsadı. Bu konuda yüksek kurulunuzu özel olarak aydınlatmak için bu yolda geçmiş olan yazışmalardan bir bölümünü kısaca sunmama izin vermenizi rica ederim.
Erzincan Müdafaai Hukuk Cemiyeti Merkez Kurulunun 14 Eylül 1919 günlü telyazısında: "Kararların uygulanmasından önce, İstanbul Hükümetine kırk sekiz saatlik bir süre verilmesinin uygun olacağı bütün üyelerce kararlaştırılmıştır" yolunda zararsız bir düşünce ileri sürülüyordu. (belge: 87)
Diyarbakır'dan 13'üncü Kolordu Komutanı Cevdet Bey, 14 Eylül 1919 günlü uzun şifresinde "Hükümet merkeziyle büsbütün ilişki kesilerek yazışmalar, doğruca Kongre Heyeti Temsiliyesi ile yapılırsa karşı görüşte olanlar, siyasal bir amaç güdenler, bu davranışı Halifeliğe karşı ayaklanma gibi göstererek halkı yanıltacaklardır. Bu durum böyle kalırsa görevlilerin ve askerlerin aylıkları ve yiyecek giderleri için kaynak ve önlem düşünüldü mü? İstanbul Hükümeti İngiliz etkisi altındadır. Ne denli üstelense ve çalışılsa da başka türlü iş görebilecek bir hükümet kurulamaz. İngilizler, hükümetin de uygun bulmasıyla, geniş ölçüde işgal planı uygularsa yeni baştan İngilizlerle savaşa girişmekten yana mısınız? Girişilirse başarı sağlanacağına ne denli güveniyorsunuz? Bu üsteleyici gidiş yurt yararına uygun mudur?" (belge: 88) gibi birtakım düşünceler ileri sürüyor ve sorular soruyordu.
Erzurum Merkez Kurulunun l5 Eylül 1919 günlü telinde: "Yönergenizin altıncı maddesinin (yani Heyeti Temsiliye'nin başvurulacak kat olmasıyla ilgili) tüzüğümüzle uygunluğu sağlanmak üzere, Merkez Kurullarından onay alınması gerekir." denilmekte idi.
Malatya'daki komutan İlyas Bey'in 15 Eylül 1919 günlü telinde: "Elazığ ili halkının, Kongrenin amaç ve isteği bildirilerek hiç olmazsa biraz aydınlatılmasına değin, bu işlerin geri bırakılması yerinde görülürse, uygun bulduğumu saygı ile bildiririm." düşüncesi ileri sürülüyordu. (belge: 89)
İçinde bulunduğumuz Sivas'ın Müdafaai Hukuk Cemiyeti Merkez Kurulu da uzun bir raporunda: "Bildirilen maddelerin bütününden, yurtta geçici bir yönetim kurulacağı anlaşılmaktadır." diye başlandıktan sonra: "Bunun, Cemiyet tüzüğünün özel maddesine ve hiçbir maddesine dayandırılamayacağı" üzerine dikkatimiz çekiliyor ve: "Padişaha dilek sunmaya elverişli ortamı, büyük bir ağırbaşlılık, içtenlik ve tatlılıkla aramayı" öğütlüyordu (belge: 90).
Heyeti Temsiliye üyelerimizden olup birçok çağrı ve ricalarda bulunduğumuz halde bize katılmayan, Sivas Kongresinde bulunmamak için özürler uyduran Servet Bey'in: "Esselâmü aleyküm" diye dinsel sözlerle başlayan 15 Eylül 1919 günü Trabzon'dan çektiği açık telinde: "Sivas Kongresi Bildirisini ve sonra genelgenizi aldık. Karşılık olarak bildirdiğimiz düşünceler Kâzım Paşa Hazretlerince görülmek istenmiş ve görülmüştür. ................. Önce Sivas Kongresi'nin, Genel Kongre biçimine girmiş ve bir Heyeti Temsiliye meydana getirmiş olduğu anlaşılıyor ki, işin bu yönü kararlarımıza aykırıdır........... Sivas Kongresi, Heyeti Temsiliyemiz arasına üye seçmeye yetkili olamayacaktı. ............... İstanbul Hükümeti ile yazışmayı kesme, bir olupbitti oldu. .......... Heyeti Temsiliye'nin başvurulacak kat olması işi kamuoyu üzerinde pek kötü etkiler yapacaktır. İşin bu yanından kesin olarak vazgeçilmelidir ................. Sivas Kongresi, Erzurum Tüzüğünü değiştirmeye yetkili değildir. Bu Kongre, Doğu İlleri Heyeti Temsiliye'sine uymak zorunda olacaktı. Erzurum kararları üzerine kamuoyunun bir sarsıntı evresi geçirdiği bu günlerde, ondan başka hükümlere kuşkulu gözlerle bakacağından kuşkunuz olmasın" deniliyor ve bu tel "Erzurum Kongresi hükümleri dışında yapılacak işlere katılamayacağız." protestosu ile sona eriyordu. (belge: 91)
On Beşinci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa 15 Eylül 1919 günü gönderdiği yazısında: "Sivas Kongresi'nin sorusuna Trabzon Merkez Kurulundan Servet, İzzet ve Zeki beylerin vermek istedikleri karşılığı okudum. Pek yakından tanıdığım bu kişilere güvenim ve saygım üstündür. Adı geçenlerin görüşlerine etki yapan temel düşünceyi anlıyorum ve benimsiyorum." dedikten sonra, ayrıntılar üzerideki görüşlerini ileri sürüyor ve bu arada: "Erzurum Kongresi, Doğu Anadolu İlleri adınadır. Sivas Kongresi ise bütün ulusu temsil eden bir kongredir ki, bu kongrenin de ayrıca bir heyeti temsiliyesi olması doğaldır. Ancak, Sivas Kongresi Heyeti Temsiliyesi, Doğu Anadolu İlleri Heyeti Temsiliyesi'ni ortadan kaldırmış olmuyor. Bu Heyeti Temsiliye elbette her an vardır, Yalnız, bu Heyeti Temsiliye'den olup şimdi Sivas Kongresi Heyeti Temsiliyesi'ne girmiş bulunanlar varsa bunların, Doğu Anadolu İlleri Heyeti Temsiliyesi'nden çekilmelerini istemek doğru olabilir. Sivas Kongresi, bütün ulusun yararını ve Doğu Anadolu İlleri Heyeti Temsiliyesi de Doğu Anadolu illerinin hak ve yararını korur.......... Heyeti Temsiliye'nin başvurulacak kat oluşu ve yetkileri, işin en önemli noktasıdır ki, bu konuda tezlikle davranmaktan sakınılmasında sizinle tam bir görüş birliğindeyim. Heyeti Temsiliye yönerge tasarısının birden beşe kadar olan maddelerine gelince; bunların değil sorulmasını, bir bildiri ya da bir dilek olarak yayımını bile çok görürüm." düşüncesinde bulunuyordu. (belge: 92)
Trabzon'da Servet Bey'e yazdığımız yanıt teliyle Kâzım Karabekir Paşa'ya verdiğimiz karşılıktan da söz edeyim. Servet Bey'e yazılan tel şu idi:
Trabzon'da Servet Beyefendiye
Sorduğumuz işler üzerine Trabzon Merkez Kurulunun ne düşündüğünü bildirir yanıt daha gelmedi. Bu işler, ayrıca Kâzım Paşa Hazretleri'nden de sorulmuştu. Görüşleri birleştirmenin neden gerekli görüldüğü elbette anlaşılamamıştır. Sıra ile bildirdiğiniz düşüncelere gene o sıra ile karşılık veriyorum:
Önce Sivas Kongresi'nin genel bir kongre olacağını herkes biliyordu. Bunun sizce başka türlü görülmekte olduğunu şimdi ilk olarak sizden işitiyorum. Heyeti Temsiliye sorununa gelince, bu kurul, aslında Erzurum Kongresi'nin seçip kabul ettiği kuruldur. Şimdi benimle birlikte Rauf Bey, Bekir Sami Bey, Raif Efendi, Şeyh Hacı Fevzi Efendi Sivas'ta bulunmaktadır. Daha dört üyemiz eksik olmakla birlikte çoğunluk, görevini yapmaktadır. Bu yönün de sizce açık olarak bilindiğinden kuşkumuz yoktur. Çünkü, sizi de durumun öneminden ötürü, daha Erzurum'da iken çağırmış ve öteki arkadaşların birlikte götürüleceğini bildirmiştik. Sivas Genel Kongresi'nin, tüzüğümüzün sekizinci maddesi uyarınca, bazı üyeler ile Heyeti Temsiliyemizi güçlendirebileceği, birlikte görüşülmüş ve bunda da sakınca görülmemiş; tersine, ulusal bütünlüğü temsil için bu iş gerekli sayılmıştı. Sivas Genel Kongresi'nde bundan başka bir şey yapılmamıştır. İstanbul Hükümeti ile yazışmayı kesmek, temel kararlarımızın dördüncü maddesinin dışında değil, içindedir; üstelik, o madde kapsamını aşan ve o zaman hiç düşünülemeyecek olan haince nedenler yüzünden yapılmış bir işlemdir. Aslında bu oldubittiyi yapan biz değil, İstanbul Hükümetidir. Şifre telimizde bildirilenlerin uygulanması kaçınılmaz bir iştir. Bundan hiçbir yolla dönülemez. Biz, uygulamak için sizin uygun görüşünüzü almayı bir ödev saydık. Uygun görüp görmemek sizin bileceğiniz bir iştir. Yalnız, şunu da bildireyim ki, bugün bütün Anadolu ve Rumeli'nin birlikte tutmak zorunda oldukları yönde azınlığın değil, çoğunluğun isteğine uymaya ve azınlıkları bu yöne çevirmeye kesin zorunluluk vardır. Başvurulacak kat ve yetki konusunda daha akla yatkın bir görüşünüz varsa bildirmek iyiliğinde bulununuz. Uyulması zorunlu görülen bugünkü yöntem, dikkatle incelenirse tüzüğümüze ve Erzurum Kongresinin temel kararlarına tam uygundur. Bunun dışına çıkıldığı noktayı göremiyorum. Şu duruma göre, sizin dışında kalmak istediğiniz tüzüğü ve belli kararları aşan işlerin açıklanmasını rica ederim. Bugün önlenemeyecek bir gidiş varsa o da, İstanbul Hükümetinin, ulus ve ülkenin kaderini alçakçasına İngilizlerin isteğine bırakması ve kendi çıkarlarına kurban etmesidir. Buna karşı, burada alınan karardan başka bir karar alınabilecekse bildirmek iyiliğinde bulununuz.
Mustafa Kemal
Kâzım Karabekir Paşa'ya da verdiğimiz ayrıntılı yanıtın başlangıcı şöyle idi:
"Servet ve İzzet Beylerin, Heyeti Temsiliye'nin Trabzon Merkez Kurulundan sorduklarına karşılık olarak, çektikleri açık tel alındı. Telin içindeki açık olarak bildirilmesi sakıncalı olan düşünceleri, Heyeti Temsiliye, baştan sona, Servet ve İzzet Beylerin kendi kişisel görüşleri sayar. Heyeti Temsiliye, genelge ile istediği düşünceleri, İzzet ve Servet Beylerden değil, tüzük gereğince Trabzon Merkez Kurulundan istemiştir. Servet ve İzzet Beylerin görüşlerini bildiren özel telyazısı üzerine ve sizin hem kendilerine ve hem de Heyeti Temsiliye'ye karşılık olmak üzere ileri sürdüğünüz düşünceler üzerine aşağıdaki açıklamaların yapılması gerekli görülmüştür:
a- Her şeyden önce, adı geçen kişileri, sizce de bilinen görüşe götüren temel düşüncenin ne olduğu, yazık ki, Heyeti Temsiliye'ce anlaşılamamıştır.
b- Tüzüğün dördüncü maddesi, bir geçici yönetim kurulması nedenlerini ve koşullarını açıklar. Oysa, bilinen son hainlik olayları yüzünden alınmış ve alınmasının gereği üzerinde düşünce istenmiş olan önlemler, hiçbir zaman geçici yönetim kurmak amacı ile ilgili değildir. O halde, bu iş ile dördüncü madde arasında ilişki aramaya gereklik yoktur. önlemler, Padişaha doğrudan doğruya, dilek bildirmeye yol bulmak ve yasal bir hükümetin iş başına getirilmesini rica etmek amacına yöneliktir.
c- Sivas'ta toplanan Kongre, Batı Anadolu delegeleriyle, Erzurum Kongresinin Genel Kurulunun kararı gereğince bütün Doğu Anadolu illeri adına yetkili olmak üzere seçilen bir özel kuruldan meydana geldiği için, elbette bütün Anadolu ve Rumeli adına ve bütün ulusu temsil edecek genel bir kongre niteliğini kazanmıştır. Bu kongre, Erzurum Kongresi kararlarını ve örgütlerini, olduğu gibi, ancak doğal olarak kapsamını genişleterek kabul eylemiş ve sonunda Doğu Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti, "Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti" genel adı altında genişletilerek birleştirilmiştir.
Tüzüğün üçüncü maddesi ve Kongrenin temel kararları daha başından, bu yüksek amacın gerçekleştirilmesini kesin erek olarak göstermiştir. Sivas Genel Kongresi, Erzurum Kongresi'nde Doğu Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti adına seçilmiş olan Heyeti Temsiliye'ce tam güven bildirerek onu, olduğu gibi, Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti için Heyeti Temsiliye olarak kabul eylemiştir. Buna göre, Sivas Genel Kongresi'nin kararları başka, Erzurum Kongresi'nin kararları başka; Doğu Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyetinin Heyeti Temsiliye'si başka, Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyetinin Heyeti Temsiliye'si başka gibi ayrılıklar ve başkalıklar söz konusu olamaz ve bunun söz konusu olması, elbette yürekten kopup gelen bütünlük amacımız ve kutsal ülkümüz için son derece zararlıdır. Böyle olunca, birbirini ortadan kaldıran heyeti temsiliyeler olmadığı gibi, birine girince, ötekinden çekilmesi istenebilecek üyeler de yoktur. Bugün bütün Anadolu ve Rumeli'ye yaygın olan Cemiyetimizin, Sivas'ta bulunan bir tek Heyeti Temsiliye, Erzurum Kongresi'nde tüzüğün özel maddelerine uyularak seçilmiş dokuz kişiden beşinin katılmasıyla görevini yapmaktadır... Hakları, yetkisi ve yararları, Doğu Anadolu illerinden elbette hiçbir bakımdan az olmayan Batı Anadolu'nun haklı ve yasal olan düşünce ve önerilerini dikkate almayarak onları, herhangi bir uydu durumunda bulundurmaya kalkışmak, bizim aklımızın bir türlü kabul edemediği işlerdendir... Bunun için Heyeti Temsiliye'ye altı üye daha katılarak güçlendirilmiştir." (belge: 93)
Bundan sonra daha birçok açıklamaları içine alan bu telimiz, olduğu gibi, Trabzon Merkez Kuruluna da çekilmiştir. (belge: 94)
Bu tartışmalar üzerinde daha birçok sorular soruldu ve açıklamalar yapıldı. Üstelik "Müdafaai Hukuk Heyeti Trabzon Merkezi" uydurma imzasıyla başka illere bizi yeren teller de çekildiği görüldü. (belge: 95) On beş gün sonra da Trabzon'dan bir tel aldık. Ama, Servet Bey'den değil... Olduğu gibi bildirirsem durum anlaşılır.
Sivas'ta Heyeti Temsiliye Adına
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
Trabzon Belediye Kurulunun, örneği aşağıda bulunan telyazısı İstanbul'a şimdi çekiliyor. Bir örneğinin de On Beşinci Kolordu Komutanlığına yazdırıldığı bilgilerine sunulur.
1 Ekim 1919
Mevki Komutanı
Ali Rıza
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:26

Örnek
İstanbul, Sadrazam Ferit Paşa Hazretleri'ne
Bugüne değin Anadolu'dan yükselen ulusal çığlığı Trabzon, kendisine özgü ağırbaşlılıkla inceledi ve izledi. Ülke bu duruma daha çok katlanamaz. Yurt sevginiz varsa artık görevinizi bırakınız Paşa Hazretleri.

Belediye Başkanı Üye Üye Üye
Hüseyin Ahmet Mehmet Avni Mehmet Salih
Üye Üye Üye Üye
Hüsnü Temel Mehmet Şefik

Kazım Karabekir Paşa'nın Öğütleri
Kâzım Karabekir Paşa'dan 17 Eylül 1919 günü de kişiye özel bir şifre aldım. Pek içten ve kardeşçe bir dille yazılmış olan bu şifrede bir iki uyarma vardı. Kâzım Karabekir Paşa: "Paşam," diyor, "Sivas'tan gelen bildirimler ve genelgeler, kimi zaman Heyeti Temsiliye adına, kimi zaman da doğrudan doğruya sizden geliyor. 10 Eylül 1919 günü İstanbul'daki Hükümete doğrudan doğruya bildirim yaptığınız ve uyarma yazıları yolladığınız olmuştur. Şuna inanmalısınız ki, böyle imzanızla yaptığınız bildirimler, sizi en çok saygı ile sevenler arasında bile, büyük bir içtenlik ve düşünce esenliği ile eleştiriliyor. Bunun ne denli etkili olacağını ve tepkilere yol açacağını çok iyi bilirsiniz. Bu bakımdan, Heyeti Temsiliye ve Kongre kararlarının her zaman imzasız, yalnızca Heyeti Temsiliye diye yayılmasını rica ederim." Telyazısı şu sözlerle son buluyordu: "Yüksek kişiliğinizin her• halde ortada tek başına görülmemesi ülke yararı bakımından gereklidir. Oybirliği ile (bu işte oyları toplanan kişilerin ya da kurulun kimler olduğu daha bugüne değin öğrenilememiştir.) bilginize sunulan bu dileklerimin iyi karşılanacağına inanıyorum. Ellerinizden öperim." (belge: 96)
Kâzım Karabekir Paşa'yı gerçekten duraksattığını ve bizi eleştirmeye dek götürdüğünü gördüğünüz noktaları elden geldiğince belirgin olarak yorumlamanın ve açıklamanın gerekli olduğu besbellidir. O günlerdeki duygu ve düşüncelerimden esinlenen görüşlerimi, bugünün yeni etkilerine kendimi kaptırmaktan çekinerek belirtmek için, o gün verdiğim karşılığı olduğu gibi bilginize sunmayı yeğ görürüm:
19 Eylül 1919
On Beşinci Kolordu Komutanı Kâzım Paşa Hazretleri'ne
Y:
Sayın Kardeşim,
Derin bir içtenliğe dayandığından kuşku duymadığım kanılarınızı açık ve kardeşçe bir dille bildirmiş olmanız, kardeşlik bağlarımızı pekiştirmiş ve beni yürekten sevindirmiştir. Aklınıza gelen sakıncaları çok iyi anlıyorum. 10 eylül günü hükümete doğrudan doğruya yazılmış bir bildirim yoktur. Yalnız, telgrafhanede bulunduğum bir sırada, Dahiliye Nazırı Âdil Bey'le makine başında bir rastlantı sonucu karşı karşıya geliverdik. Onun Sivas Valisi Reşit Paşa ya verdiği yersiz karşılıklar üzerine, ben de ona karşı, salt kişisel olmak üzere, bildiğiniz biraz sertçe uyarmalarda bulundum. Bu, basbayağı bir konuşma biçiminde olup geçmiştir. Bundan başka, gerek hükümete, gerek Padişaha gerekse yabancılara başvurmalarımızda hep "Kongre Kurulu" ya da "Heyeti Temsiliye" sözleri, imza yerine geçmiştir. Yalnız, Amerika Senatosuna yazılan ve sizin de bildiğiniz bir mektuba Kongre kararıyla beş kişi imza koymuştur ki bu arada benim de imzam vardır. İçerde yapılan açık yazışmalara gelince; bunda da "Heyeti Temsiliye" sözlerini imza yerine kullanmakta idik. Ancak, bunun kimi çevrelerde kötü etki yaptığı, güvensizliğe yol açtığı görüldü. Gerçekten, böyle genel bir deyimin bildirdiği kişiler ve kuvvet gizli kalıyor. Ortada sorumlu kimdir? Kimi yerlerden, özellikle Kastamonu, Ankara, Malatya, Niğde, Canik gibi yerlerden, doğrudan doğruya ben, makine başına çağrılmaya başlandım. Sanki "Heyeti Temsiliye" adı altında gizlenen kişilerle, aramızda birlik olup olmadığı üzerinde bir duraksama belirtisi sezildi. Trabzon'dan Servet Bey bile "Heyeti Temsiliye" imzalı genelgeyi kötüye yorarak ve adı geçen kurulun nitelik ve niceliği üzerinde birçok yanlış düşüncelere kapıldıktan sonra, beni makine başına çağırdı. Görüştükten sonra bütün bu tartışmaların, imzanın "Heyeti Temsiliye" olarak, belirsiz bir kişilik bildirir gibi atılmış olmasından çıktığını söyledi. İşte bu nedenlerden dolayı, bu imza işi siz kardeşimin bildirmenizden önce, Heyeti Temsiliye'de görüşülmüştü. Heyeti Temsiliye'nin, gizli bir komitenin yürütme kurulu olmayıp, hükümetten resmi izin almış, yasal ve türeye uygun bir derneğin temsilcilerinden meydana gelmiş olması dolayısıyla, ilgili yasaya uyularak, kararları ve bildirimleri sorumlu bir kişinin imzalaması zorunlu görülmüştü. Heyeti Temsiliye'nin bildirim ve yayımlarını genel ve belirsiz bir ad altında yaparak düşeceği yasadışı durumdan doğacak sakıncalar, bu bildirim ve yayımlara imza atılması üzerine ulusal akıma karşı olanların yapmakta oldukları zararlı propagandalara katabilecekleri zarardan pek çok görüldü ve sonuç olarak, bildirim ve yayımlara imza atılması, oybirliği ile karar altına alındı. Bu karar alındığı halde, bu kez yaptığınız kardeşçe uyarma üzerine, sorunun bir daha görüşülmesini Heyeti Temsiliye'ye önerdim. Daha önce ileri sürülmüş olan gerekçe ve düşüncelerden dolayı, yazılan şeylerin, Heyeti Temsiliye kararıyla olduğu açıklanmak üzere yazılmasına oybirliğiyle karar verdiler. Kendimle ilgili bulunduğundan, bu görüşmelerde tarafsız kalmayı uygun gördüm. İlke olarak, bir kişinin imza etmesi kabul edildikten sonra, benim yerime başka bir kişinin imza etmesi söz konusu oldu. Bu noktada, kurulun ileri sürdüğü sakıncalar şunlardır: Bütün dünya, benim bu işin içinde bulunduğumu bilir. Bugün başka bir kişinin imzasıyla bildirimler yapmaya başlanınca ve benim adımın ortadan kalkmasıyla, ya aramızda bir bozuşma ve ayrılık olduğu sanılacak ya da herhangi bir kişi imza eylediği halde benim ortaya çıkmaktan çekinir, yasadışı bir durumda bulunduğum ve böylelikle, yapılan işlerin de yasal olmadığı sanısına düşülecektir. Bundan başka, kamuya inan ve güven verici başka bir arkadaşımız, imzasıyla ortaya çıkınca, bugün benim için düşünülen sakıncalar yine o arkadaşımız için de düşünülecektir. O zaman onun da çekilip başka birinin imza atmaya başlaması gibi sonunda bizim için güçsüzlük belirtisi olacak bir sıra gütmek gerekecektir. Bilmem böyle bir tutumu ne ölçüde uygun bulursunuz? Gerçekten, özellikle işin başlangıcında, doğrudan doğruya beni saldırı hedefi olarak görmüşlerdi. Ama, gerek içerden gerek dışardan, beklenen saldırılar yapılmış, Tanrı'ya şükür, hepsi de amacımız yararına sonuçlanmıştır. İstanbul Hükümeti ve kötülüğümüzü isteyenler, her girişimlerinde bozguna uğramışlardır. Yabancılara gelince; Amerikalılar, Fransızlar ve İngilizlerle pek önemli görüşmeler yapılmış ve bunların Sivas'a kadar gelen yetkili görevlileri, bizden yana bir tutumla, karşılıklı iyi ilişkiler kurma yolunu tutmuşlardır. Bizim de katıldığımız Kuvayi Milliye'nin, bir iki kişinin kışkırtması sonucu olmayıp, bütün anlamıyla ulusal ve kamuya yaygın bir biçim ve nitelikte olduğunu, bize de bilgi vererek, rapor ile kendilerinin bağlı bulundukları yerlere bildirmişlerdir. Bir de, bu gibi işlerde az çok önayak olanlar için, yurdumuzda bilinen ahlaksızlık gereği, bazı kirli vicdanlı kimselerin yapacakları dedikoduların önüne geçilemez. Bu duygusal durum, her ulusta da böyledir. Bu gibi sakıncalara karşı buraca düşünülen tek çare, bizim yürekten gelen sarsılmaz bir dayanışma ile kutsal amacımıza yürümekte bir an duraksama göstermemekliğimizdir. Ben, kamu yararına ve geniş kapsamlı olan işlerimizde kendi görüşlerime göre değil, bütün değerli arkadaşlarımın candan ve gönülden birliği ile çalışmayı yeğlediğimi, siz kardeşim de kabul edersiniz. Bununla birlikte, bu konuda başkaca düşünceleriniz olursa bildirmenizi siz kardeşimden bekler, üstün saygı ve içtenlikle gözlerinizden öperim kardeşim.
Mustafa Kemal
Baylar, İstanbul Hükümetiyle yazışmayı kestiğimiz 12 Eylül 1919 gününden sonra Ferit Paşa Hükümetinin düştüğü güne değin değişik zamanlarda Padişaha, yabancı devlet temsilcilerine, İstanbul Belediyesine ve bütün basına çeşitli andırı ve bildiriler yazıldı. (belge: 97)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:27

Padişahın Bildirisi
20 Eylül 1919 günlü, Sadrazam Damat Ferit imzalı bir genel bildirim ile Padişahın da bir bildirisinin yayımlandığını hatırlayacaksınız. (belge: 98) Bu bildirinin dikkate değer yerlerini bir daha hatırlatmak isterim. Bunları sıra ile göstereceğim:
1- Hükümetin izlediği siyasa sonucunda, İzmir'de geçen acıklı olaylar, Avrupa'daki uygar devlet ve ulusların dikkatlerini çekti ve kardeşlik duygularını uyandırdı.
2- Bir özel kurul, olay yerinde tarafsız olarak soruşturmaya başladı. Hakkımız, uygarlık dünyasının gözleri önünde belirlenmektedir.
3- Ulusal birliğimizi bozacak hiçbir karar ve öneri olmadı.
4- Bazı kimselerce, sözde halk ile hükümet arasında karşıtlık olduğu ilan ediliyor.
5- Bu durum, yasa koşullarına uygun olarak, bir an önce yapılmasını istediğimiz seçimleri de geri bıraktırdığı gibi barışın yaklaşmakta bulunduğu bir sırada, varlığı çok gerekli olan Millet Meclisinin toplanmasını da geciktirecektir.
6- Bugün, bütün ulusumdan beklediğim, hükümetin buyruklarına tam uymaktır.
7- Büyük devletlerin adalet duyguları, Avrupa ve Amerika kamuoyunun ılımlı davranışı, durumumuzu ve onurumuzu koruyacak bir barışa yakında kavuşmak umudumu sağlamlaştırmaktadır.
Bilirsiniz ki, bu bildirinin yayımlanması bizim, ülke ile İstanbul Hükümeti arasında yazışmayı ve ilişkiyi kestiğimiz ve bunda direnmekte bulunduğumuz günlerde oluyor. Her halde, verdiğimiz yönerge ve genel buyruklara kesinlikle uyulsa, hiçbir yerden alınmaması ve halka okutturulmaması gerekirdi. Oysa, karar ve bildirimlerimize uyulmayarak ve görüşümüze büsbütün aykırı olarak bu bildirinin kimi yerlerce alındığı, şimdi bilginize sunacağım bir telyazısından anlaşıldı.
Trabzon Mevki Komutanına
Şevketli Padişahımız Hazretlerinin ulusuna karşı yayımladıkları kutlu bildirilerin hemen görevlilere ve halka ulaştırılması gereklidir. Böylece, şimdiki hain hükümetin melek yüzlü Padişahımız Efendimizi ne denli küstahça ve gözü peklikle aldatmakta olduklarını anlamayanlar kaldıysa, hepsi anlasınlar. Ulusu ve ülkesi için kutlu yüreğinin ne denli büyük bir sevgi ve esirgeyicilikle dolu olduğunu gösteren bu bildiride, en açık olarak göze çarpan şey, hükümetin haince gidişi üzerine ulusun, Halifelik katına sunduğu yakınma yazılarının daha Padişaha bildirilmemiş olmasıdır. Çünkü, ulusa ve yurda karşı hükümet üyelerinin çektikleri hainlik hançerini bilmiş olsalardı, bu hainleri bir dakika bile yerlerinde tutmayacaklarına kutlu bildirideki yürekten gelen anlatım en büyük tanıktır. Bu hainler, bu gerçeği bildikleri için Halife Efendimizi doğrudan doğruya ulusla karşı karşıya getirmiyorlar. Bunun için, ulusa düşen ödev, şanlı Padişaha sonsuz sevgi ve bağlılığını durmadan göstermek ve sunmakla birlikte, bütün ulusun ve ordunun birlik olarak, Padişahın söz götürmez haklarını, ulusun ve ülkenin varlığını kurtarmaya çalıştıkları; ama bu hain hükümetin, bu yasal ve gönülden bağlılığı anlatan bu davranışı, Padişahımız Efendimizden gizledikleri, üstelik büsbütün ters bir biçimde gösterdikleri gerçeğini, dün karar verildiği üzere, Halifelik katına aracısız bildirmektir. Erzurum halkının bu yolda yazacakları telin bir örneği oraya bildirilecektir.
21Eylül 1919 15'inci Kolordu Komutanı
Kâzım Karabekir
Kâzım Karabekir Paşa, bu telini şöyle bir ekleme ile bize de bildiriyordu:
"Bu konuda düşünceleriniz var mı? Bu kutlu bildiri, ulusun Padişahına gerçeği bildirmesine yeniden elverişli bir durum yaratmıştır ki Erzurum halkı, hükümetin bütün cinayetlerini sayarak, yeniden Padişaha dileklerini bildirecektir. Bunun örneğini ya çekilmek üzere ya da bilgi için sayın kurulunuza sunacağım."
Kâzım Karabekir

Makine başında karşılık olarak bildirdiğimiz düşünce şu idi:
"Ferit Paşa Hükümetinin canice işleri ve davranışları ile ilgili olan belgelerin ulusa, gerektiği ölçüde, köy ve bucaklara değin bildirilip yayılamamış olduğunu bilirsiniz. Bildirilmiş olsa bile bunlarla Padişahın bildirisini karşılaştırarak değerlendirmek ve gerçek durumu anlamak kesin değildir. Bundan dolayı biz aslında böyle bir bildirinin Babıâli'de uydurulmakta olduğunu daha önce haber almış ve bunun, ulusun zihnini karıştırmasını önlemek için, İstanbul'dan alınmamasını uygun bulmuştuk. İstanbul'la resmi yazışmanın da kesilmiş bulunması dolayısıyla, doğrudan doğruya Saraydan değil, yine Ferit Paşa'nın bir eklemesi ile Bâbıâli'den verilen bu bildirinin Sivas, Ankara, Kastamonu ve başka merkezlerde olduğu gibi, hiçbir yerden alınmamış olduğunu sanıyorduk. Bu bildiriyi almak için daha önce ulusun Padişaha durumu ve gerçeği bildirmesine izin verilmesi gerekirdi. Bunun için bu bildirinin dağıtılıp yayılmasına aracılığı yararlı bulmuyoruz. Ancak, bu bildiri Trabzon, Erzurum ve Sivas gibi merkezlerde gerekenlerce okunmuş bulunduğuna göre, düşündüğünüz gibi her merkezden İstanbul'a bir tel çekilmesi uygun olur."
Mustafa Kemal
Padişahın bu bildirisinin, ulus üzerinde yapacağı kuşku götürmeyen kötü etkilerin bir ölçüde önüne geçebilmek için, söz konusu bildirinin içindekileri yalanlamaya ve hükümsüz bırakmaya yarayacak nitelikte Padişaha bir karşılık yazmayı ve bunu yurtta dağıtıp yayarak okutturmayı tek çıkar yol olarak düşündük ve böyle yaptık. (belge: 99 )

Halit Bey'in Trabzon ve Çevresinde Ulusal Örgütler Kurmakla Görevlendirilmesi
Baylar, Trabzon'da bir iki kişinin, pek yurtsever ve saygıdeğer olan Trabzon halkına hiç de bilgi verilmediği halde, onlar adına, oradaki ulusal varlığı kendi kişilikleriyle temsile kalkıştıkları ve bu yüzden ulusal girişim ve kararların gereği gibi yürütülmemekte olduğu kanısına vardım. Trabzon'da Vali bulunan Galip Bey adında bir kişinin de yıkıcı akımı yaratmakta etken olduğunu anladım. Bunun üzerine, Trabzon yakınlarında Torul'da bulunan ve daha tümenine komutaya başlamamış olan Halit bey'in, Trabzon çevresinde ulusal örgütler kurmak için görevlendirilmesi uygun görüldü ve Kolordu Komutanına bu düşünce bildirildi. 20 Eylül l919'da alınan karşılıkta: "İngilizlere karşı gizlenen Halit Bey'in, yaradılışı gereği, ortaya çıkarabileceği durumlar, bu elverişsiz zamanda belki düzeltilemez." yolunda bazı düşüncelerden sonra: "Halit Bey haberim olmadan dilekte bulunsa bile yerine getirilmemesi." deniliyordu. (belge: 100)
Kâzım Karabekir Paşa'nın bu teline verdiğimiz karşılıkta: İngiliz sakıncasının bizlerce düşünülmediğini bildirdik; sert ve kesin davranmak sakıncalı görüldüğüne göre, Trabzon'da durumun düzeltilmesi neye ve ne yapmaya bağlı ise, onun doğrudan doğruya kendilerince düşünülmesini, 22 Eylül 1919 günlü bir şifre de rica ettik. (belge: 101)
Bizim, On Beşinci Kolordu Komutanıyla bu yazışmaları yaptığımız günlerde, Torul'dan Yarbay Halit Bey de doğrudan doğruya bizimle haberleşmeye başladı. Kendisini karşılıksız bırakmamak ve durum hakkında aydınlatmak amacıyla karşılık yazdık.
On Beşinci Kolordu Komutanının, bir bakıma bizim 22 Eylül 1919 günlü telyazımıza karşılık olan, 27 Eylül 1919 günlü bir şifre telini aldık. Bunda, halkı önce aydınlatma ve uyarma görevini yaptığını; direnenler görülürse onlara karşı da hakkettikleri işlemi yapmaktan başka bir şey olmayan ve görüp geçirdiklerinin sonucu olan ilkesini, olduğu gibi Trabzon çevresinde de uyguladığını açıkladıktan ve Dokuzuncu Tümen Komutanı Rüştü Bey'i, kurmaylarıyla birlikte, Üçüncü Tümen Komutanlığı vekilliği ile Trabzon'a gönderdiğini; Halit Bey'i Trabzon için uygun bulmadığını bildirdikten sonra: "İngilizlerle ilgili görüşe gelince; bana kalırsa, elden geldiği sürece açık ve elle tutulur bir çatışmadan kaçınmayı yeğ tutarım." kanısı beliriyordu (belge: 102). Buna verdiğim 29 Eylül 1919 günlü özel ve kişisel karşılıkta şunları yazdım: "Trabzon ili kamuoyunun ne olduğu buraca da tam olarak aydınlanmıştır.. Trabzon merkezi dışında, bütün ilçe ve sancaklarıyla haberleşilmektedir. Merkezdeki durum da Valinin tutuklanıp uzaklaştırılmasından sonra ortadan kalkmıştır (Valiyi tutuklayarak gözaltında Erzurum'a gönderen, buyruğum üzerine, Halit Bey'dir). Rüştü Bey'in Üçüncü Tümen Komutanlığı vekilliği ile Trabzon'a gönderilmesinde aklıma gelen noktaları bildireceğim.
Birincisi; Valiyi tutuklayan Halit Bey'dir. Birkaç gün sonra Rüştü Bey'in böylece gönderilmesi Halit Bey'in davranışını oradaki kötülük isteyenlere karşı yermek gibi olabilir.
İkincisi; Halit Bey, önemli durumlarda Tümeninin başına geçmeyi beklerken, bugün geçirmekte olduğumuz önemli ve tarihsel anlarda başka bir kimsenin yerine geldiğini görmekten üzülebilir. Bu tutumdan vazgeçilmesini rica ederim. Bununla birlikte Kolordunuzun askeri işlerine karışmak istemem. (belge:103)
Kazım Karabekir Paşa'nın verdiği 2 Ekim 1919 günlü uzun karşılıkta, bu işlemin Halit Bey'in isteği üzerine yapıldığını ve kendisine durumu gereği gibi anlatmak için Erzurum'a çağrıldığını bildirdi. (belge:104) Oysa 1 Ekim 19l9 günü Üçüncü Tümen Emir Subayı Üsteğmen Tarık imzasıyla, Başyaverim Cevat Abbas Bey'e gelen özel bir şifrenin son cümleleri şöyleydi:
"Son günlerde Komutan Bey, Üçüncü Tümenin bugünkü komuta durumunun değiştirilmesini Kolordudan istedi. Eğer Kolordu bu öneriyi kabul etmez ve yerine getirmezse, buyruk almadan komutayı ele alacağını ve önceki karar gereğince Kolordudan ayrılarak doğrudan doğruya Kongrenin buyruğuna gireceğini bildiririm. Paşa Hazretlerine gereği gibi bilgi veriniz efendim." (belge: 105)
Bu tarihten on beş gün sonra idi. Kâzım Karabekir Paşa'dan 17 Ekim 1919 günlü şu teli aldım:
"Bölgemde ulusal isteğin gerçekleştirilmesi ve yerine getirilmesi için son noktaya değin askerlikten ve komuta zincirine uymaktan kimsenin ayrılmamasını, geleceğin sıkıdüzeni için de çok gerekli görüyorum. Gözü peklikle sağgörünün (basiretin) bağdaştırılmadığı yerlerde ve işlerde, sonuç pek parlak da olsa, çabucak tersine döndüğü ve değerden düştüğü benzerleriyle anlaşılmıştır. Özellikle İngiliz, Fransız temsilcilerinin bulunduğu Trabzon çevresinde, komuta zincirinin çok güzel görülmesine ve sağgörüyle iş yapmaya pek çok gereklilik vardır.
Ne yazık ki, verdiğim açık yönergeye uymayarak Halit Bey'in, kendi eliyle ve asker kılığı ile valiyi tutuklamak gibi yadırganır işleri dillere destan olmuştur (Halit Bey'e bu işi yaptıranın kim olduğunu bildirmiştim). Seçimlerde de böyle davranırsa, kendisi için İngilizlerin bir çıkış daha yapmaları ve güç durumun belirmesi önlenemez (seçimlerin çabuklaştırılması ve ulusal isteğe uygun olarak yaptırılması için, Halit Bey'e ve başka gereken birçok kişilere, çalışmaları, özellikle rica edilmişti. Bir de, İngiliz girişiminin önlenemez ne gibi bir durum yaratabileceğini, kendi durumumu gözönüne getirerek, bir türlü anlayamamış olduğumu açıklamalıyım). Bunun için, adı geçen kişiyle yazışma yapılmayarak yüksek isteklerinizin uygulanmasında beni aracı kılmanızı çok rica ederim. Onun kişisel durumu söz götürmez sayılıyorsa herhangi bölgeden milletvekili seçilmesi üzerindeki yüksek düşüncelerinizin bildirilmesini dilerim."
Bu tele 19 Ekim 1919 günü kısaca şu yanıtı verdim:
"Halit Bey'in milletvekili olmak ya da olmamak konusundaki eğilimini bilemediğimden bu yolda bir düşünce bildiremeyeceğim efendim"
Baylar, Ferit Paşa Hükümetinin düşmesine değin geçen günler içinde karşılaştığımız sorunlar çeşitlidir. Engeller ve güçlükler az değildi. Bunların hepsini sayıp açıklamaya kalkışmak yüksek kurulunuzu çok yorabilir. Bunun için, bu evreyi tamamlayacağını sandığım bazı noktalara yalnız dokunmakla yetineceğim.
Ali Galip'in salık vermesi üzerine, İstanbul Hükümetince Dersim Mutasarrıflığına atandığı anlaşılan ve Sivas'a gelen Osman Nuri Bey, 8 Eylülde Sivas'ta alıkonuldu.
Ulusal akıma karşı haince davranışlarda bulunduğu gerçekleşen Ankara Valisi Muhittin Paşa, özel bir amaçla görev gezisine çıkmıştı. 13 Eylülde Çorum'da bulunuyordu. Muhittin Paşa'nın yakalanıp gözaltında Sivas'a gönderilmesi için Ankara'da Kolordu Komutanına ve Samsun'da Beşinci Kafkas Tümeni Komutanına buyruk verildi, Muhittin Paşa tutuklu olarak Sivas'a getirilmiştir. Kendisiyle görüştüm. Gereken öğütleme ve uyarmalarda bulunduktan sonra yaşına saygı göstererek Samsun üzerinden İstanbul'a gönderdim. Çorum Mutasarrıfı Samih Fethi Bey de üç dört gün sonra özel olarak Sivas'a çağrıldı.
Ulusal eyleme karşı oldukları anlaşılan Niğde Mutasarrıfı, Saymanı ve Komiserinin gözaltında Sivas'a gönderilmeleri için 16 Eylülde Niğde'de Tümen Komutanlığına emir verildi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:29

Kastamonu Valisinin İstanbul Hükümetince Değiştirilmesi ve Bundan Çıkan Olay
Baylar, Kastamonu'da Vali bulunan İbrahim Bey, ben ordu müfettişi iken kurmay başkanım bulunan Albay Kâzım Bey'in yakından tanıdığı bir kişi idi. Bundan dolayı, kendisine her türlü gizli şeyler bildirilmişti. Aramızda şifre ile yazışmalar yapılıyordu. Kendisi İstanbul Hükümetince İstanbul'a çağrıldı. Bu çağrıya hiç uymaması gerekirken, anlaşılmaz nedenler ve düşüncelerle -sanki İstanbul'da tutuklanmak için- Kastamonu'dan ayrılmıştı. İstanbul, İbrahim Bey'in yerine bir başkasını Kastamonu valiliğine atamıştı. Yeni vali, 16 Eylülde İnebolu'ya varmış bulunuyordu. Onun tutuklanmasını oradaki ilgililere buyurduk. Bu işte ilgi çekici küçük bir evre oldu. İzin verirseniz biraz açıklayayım: Kastamonu'da ve Kastamonu ili içinde sarsıntı ve duraksama belirtileri görülmeye başlayınca Kastamonu'ya, güvenilir ve gücü yeten bir subayın gönderilmesini Ankara'da bulunan Ali Fuat Paşa'dan rica etmiştim. Fuat Paşa, Kastamonu Mevki Komutanlığı göreviyle oraya Albay Osman Bey'i göndermişti. Osman Bey, tam 16 Eylül günü Kastamonu'ya varmıştı. Yeni gelen vali için verdiğimiz buyruğun uygulanmasını ondan bekliyorduk. Bildirdiğim buyruğu verdikten sonra, uygulama ve yürütümle ilgili bilgiyi telgraf başında bekliyordum. Gece olmuştu. İstediğim bilgiyi verecek Kastamonu'da bir kişi bulamıyordum. Sonunda, 16/17 Eylül gecesi, Kastamonu ve çevresi Komutanı Albay Osman Bey, Kastamonu telgrafhanesine geldi ve aynen şu teli verdi:
"Bugün Kastamonu'ya geldim. İstanbul Hükümetinin adamlarıyla Vali Vekili ve Jandarma Komutanının düzeni üzerine evimde tutuklandım. Yurtsever örnek subaylarımızın yardımlarıyla şimdi kurtuldum. Ben de Vali Vekilini ve Jandarma Alay Komutanını birlikte tutuklattım. Telgrafhaneye el koydum. Burada durum önemlidir. Kongreden çok rica ederim; bütün kararlarından buraya bilgi vererek Kastamonu'nun sayın halkını aydınlatsın. Yeni valinin İnebolu'ya indiği haber alınmıştır. Kendisi için ne işlem yapılacaktır? Buraya vali vekili ve başka görevli atanması için Ulusal Kongrenin bana yetki vermesini rica eder ve bu dileklerimin karşılığını şimdi makine başında beklediğimi bilgilerine sunarım."
Osman Bey'le makine başındaki haberleşmemiz şöylece biraz daha sürdü. Kendisinden sordum:
"Şimdi orada üstünlüğü sağladınız mı? Ne kadar kuvvetiniz var? Orada ilin ileri gelen görevlilerinden güvenilir kim vardır? Yeni atanıp İnebolu'ya geldiği öğrenilen valinin adı nedir?"
Osman Bey'in karşılığı şu idi: "Şimdi ilde üstün durumdayım. Herhalde Kongre, yardımcı olarak, beni aydınlatmalıdır. Atanan valinin, Konya valiliğinden emekli, çok eski bir kişi olduğu söyleniyor. Adı Ali Rıza'dır. Kuvvetim, iki yüz elli kişi çıkarır bir tabur ve dört tüfekli bir ağır makineli bölüğüdür. Halk ile daha görüşülememiştir. İlin ileri gelen görevlilerinden Defterdar Ferit Bey vardır."
Osman Bey'e şu buyruğu verdim: "Şimdi kendiniz vali vekilliğini üzerinize alınız. Asker ve sivil bütün kuvvetleri elinize almaya tam yetkilisiniz. Gelmekte olan valiyi hemen tutuklatacak önlemleri çabucak alınız. İşlerinize eylemle engel olanlara karşı hiç duraksamadan silah kullandırınız. İl Defterdarı, benim Diyarbakır'dan tanıdığım Ferit Bey ise, size yardım etmesi gerekir. Bolu Mutasarrıfına, aldığınız durumu ve size verilen yetkiyi şimdi bildirerek onun da İstanbul'a karşı böyle davranmasını benim yerime söyleyiniz. Sinop Mutasarrıfı Mazhar Tevfik Bey'e de, benim yerime gene bu yönergeyi veriniz. Yanınızda hangi şifre anahtarı vardır?"
Osman Bey'in yanıtı: "Vali vekilliğini Defterdar Ferit Bey'e vereceğim, kendim alamayacağım. Bildiğiniz Ferit Bey'dir. Sinop Mutasarrıfı bildiğinizdir, kendisi görevden çıkarılmıştır; vekillik, Jandarma Tabur Komutanı Remzi Bey'dedir. Mazhar Tevfik Bey'in Sinop'ta olduğu bildiriliyor. Şifre anahtarı tutuklu Alay Komutanındadır; istendi, alacağım karşılığa göre sonucu bildiririm efendim."
"Yanınızda başka şifre anahtarı var mıdır? Ferit Bey şimdi nerededir, durumu biliyor mu?" diye sordum.
"Durumdan bilgisi yoktur, şimdi çağrıldı, gelecektir. Ben hiç şifre anahtarı almadım; çünkü tutuklanacağımı bilmiyordum. Makam (Valilik Makamı) şifresiyle yazarım umudunda idim." yanıtını verdi.
"Oradaki Jandarma Tabur Komutanı kimdir? Ne kadar Jandarma kuvveti vardır, buyruğunuz altına girdi mi?" sorusunu yazdırdım. Buna da verdiği yanıtta: "Jandarma Komutanı Emin Bey yanımda ve benimle işbirliği yapmıştır. Merkezde Jandarma sayısı otuz beş kadardır. Polis Müdürü Halil Bey de yanımda ve benimle işbirliği yapmıştır. Polis sayısı kırktır. Piyade Tabur Komutanı Şerif Bey, kendisi biraz budala olduğundan şimdilik tutuklanmıştır. Jandarma Tabur Komutanı Emin Bey yüzbaşıdır. Defterdar Ferit Bey geldi, yanımdadır."
"Emin Bey'i biraz anlatır mısınız?" sorusuna; "318 çıkışlı, Üsküplü Emin, tanırsınız. Ayrıca ellerinizden öpüyorlar."
Bunun üzerine şu satırları yazdırdım: "Emin Efendiyi tanırım, teşekkür ederim. Ferit Bey'e durumu anlattınız mı? Önemli işler makam şifresiyle bildirilebilir. Sinop Mutasarrıf Vekili olan Jandarma Komutanına güvenilemezse onun yerine sizce uygun görülecek birinin vekilliğe geçirilmesi için gerekli önlemlerin alınması düşünülmelidir. Yardım istiyor musunuz?"
Osman Bey: "Kuvvetçe yardımı gerekli görüp görmediğimi daha sonra bilginize sunacağım. Jandarma Tabur Komutanı yeni geldiği için, durumu anlaşılamamıştır efendim," yanıtını verdi. Osman Bey'e başka bir söyleyeceği olup olmadığını ve Ferit Bey'le durum üzerinde görüşüp görüşmediklerini sorup anladıktan sonra, şu teli yazdırdım:
16/17 Eylül 1919
Osman Bey ve Ferit Beyefendi'ye
Önlemlerinizde ve işlerinizde başarı dilerim. Bize durumunuzdan ve gelmekte olan valinin tutuklandığından bilgi vermenizi bekleriz.
Mustafa Kemal

Kastamonu da İstanbul'a Karşı Gelmeye Başlıyor
Ferit Bey, Vali Vekili; Albay Osman Bey, Kastamonu ve dolayları Komutanı olarak çalışmaya başladıktan bir iki gün sonra, kendilerini yeniden telgraf başına çağırarak bilgi istemiştim.
İstanbul'da gereken yerlere, istenildiği gibi, halkın imzası altında teller yazıldığı ve bütün illere ve sancaklara da bu tellerin gönderildiği bildirilmekle birlikte birtakım sorular da soruluyordu. Bu arada: "Halk diyormuş ki:
1- Başka illerin kamuoyu bizimle birlik değiller midir?
2- Bu olağandışı durum ne güne dek sürecektir?
3- Hükümetin direnmesine karşı ne gibi önlem alındı? Bizi aydınlatmak iyiliğinde bulununuz Paşam." diyordu.
Halktan geliyormuşçasına sorulan bu soruların Vali Vekili ve Komutan Beylerin de kafalarında yer etmekte olduğunu düşünmek, ona göre karşılık vermek yorulmaya değerdi. Bundan dolayı saatlerce Sivas-Kastamonu telini tutan uzun bilgi verildi ve açıklamalar yapıldı. Bu açıklamaları şöylece özetleyebilirim :
1- Ulusal tepki, yurdun her köşesinde bütün sertlikle ve coşkunlukla vardır. Bütün illerin en ufak köylerine değin halk ve en ufak birliğine değin bütün ordularımız baştan aşağı duyarlı ve tam birlik olarak, kendilerine bildirilen kararları uygulamakta ve yürütmektedirler.
Halkın ikinci ve üçüncü sorusuna karşılık olmak üzere de:
2- Ne zaman ki Kastamonu halkı, bu durumu olağandışı bulup kaygıya düşmekten kurtulacak ve amacımızı gerçekleştirinceye dek dayanmakta kararsızlık belirtisi göstermeyecektir; işte o zaman bu olağandışı durum kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Hükümetin direnmesi olağandır. Buna karşı başka önleme kalkışmadan önce, ilk önlemimizi gereği gibi ve her yerde kesinlikle uygulama yollarını düşünelim. Örneğin: Bolu durumu üzerine ne yapılmıştır? Bolu kesimine dek bütün yerlerin İstanbul'la resmi haberleşmesinin kesildiğine güvenebilir miyiz? Bununla ilgili olarak beklediğimiz bilgi daha gelmedi. İşte bu dediğim önlem, İstanbul'a değin yayılabilirse hükümetin direnme gücü kalmayacağını sanırım. Ama bundan sonra da gene çok bilinçsizce ve çok bönce bir ayak diremeyi sürdürmek isterlerse kuşkusuz daha etkili önlemler uygulanabilir.
Bundan sonra Vali ve Komutanın verdiği bilgilerden şunlar anlaşıldı: İnebolu'dan İstanbul'a geri gönderilen yeni vali, Zonguldak'ta Dahiliye Nazırından şöyle bir buyruk almış:
"Bolu ve çevresi açıktır. Zonguldak'a çıkınız, ilin gereken yerleriyle haberleşiniz ve son buyruğa değin orada bekleyiniz." Gerçekten yeni vali, Zonguldak'ta kalmış ve şuna buna gözdağı vermeye başlamış. Ferit ve Osman Beyler, Zonguldak Mutasarrıfına yeni valiyi tutuklayıp karadan Kastamonu'ya gönderilmesini emreylemişler; Mutasarrıf bunu yapmamış. Bununla birlikte, bu girişimi öğrenen yeni vali, orada barınamayarak İstanbul'a dönmüş. (belge: 106)

Ali Fuat Paşa Batı Anadolu Ulusal Kuvvetler Komutanı
Sırası gelince bildirmiştim ki Yirminci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, Kongre adına bazı kararlar ve önlemler almıştı. Ali Fuat Paşa'ya Kongrece "Batı Anadolu Kuvayi Milliye Komutanı" diye bir san verildi. Paşa, Eskişehir ve dolaylarını ulusal bir bölge sayıp komutanlığına Süvari Yarbayı Atıf Bey'i; Afyonkarahisar dolaylarını da ulusal bir bölge sayıp komutanlığına Yirmi Üçüncü Tümen Komutanı Ömer Lûtfi Bey'i atamıştı, Bu tümen ile, Anadolu'ya geldiğimizin daha ilk günlerinde ilgilenildiğini o günlerle ilgili konuşmalarım sırasında söylemiştim. İstanbul Hükümeti, Fuat Paşa'nın yerine Hamdi Paşa'yı atamış ve göndermişti. Hamdi Paşa Eskişehir'e dek geldi. Orada kendisine 16 Eylülde İstanbul'a dönmesi gerektiği bildirildi.
İngilizler, Eskişehir Bölgesi Kuvayi Milliye Komutanı olan Atıf Bey'i tutuklayıp İstanbul'a gönderdiler. Kuvayi Milliye Komutanı olan bir kişinin kendini kolaylıkla düşman eline düşürmeyecek önlemleri almış olması gerekirdi. Bu konudaki dikkatsizlik ve önlemsizlik, kendisini kurtarmak için uzun süre üst üste girişimlerde bulunmamızı gerektirdi. Bilirsiniz, o sırada Eskişehir'de İngiliz birlikleri vardı. Fuat Paşa, toplayabildiği Kuvayi Milliye ile birlikte Eskişehir'e yakın Cemşit denilen yere gitmişti. Eskişehir'i uzaktan sardı. Eskişehir'de bulunan İtilaf Kuvvetleri Komutanı General Soli Flud'un (Solly Flood) Fuat Paşa'ya gönderdiği bir mektupta kullanılan deyimler ve Kuvayi Milliyemizi niteleyişi; komutanlarımızın ve Kuvayi Milliyemizin yüksek şeref ve onurlarına karşı bir saldırı sayıldığından ve adı geçen Generalin hak ve yetkisi dışında görüldüğünden, bu konu üzerine İstanbul'da bulunan İtilaf Devletleri siyasal temsilcilerinin bir andırı ile dikkatleri çekilmişti. 25 Eylül 1919 günü General Soli Flud'un Fuat Paşa'nın yanına gönderdiği bir kurul -ki bir kurmay binbaşı ile Eskişehir'deki İngiliz Kontrol Subayından meydana gelmişti- İngilizlerin içişlerimize ve ulusal hareketimize hiç karışmayacaklarına söz verdi. Bu sıralarda İngilizler, Merzifon'da bulunan kuvvetlerinin geriye alınmasına memnun olup olmayacağımızı sormuşlardı. Elbette pek memnun olacağımızı bildirmiştik. Gerçekten oradaki kuvvetlerini bütün ağırlıkları ile birlikte, önce Samsun'a çektiler. Sonra oradan da İstanbul'a götürdüler. Eskişehir'de üstünlük sağladıktan sonra, Fuat Paşa'yı Bilecik ve Bursa dolaylarına göndermeyi düşünüyorduk.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:30

Konya Valisi Cemal Bey İstanbul'a Kaçıyor, Konya Halkı da İstanbul'u Tanımıyor
Baylar, Konya'da vali bulunan Cemal Bey, Ferit Paşa Hükümetinin İstanbul'da önemli bir dayanak noktası durumuna girdi. Konya'da Ordu Müfettişi olan Cemal Paşa'nın İstanbul'a gidip geri gelememesi, orada bulunan Kolordu Komutanı Salâhattin Bey'in kararsızca davranışları ve sonunda habersiz İstanbul'a çekilip gitmesi, Konya ve dolaylarını Vali Cemal Bey'in hükmü altında bırakmıştı. Oraya, amacı yakından anlamış bir kişinin gönderilmesi gerekiyordu. Sivas'ta yanımızda bulunan Refet Bey'in gönderilmesi uygun görüldü. Refet Bey yola çıktı. Konya'da, Heyeti Temsiliyece gönderilen bir komutanın gelmekte olduğu haber alınınca yurtsever kişiler canlanmış; öte yandan da Vali Cemal Bey cezaevinde ne kadar kanlı katil, ne kadar tutuklu varsa hepsini çıkarıp silahlandırmış ve kendisine bir kuvvet yapmak istemişti. Konya'nın sayın halkı, bu alçakça davranışa karşı ayaklanarak, yurtseverliğin gerektirdiğini yapmaya karar vermiş ve bunu sezen Cemal Bey, 26 Eylülde İstanbul'a kaçmıştır. (belge: 107) Halk, Belediye dairesinde toplanarak Hoca Vehbi Efendi'yi vali vekilliğine getirmişti.

Refet Bey'in Yerinde Olmayan Bazı Önerileri
Baylar, ilgi çekici bir noktadır; şimdi hatırıma geldi, yüksek topluluğunuza bildirmeden geçemeyeceğim. Sivas-Konya yolu üzerinde bir telgraf merkezinden, Refet Bey'den özel bir tel aldım. Refet Bey bunda, Konya ve dolaylarında başarı sağlamak için kendisine İkinci Ordu Müfettişliği san ve yetkisinin verilmesi gerekli olduğunu bildiriyordu. Refet Bey uzun bir süre sonra, Ankara'da bulunduğum sırada, Bolu ve dolaylarında baş kaldıranların tepelenmesi için görevlendirildiği zaman da oradan bir şifre ile, halk üzerinde önemli etkisi olacağından söz açarak, kendisinin generalliğe yükseltilmesini benden istemişti. O zamanlar Refet Bey'in gerek birinci ve gerek ikinci isteklerini yerine getirecek resmi görev ve yetkide bulunmadığımı açıklamaya gereklik yoktu. Özellikle bunu Refet Bey'in pek iyi bilmiş olması kuşku götürür müydü?
Refet Bey, bu isteklerini yerine getirmek için, benim İstanbul Hükümeti katında aracılık etmemi anlatmak istiyordu da denilemezdi. Çünkü, dünyaca biliniyordu ki ben, Ordu Müfettişliğinden ve askerlikten çekilmiş olduktan başka, Padişah ve İstanbul Hükümetince kovulmuştum ve benim için ölüm yargısı çıkarılmış idi. Çalışmalarım, bir kongrenin seçtiği kurul içinde, Heyeti Temsiliye içinde, onun adına oluyordu. Ulusal çalışmalarda bulunmak ve özellikle bu konuda başarılı olmak için resmi san ve yetki gerekli ise, aslında o, benim kendimde yoktu. Başarı sağlamak için, içinde bulunduğum durum ve koşulların ne olduğu anlaşıldıktan sonra, benden resmi yöntemlere göre san ve yetki aramanın yeri olamayacağı söz götürmezdi. Elbette Refet Bey'i Konya'ya görevli olarak gönderirken biz kendisine, amaca uygun olarak her türlü iş ve davranış için tam ve geniş yetki vermiştik. Bunun kullanılması ve uygulanması, onun yeteneğine ve gücüne bağlı idi.
Baylar, her yeri çalışmaya ve ulusal örgütler kurmaya yöneltmek için uğraşırken İstanbul Hükümetinin isteklerine hizmet eden kimi sivil örgütlerin baş yöneticilerinin sözde ruhsal gözdağı veren telyazıları da alıyorduk. Örneğin, Urfa Mutasarrıfı Ali Rıza adında biri, yaptıklarımızın İtilaf Devletlerine saldırı sayıldığını ve bu yüzden bütün Osmanlı ülkesinin İtilaf Devletleri askerlerinin işgali altına gireceğini, böylelikle Türk Hükümetine son verileceğini, ilgililerle görüşerek öğrendiğini bildiriyor ve İstanbul Hükümeti ile anlaşmamızı öneriyordu. Bu telin Mutasarrıfa yabancılarca yazdırıldığına kuşku yoktu. Buna, elbette gereği gibi karşılık verildi. (belge: 108)

General Harbord Kurulu ve Generale Verdiğim Karşılık
Baylar, hatırınızda olsa gerekir ki ülkemizde ve Kafkasya'da inceleme yapmak üzere Amerika Hükümeti General Harbord'un başkanlığı altında bir kurul göndermişti. Bu kurul Sivas'a geldi. 22 Eylül 1919 günü General Harbord ile uzun uzadıya görüşmelerde bulunduk. Generale, ulusal ayaklanmanın amacı ve ereği; ulusal örgüt ve birliğin ortaya çıkış nedeni; Müslüman olmayan azınlıklara karşı olan duygular; yabancıların ülkemizdeki yıkıcı propagandaları ve işleri üzerine geniş ve kanıtlı açıklamada bulundum. Generalin bazı beklenmedik sorularıyla karşılaştım. Örneğin: "Ulus, düşünülebilen her türlü girişim ve özveride bulunduktan sonra da başarı elde edilemezse ne yapacaksın?" Verdiğim karşılıkta -yanlış hatırlamıyorsam- demiştim ki:
Bir ulus varlığını ve bağımsızlığını korumak için düşünülebilen girişim ve özveriyi yaptıktan sonra başarır. Ya başarmazsa demek, o ulusu ölmüş saymak demektir. Öyle ise, ulus yaşadıkça ve özverili girişimlerini sürdürdükçe başarısızlık söz konusu olamaz.
Generalin sorduğu sorudan asıl amacın ne olabileceğini araştırmak istemedim. Ama, verdiğim karşılığı onun beğendiğini bugün yeri gelmişken söylemek isterim.

Abdülkerim Paşa'nın Aracılığı
Baylar, Eylülün 25'inci günü akşamı, Ankara'da bulunan Yirminci Kolordu Komutan Vekili Mahmut Bey'den aldığım bir şifre telde şunlar bildiriliyordu: "Bu gece İstanbul telgrafhanesinden Fuat Paşa'yı telgraf başına istediler. Dahiliye Nazırlığının il şifresiyle bir kapalı tel yazdırdılar." Bunun özeti şöyledir: "Padişahın bildirisindeki bilgince yol göstermelere uymakla yurdu kurtarma işi başarılacaktır: Ulusal eylem, uygarlık dünyasında iğrenç erekler gibi gösterildi. Hükümetle ulusun ayrılığı, yabancıların işe karışmasına yol açacaktır. Konferans, hakkımızda karar verirken bu anlaşmazlık, iyilik ve esenlik belirtisi olmayacaktır. Sonuç olarak, eylemin yöneticileriyle görüşmek üzere, yüksek kişilerle bildirilecek yerde buluşma, bir oldubitti biçiminde istenmekte ve zamanın darlığından, hemen yanıt beklenilmektedir. Görüşlere saygı gösterileceği, kişiliğe ve şerefe dokunulmayacağı da uzun girişlerle ekleniyor. Teli yazan bu kişi, kurmay tuğgenerallerden Abdülkerim Paşa'dır. Bu tele Ticaret ve Ziraat Nazırı Hadi Paşa aracılığı ile ve gene bu şifre ile yanıt beklemektedir. Adı geçenin, bu düzeni ile, görüşme isteğinin bizden geldiğini duyurup yaymak amacını güttüğü anlaşılıyor. Telgraf başında beklemekte olduklarından, bir dakika önce kabul edilip edilmeyeceği ile ne karşılık verileceğinin bildirilmesi saygı ile rica olunur. Ali Fuat Paşa Hazretlerine de yazılmıştır." (belge: 109)
Mahmut Bey'e o gün saat 7 sonrada makine başında verdiğim telde şunları bildirdim: "Kerim ve Hadi Paşalara, Fuat Paşa'nın Ankara'da bulunmayıp işi olduğunu ama görüşmek istiyorlarsa Sivas'ta bulunan Heyeti Temsiliye ile ve bu kurul arasında bulunan Mustafa Kemal Paşa ile makine başında diledikleri gibi görüşebileceklerini bildirirsiniz. `Onlar görüşmek isteğinde iseler' diye bildirmeye dikkat etmek gereklidir." (belge: 110)
Mahmut Bey, Kerim Paşa'nın Ankara'ya çektiği teli olduğu gibi bize de yazdı. İçindekiler, aşağı yukarı Mahmut Bey'in özetlediği şeylerdi. (belge: 111)
Baylar, İstanbul Hükümeti ile ilgiyi kesişimizin on beşinci günündeyiz. Ulusal karara karşıt bir durum alan kimi yerler de, ister istemez ulusal akıma uymaya zorlandı. İstanbul Hükümetine hizmet eden kimi görevliler ya kaçtılar ya da boyun eğme durumuna getirildiler. İstanbul'a, bütün yurttan, her gün İstanbul Hükümetinin düşürülmesi isteğini bildiren binlerce tel yağdırılmaya başlandı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:31

6. Bölüm
NUTUK
Ali Riza Paşa Kabinesi'nin Çekilmesi, İstanbul'un İşkali
ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin Toplanması
Ali Rıza Paşa Hükümetinin Çekilmesi

Baylar, biliyorsunuz ki İngiliz temsilcisi, Yunanlılar da içinde olarak İtilâf kuvvetlerine karşı savaşa son verilmesini hükümete önermişti ve bu sağlanırsa, İstanbul'un Osmanlı Devleti'ne bırakılacağı yolunda yaldızlı bir söz de vermişti. Fakat İstanbul'da bu öneri yapılırken, Şubatın 18'inci, l9'uncu ve 20'nci günlerinde, Yunanlıların da İzmir'e yeni kuvvet, taşıt, pek çok cephane getirdiğini ve cephelere yollayarak yeni bir saldırıya hazırlandığını biz biliyorduk. Bu bilgimizi -hükümet işlerine karışmayınız yaygarasına bakmaksızın- İstanbul Hükümetine de duyurarak dikkatini çekmekten geri kalmadık.
Yunanlılar böylece saldırıya hazırlanırlarken Ali Rıza Paşa Hükümeti başka bir öneri karşısında kalıyor:
"Yunanlılar karşısında bulunan Kuvayi Milliye'yi üç kilometre geri aldırmak!"
Ali Rıza Paşa Hükümetinin, bunu yapamayacağı besbelliydi. Ama amaç, onun düşürülmesi idi. Sadrazam, ister istemez, bu önerinin yerine getirilemeyeceğini, yanıt olarak bildirmiş.
3 Mart 1920 günü Yunanlılar saldırıya başladılar. Gölcük yaylasıyla Bozdağ'ı ele geçirdiler. İşte bu olay üzerine Ali Rıza Paşa'nın düşünebildiği tek çıkar yol, yerinde daha fazla kalmaktan vazgeçerek hemen çekilip bu sorumlu işten yakayı sıyırmak olmuştur. Çünkü, ulusal eylemi durdurma konusunda yapılan öneriyi yerine getirmeye çalışmış, ama başaramamış olan Ali Rıza Paşa, bu kez de öneriyi uygulattıracağım diye söz verip de bunu başaramazsa İtilâf Devletlerince sorumlu tutulması olasılığı da akla gelemez miydi?
Harbiye Nazırı Cemal Paşa, Başkomutan Mister Corç Miln'in buyruklarını uygulattıramadığından ötürü en sonunda hükümetten çıkarılmak durumunda kalmamış mıydı? Ali Rıza Paşa için de böyle bir işlem yapmaya kalkışılırsa, kendisini Padişahın koruyabileceğine güvenebilir miydi? Böyle bir durumda, ulusal isteklerin tek belirme yeri olduğunu söylediği İstanbul'daki Meclisi Milli'ye güvenebilecek miydi? Ulusal irade adına konuşmasının ve isteklerde bulunmasının artık yeri ve olanağı kalmadığını söyleyerek cezalandıracağım diye gözdağı verdiği Heyeti Temsiliye'ye dayanmaya gönül indirmeli miydi? Demek ki, kendisi için çekilmekten daha uygun bir şey olamazdı. İşte o da öyle yapmıştır. (belge: 241) Ali Rıza Paşa, hükümete ilk saldırıldığında çekilmesi gerektiği yolundaki uyarmamızı kabul etmedi. Yerinde durmakla yurda yararlı olacağını söyledi. Meclisi Milli de bu bilgisizce görüşü uygun bularak onu yerinde tuttu. Acaba yapılması söz konusu olan ödev, Yunanlılara, saldırı hazırlıklarını tamamlayarak yurdun kutsal topraklarından daha bir kısmını çiğnemek ve pek sevgili yurttaşlarımızdan daha bir kısmını süngüler altında inletmek için gerekli fırsatı hiç ses çıkarmadan bağışlamak mıydı?

Padişah, İşin ve Durumun Gereğine Göre Bir Kişiyi Sadrazamlığa Seçeceğini Bildiriyor
3 Mart 1920 günlü şifrelerle Rauf ve Kara Vâsıf beyler hükümetin çekilme işini haber verirken, Felâhı Vatan Grubu Başkanının, Meclis başkanı vekillerinin saraya gönderildiklerini de bildiriyorlardı. Bu başkanlar, Padişah katına kabul olunmamışlar. Başyazman ve Başmabeyinci ile görüşmeleri buyrulmuş. Grup Başkanı, ulusal örgütün Padişaha bağlılığını bildirmiş. Sözü hükümetin çekilmesine getirmiş. Padişah, başyazman aracılığı ile şu buyruğu bildirmiş: "Bütün milletvekillerine selam. İşin ve durumun ağırlığını ben de onlar kadar anlıyorum. İşin ve durumun gereğine göre bir kişiyi sadrazamlığa seçeceğim. Onun yetkisine el uzatarak arkadaşlarının seçimine karışamam. Ancak, ona, çoğunluk grubuyla anlaşmasını öğütleyeceğim."

Beni İşlere Karıştırmak İstemeyenler Benden Hemen Sonuç Verecek Önlem Bekliyorlar
Başkanlardan meydana gelen kurul, teşekkür ederek ayrılmış. (belge: 242) Verilmekte olan bilgiler arasında şunlar da vardır: "Milletvekilleri telaşlı; ama, isteğe uygun bir hükümet kurulacağına güveniyorlar. Yabancıların, Hürriyet ve İtilâfçıların ve Nigehbancıların, düzenledikleri gerici hareketlerde başarıya ulaşabilmek için, Ferit Paşa'yı ya da yakınlarından birini iş başına getirmeleri de olasıdır. Meclisi, elbette dağıtacaklardır. Padişah katında etkili olacak önlemlerin oraca alınması buyruklarınıza sunulur".
Baylar, tuhaf değil midir ki, bugün bunları bildirenler, daha birkaç hafta önce: "Meclis resmi olarak açıldığına göre, bundan sonraki buyruklarınızın bana bildirilmesini ve görüşlerinizin her yerde gereği gibi savunulacağına güvenmenizi" diye yazan kişilerdir. Birkaç hafta önce, İstanbul Hükümeti ile görüş birliğine vararak beni, işlere ve yürütüme karışmaktan alıkoymak isteyen kişiler, bugün İstanbul'da hiçbir şey yapmaya güçleri yetmediğini açığa vurarak, buradan, Heyeti Temsiliye'den etkili önlemler bekliyorlar.
Biz, bu isteği de yerine getireceğiz. Ama bu kişilerin isteği olduğu için değil; bunu, yurdun yararı böyle buyurduğu için...
Baylar, 3 Mart günü ve 3/4 Mart gecesi, İstanbul'la haberleşmek ve oradaki durumu anlatmakla geçti. 4 Mart günü, gerek İsmet Paşa'dan ve gerek öbür kişilerden aldığım bilgiler üzerine durumu, genelge ile bütün ordularla örgüt merkezlerimize ve ulusa bildirdim. (belge: 243, 244) Meclisi Mebusan Başkanlığına şunu yazdım:
Ankara, 4.3.1920
Meclisi Mebusan Yüce Başkan Vekilliğine
İtilâf Devletlerinin işlerimize sürekli karışmaları karşısında artık Ali Rıza Paşa Hükümetinin çekilme kararını Meclise bildirdiği üzüntüyle haber alınmıştır. Aydın cephesinde, kutsal yurdumuzu ele geçirmeye çalışan düşmanla Kuvayi Milliye çarpışmakta ve yurdun her karış toprağına, içten bağlı ve özverili çocukları gömülmektedir. Hiçbir güç, hiçbir yetki, tarihin buyurduğu bu görevden ulusumuzu alıkoymayacaktır. Ulusal ve yurtsal bağımsızlığımızın sağlanması uğrunda her türlü özveriye hazır bulunan ulusumuzun kutsal coşkusunu, ancak ulusun tam güvenebileceği bir hükümetin iş başına getirilmesi yatıştırabilir. Bütün ulus, bu tarihsel günlerde, ulusal iradenin koşulsuz vekilliğini üzerlerine almış bulunan milletvekillerinin kesin kararlarını sabırsızlıkla beklemektedir. Yurda ve tarihe karşı yüklendiğimiz büyük sorumluluğu ve bütün dünyanın, kürsünüze çevrili olan dikkatli bakışlarını düşünerek, ulusun özverili dayancına uygun kararlar alacağınıza güvendiğimizi ve yurtseverce çalışmalarınızda bütün ulusun sizinle birlik ve size destek olduğunu bilginize sunarız efendim.
Heyeti Temsiliye adına
Mustafa Kemal
Padişaha da şu teli çektim baylar:
Ankara, 4 Mart 1920
Padişah Hazretleri'ne
İtilâf Devletlerinin, bağımsızlığa ve onura dokunan saldırılarına ve Ateşkes Anlaşmasına uymayan karışmalarına ve davranışlarına daha çok dayanamayan hükümetin çekilmesiyle yüce devletinizde yeniden bir hükümet bunalımı belirmesi, ulus kamuoyunda derin bir heyecan uyandırmıştır. Yüce Padişahlık ve Halifeliğinizin çevresinde düşünce ve ülkü birliğine vararak, yüce bağımsızlığınız ve dokunulmazlığınız ve yüce devletinizin ülke bütünlüğü için son özveriyi göze almış olan bütün uyruklarınız, düşmanlarca yönetilen bazı karıştırıcılık ve kargaşa düzenlerinden dolayı öteden beri üzgün ve kaygılı bir durumda olup, hükümet bunalımının elden geldiğince çabuk giderilmesini ve ulusal amaçları gereği gibi gerçekleştirebilecek saygın bir hükümet kurulmasını beklemektedir. Meclisi Milli'nin çoğunluk grubunda yoğunlaşan ulusal istek ve eğilimlerin yüce katınızca da destekleneceğine, bütün uyruklarınız gibi Kurulumuz da inanmaktadır. Ancak, içteki ve dıştaki bin türlü tutkunun kabarması üzerine dirliği ve esenliği bozulma korkusu geçiren ülkemizin, ulusal vicdana güven veremeyecek bir hükümet başkanına bir dakika bile katlanamayacağını ve Tanrı esirgesin, böyle bir durum ortaya çıkarsa bunun Osmanlı Devleti tarihinde benzeri görülmeyen acı olaylara yol açacağını, yüce Padişahlık katının bilgilerine sunmayı bir yurt ödevi sayarız. Buyruk Padişahımızındır.
Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk
Cemiyeti Heyeti Temsiliyesi adına
Mustafa Kemal
Bu telin birer örneğini, bilgi için Meclisi Mebusan Başkanlığına ve kolordu komutanlarına yollamakla birlikte, birer örneğini de İstanbul gazetelerine ve Matbuat Cemiyetine (Basın Derneği) vermesini İstanbul telgrafhanesine buyurduk. Bundan başka baylar, komutanlara, valilere, mutasarrıflara ve Müdafaai Hukuk merkez kurullarına ayrıca şu genelgeyi de yolladık:
4 Mart 1920
İtilâf devletlerinin katlanılmaz bir duruma gelen karışmalarından ve baskılarından ötürü hükümet, dünkü 3 Mart günü çekilmiştir. Aldığımız sağlam haberlere göre hükümet, Ferit Paşa'nın ya da ona benzer birinin iş başına getirilmesini ve İstanbul'da yabancıların isteklerine hizmet edecek bir halifelik danışma kurulu kurulmasını sağlamak üzere dış düşmanlarca yönetilen ve karşıcıl partilerin aracılığıyla kurulan bir komitenin çalışmalarının sonucu olarak düşürülmüştür. Açıkça, komitenin çalışmasına yol açmak için İtilaf devletleri, ilkin hükümeti çekilmeye zorlayacak baskılar yapmışlardır. Durumun bu ağırlığı karşısında elbette Meclisi Mebusan gereği gibi etkin girişimler yapmaktadır. Ancak, bu girişimlerin eylemli olarak desteklenmesi için, ulusal amaçları gerçekleştiremeyecek bir hükümet başkanına ulusun katlanamayacağını çok sert bir dille Padişahlık katına, Meclisi Mebusan Başkanlığına ve basına bildirmek gerekir. Bu tel alınınca, dakika bile geçirilmeksizin, bu yolda telyazıları hazırlanarak bu gece her halde çekilmesinin sağlanmasını, buraya da yarın sabaha dek bilgi verilmesini önemle rica ederiz.
Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk
Cemiyeti Heyeti Temsiliyesi adına
Mustafa Kemal
Baylar, verdiğimiz yönerge gereğince, ülkenin her yanından, ulusun her yönetim katından 4/5 Mart gecesi başlayan tel fırtınası, ayın beşinci ve altıncı günleri, Padişah ve Meclisi Mebusan saraylarında istenilen etkiyi yaptı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:32

Salih Paşa Sadrazam Oluyor
Sonunda, 6 Mart günü, kim ve ne olduğunu anlayamadığımız bir kişiden şu haberi aldık:
İstanbul, 6 Mart 1920
Heyeti Temsiliye'ye
Sadrazamlık görevinin Bahriye Nazırı Salih Paşa'ya verildiği bilgilerine sunulur.
Müdafaai Hukuk Cemiyeti
Genel Yazman Vekili
Halit
Bu telin ardından şu tel geldi:
Meclisi Mebusan, 6 Mart 1920
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
Kutlu Halife Hazretleri, şimdi Meclisi Mebusan Başkanını yüksek makamlarına buyur ederek sadrazamlık görevini, Ayan üyelerinden eski Bahriye Nazırı Salih Paşa'ya verdiklerini bildirmişlerdir. Salih Paşa da hükümeti kurma işiyle uğraşmakta olduğundan bunalımın yarın akşama dek büsbütün ortadan kalkacağı bildirilir.
Meclisi Mebusan Başkanı
Celalettin Arif
Baylar, Rauf Bey'in de o gün, fakat daha hükümet başkanı belli olmadan verdiği bilgiler vardır. Dikkate değer olduğu için bu bilgileri veren telyazısını olduğu gibi sunuyorum:
Kişiye özel, çok ivedidir.
Dakika geciktirilemez.
Harbiye, 6 Mart 1920
Ankara'da Yirminci Kolordu Komutanlığına
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne:
1- Dün gece İzzet ve Salih Paşalarla görüştüm. Her ikisine de sadrazamlık önerilmemiştir. Vekillik eden hükümet de kimin olacağını bilmiyor. Eski Dahiliye Nazırı Reşit Bey'in Saray ile Fransa ve İngiltere elçilikleri arasında gidip gelmekte olduğu sağlam yerden öğreniliyor. Bir söylentiye göre, kendisinin sadrazamlığa getirileceği sanılıyor. Önceki gece Padişah Hazretleri, Tevfik Paşayı kabul etti. Daha sonra Ferit Paşa'yı kabul ederek, saat beşten on sonraya dek görüştü. Dünkü Cuma günü Balta Limanı'nda Ali Kemal ve eski Dahiliye Nazırı Mehmet Ali'nin de bulunduğu bir toplantıda uzun görüşmeler oldu. Daha sonra Rahip Fru da katılarak Ali Kemal'in evinde görüşmeler sürdürüldü. Celâlettin Arif Bey, dün saat dört sonrada Padişah katına kabul olundu. Durumun şimdiki bunalımın sürüp gitmesini kaldıramayacağından yurdun ve Millet Meclisinin güveneceği bir hükümetin bir an önce işbaşına getirilmesi için Celâlettin Arif Bey'in birkaç kez ileri sürdüğü dileğe karşı Padişah Hazretleri, durumun inceliğini onun gibi anladığını ve Kuvayi Milliye'nin gerekliliğine inandığını bildirdikten sonra, içeride ve dışarda güven sağlayabilecek bir kişinin çabuk atanamayacağı ve pazara dek düşünmek gerektiği yolunda karşılık vermişler. Daha önce bilginize sunduğum olaylardan sezinlediğime göre Padişah İngilizlerle konuşup haberleşmektedir ve Londra' dan gelecek yanıtı beklemektedir. Herhalde durum pek bunalımlıdır. İngilizlerden umutlu olurlarsa, Ferit Paşa'nın Sadrazamlığa getirilmesi bile uzak görülemez. Kısacası, şimdiye değin Padişah doğrudan doğruya Tevfik ve Ferit Paşalardan başka kimseyi kabul etmemiş ve Ferit Paşa ile görüşmesi de gizli olmuştur. Saray adamlarından güveninizi kazanmış olduğunu bildiğim bir kişi, Perşembe günü, Padişahın pek yakınları adına beni özel olarak gördü ve düşüncemi sordu. Sorusuna yanıt olarak, Padişahlık yararına, devlet ve ulus yararına işleri yoluna koyacak kişinin siz olabileceğinizi; fakat şu sırada işgalde bulunan İstanbul'a dönemeyeceğinize göre, İzzet Paşa'nın sadrazam olması gerektiğini açık bir dille söyledim. Salih Paşa Meclisin kapatılabileceğini de sezdiriyor. Birinci Başkan Vekili Hüseyin Kâzım Bey'in de, Sarayla ve İngilizlerle Meclis adına dolaplar çevirdiği anlaşılıyor. Bilgilerinize sunulur.
Celâlettin Arif Bey bugün saraya gidecek. Durumu çok açık olarak Padişaha anlatacak, karşıcılları iş başına getirirse, Anadolu'daki örgütlerin sarsılacağını, böylece, Doğudaki kendileri için dokuncalı olan ilkelerin ülkemize gireceğini ve Halifeliğin Müslümanlar gözünde ne duruma düşeceğini açıklayacak ve Anadolu'dan, ulusal örgüt merkezlerinden bu konuda gelen bütün telyazılarını gösterecek ve bununla ilgili olarak ayrıca yazılı bir rapor sunacaktır. Rapor birlikte yazılmıştır. Örneğini sonra sunarız. (Rauf)
2- Bu tel, 6.3.1920 günü saat 17.15 sonrada Harbiye Telgrafhanesine verilmiştir.
Harbiye Nazırlığı Başyaveri
Salih
Baylar, Rauf Bey'in, sadrazam bulmak söz konusu olurken benden söz açması elbette gereksizdi. Aramızda hiç böyle bir söz konuşulmuş değildi. Ben aslında İstanbul Hükümetinin yaşayacağından umutlu değildim. Osmanlı Devleti'nin yaşamını bitirdiğine ise çoktan inanmıştım. Osmanlı Devleti'nin sadrazamlığını üzerime almak gibi cılız ve anlamsız bir düşüncenin benim kafamda yeri olamayacağı kuşkusuzdu. Ben, doğal bir biçimde geçmekte olan devrim evrelerini soğukkanlılıkla izlerken, yarının önlemlerinden başka bir şey düşünmüyordum.
Rauf Bey, sözkonusu ettiği Celâlettin Bey'in raporu örneğini de gönderdi. (belge: 245) Hükümet kurulduktan sonra da şu bilgiyi verdi :
Harbiye, 8.3.1920

Yirminci Kolordu Komutan Vekilliğine
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne:
1- Hükümet şöyle kurulmuştur: Sadrazam Salih Paşa, Şeyhülislam yerinde, Dahiliye yerinde, Hariciye Safa Bey yerinde, Harbiye yerinde, Bahriye Salih Paşa vekil olarak, Nafıa Tevfik Bey asıl olarak, Maliye Tevfik Bey vekil olarak, Devlet Şûrası Abdurrahman Şeref Bey vekil olarak, Maarif Abdurrahman Şeref Bey asıl olarak, Evkaf eski Şeyhülislam Ömer Hulûsi Efendi asıl olarak, Adliye Celâl Bey, Ticaret Defterhane Emini Ziya Bey.
2- Celâl Bey'in tutumunu bilmiyoruz. Bu kuruluş, Damat Ferit Paşa'ya zaman kazandırmak için Sarayın bir düzenidir. Salih Paşa, bir bunalımı önleyerek bu yolda yurda yararlı bir hizmet gördüğü inancındadır. Bizim düşüncemiz bu hükümete güvenoyu vermemektir ve bunu, Grupta sağlamaya çalışıyoruz. Ferit Paşa tehlikesi şimdi de vardır. Buna göre durumun güven altına alınması buyruklarınıza sunulur.
3- Dikkate değer olarak şunu da bilgilerinize sunalım ki, Salih Paşa, Meclisi Mebusan'dan nazır alamayacağı anlaşıldıktan sonra, dışardan alacağı kişileri seçerken Grubun görüşünü soracaktı. Oysa, şimdi bundan da vazgeçerek adları bildirilen kişilerle hükümeti kendiliğinden kurmuştur efendim. (Rauf)
Harbiye Başyaveri
Salih

Trakya'da Cafer Tayyar Bey'in İzlediği Yanlış Bir Görüş
Baylar, İstanbul bunalımı üzerine verdiğim açıklama epeyce uzadı. Aslına bakılırsa, İstanbul'da öteden beri sürüp giden duruma yeniden daha birçok olayların eklendiğine tanık olacağız.
İzin verirseniz, yeniden İstanbul'a dönmek üzere, biraz da Edirne dolaylarındaki duruma göz atalım. Şimdiye değin genel olarak söylediklerim arasında yeri geldikçe Trakya'yı da hiçbir zaman örgütlerimizin ve tasarılarımızın dışında tutmadığımızı anlatmış olduğumu umarım. Edirne ile ilişkimiz ve haberleşmemiz, yurdun her yeri ile olduğu gibi sürdürülmekte idi.
Yaptığımız yazışmalardaki dikkate değer bazı noktaları yüce topluluğunuza açıklayarak bildirmek uygun olur.
Birinci Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Bey, 31 Aralık 1919 günlü çok ayrıntılı bir raporunda, Trakya'da ve özellikle Batı Trakya'da, Yunanlıların yaptıkları girişimleri ve çalışmaları eksiksiz açıklıyordu. Bu olağanüstü çalışmalarına karşı kendisinin gereği gibi düzenleme yapamadığından yakınıyordu.
"Kolordusunun, bu durum ve gelecekte çıkabilecek olaylar karşısında uygun bir konum almasına General Miln'in olmaz dediğinin yazışma sonunda anlaşıldığını" bildiriyordu. (belge: 246)
General Miln'in gerekli düzenlemeleri yapmamıza olmaz diyeceği elbette kuşku götürmezdi. Bu açık gerçeği yazışma yoluyla sorup anlamaya bilmem nasıl bir düşünce ve usa vurma ile kalkışılmıştı?
Cafer Tayyar Bey'e 3 Ocak 1920'de verdiğim yönergede, gönderdiğimiz gizli yönetmeliğe göre silahlı birlikler kurulmasını yeniden hatırlattım: "Askeri durumu değiştirmekle elde edilemeyen yararların böylece karşılanması gerekir." dedim. (belge: 247)
Harbiye Nazırı bulunan Cemal Paşa'ya da gene o gün durumu bildirerek, Yunanlıların Doğu Trakya'da olsun, hazırlıklarına engel olmasını yazdım. (belge: 248)
Trakya-Paşaeli Cemiyetinin gönderdiği raporlarda gereği gibi örgütler kurulamadığından söz ediliyor ve kimi yüksek görevlilerden yakınılıyordu. (belge: 249) Bu gibi görevlilere öteden beri bazı uyarmalarda bulunuyordum. (belge: 250)
Yakınmanın önemlisi Cafer Tayyar Bey'den gelmeye başladı. Örneğin, bu konu ile ilgili olarak okuyacağım şu mektup bir fikir verebilir sanırım:
26 Ocak 1920
Sayın Paşam,
Arif Bey'in, Trakyalılarla ilgili olarak, sözlerini doğrularım. Trakya Cemiyeti, silah gücü ile desteklenmemiştir. Ne yazık ki, Cafer Tayyar hepimizi aldatmış; hiçbir örgüt kurmamış, bir tek tüfekle olsun, silahlandırma işine girişmemiştir. Cafer'i, yalnız kendisini düşünmekle suçlarım. Bulgaristan durumundan da büsbütün habersiz, tam bir aymazlık içindedir.
Son günlerde Cafer'in, tümenlerine yazdığı bir buyruk bir rastlantı ile elimize geçti. Yunanlıların yaptıklarından ve düşüncelerinden söz ettikten sonra, bu durum karşısında artık Müdafaai Hukuk Cemiyetinin yönergesine göre ulusal örgütler kurmaya başlamak gerekirse, bu işte subaylar aracılığı ile halka yardım edip etmemek konusunda ne düşündüklerini komutanlardan soruyor. Artık düşününüz... Tanrı ulusal işlerde aldatanları yok etsin. Ama, yazık aldanmış olanlara!
Sonuç: Bulgar askerleri Batı Trakya'yı boşaltarak gittikleri ve beş on memurla 150-200 jandarmadan başka kuvveti bulunmadığı halde bile, ayaklanarak ve savaşarak yurdu savunacağını beklediğimiz Trakya, bir şey yapamadı. Cafer bu durumda bir acı duydu mu bilmem? Bunun için, artık Topçu İhsan'ı, Veteriner Rasim'i (zeki, canlı, ılımlı pek güvenilir bir arkadaş) örgüt kurmak üzere Trakya'ya göndereceğiz. Buradan silah da göndereceğiz. Körolası Cafer, yalnız bunları serbest bıraksın, gölge etmesin başka bir bağış istemeyiz.
Edirne kesimini İngilizler, katıksız İngiliz olan erlerle teslim alıyorlar. Yunanlılar Hadımköy, Çorlu, Lüleburgaz'da toplanıyorlar. Bulgaristan kaynaşıyor. Yunan haydutluğu çok. Halkın sızlanması karşısında Vali, elini ovuşturmakta. Cafer güçsüzlüğünü göstermekte. Trakya'nın bolşevikliğe karşı yabancı kuvvetlerin yığınak yeri olacağı, Bulgarların harekatına uğrayacağı umulur. Orada güçlü bir pençe ve kafa gerek. Ne Cafer, ne Vali bu işe yeterli ve özverili değillerdir. İşte gidiş ve durum budur. Ben bunlarla çok uğraşıyorum. Geçen gün bir şifrenizi almış, pek üzülmüş ve şifre ile açıklama isteğinde bulunmuştum. Karşılık alamadım. Paşam, kişisel bir siyasa güttüğümü mü sanıyorsunuz? Yoksa, amacı kavramayacak, durumu anlamayacak şaşkınlardan olduğumu mu kestiriyorsunuz? Her iki hali de protesto ederim. İnancım ve ereğim birdir. Hiç sapmadan yürüyorum. Yalnız, başka bir şey düşünüyor ve bana söylemek istemiyorsanız ona bir şey demem. Açıkça bildirmenizi rica ederim. Sert ve azarlayıcı sözlere pek çok üzülürüm. Bu, beni çalışmaktan alıkoymaz. Beni karşılıcılığa sürüklemez. Ama arada senlik benlik işini ortaya çıkarması elbette beklenebilir. Buna göre dikkatinizi çeker ve gerçek iyice belirmeden ve benim neler çektiğimi anlamadan girişimlerde bulunmanızın, sizden beklenen ve hiç savsaklanamayacak olan incelik ve soğukkanlılık gereği olduğunu şuracıkta söylememe izin veriniz. Saygılarımla başarı dileklerimi sunarım paşam.
Vâsıf
Baylar, Edirne'den gelen yazılardan, raporlardan, bence yanlış bir siyasal görüş üzerinde durulduğu anlaşılıyordu. Şimdi okunan mektupta da, bu yanlış görüşün uygun bulduğunu gösteren cümleler vardır. Bu yanlış ilkeyi düzeltmek için öteden beri ileri sürdüğümüz düşüncemizi 3 Şubat 1920 günü bir kez daha Cafer Tayyar Paşa'ya ve İstanbul'da Rauf Bey'e bildirdim.
Yinelediğim düşünce şu idi:
"Doğu ve Batı Trakya'nın ulusal bir bütün olarak tasarlanması ve söylenmesi doğru bir siyasa değildir. Doğu Trakya'nın, yurdumuzun bir parçası olduğuna karşı gelinemez ve bu tartışılamaz. Batı Trakya ise, bir antlaşma ile daha önce bırakılmış bir topraktır.
Olsa olsa, Doğu Trakya, Batı Trakya'yı kurtarmaya çalışanların bir toplanma ve yönetim yeri olabilir.
Doğu ve Batı Trakya'nın birliğini üsteleyerek ileri sürmek, Doğu Trakya'da da bazı isteklerin ileri sürülmesine yol açabilir.
Bulgarların da, Adalar Denizi'nde (Ege Denizinde) iktisadi bir çıkış yeri istemeleri ayrıca üzerinde durmayı gerektirir. Bulgaristan'da bu bakımdan çalışılmalıdır. (belge: 251)
Cafer Tayyar Paşa da görevlilerden ileri gelen kişilerden, halktan yakınıyordu. 7/8 Mart 1920 günlü bir şifresinde: "Bizde halk her işi hükümetten beklemekte, yüksek sivil görevlilerin tarafsız durumu takınmaları yüzünden ulusal örgütler istekleriniz üzere kurulamamaktadır. İl içinde sık sık yapmakta olduğum denetlemelerde özellikle köylülerle sıkı ilişki kuruyorum ..................... Ama, her köye gidemiyorum ................. İşin, köklü ve yaygın olması hepimizce istenilmekte olup bunun da bildirilen sakıncaların ortadan kaldırılmasına çalışılmakla gerçekleştirilebileceğini bilginize sunarım." diyordu. (belge: 252)
Baylar, General Miln, Cafer Tayyar Paşa'ya askeri konumunu değiştirtmiyor. Vali ve mutasarrıflar tarafsız kalıyor ve her işi hükümetten bekleyen halka ulusal örgüt kurmada önderlik ve kılavuzluk etmiyorlar. Bu sakıncalar kalkmadıkça, işin köklü ve yaygın olamayacağı kanısında bulunuluyor.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:33

Karakol Cemiyeti İstanbul'da Örgütünü Genişletmeye Çalışıyor
Baylar, bir ara bir Karakol Cemiyetinden ve onun çalışmalarını yasaklama konusundaki girişimlerimizden söz etmiştim. Bu cemiyetin İstanbul'da örgütünü daha da geliştirmeye çalıştığı anlaşılıyor. Yeniden şöyle bir uyarmada bulunmak gerekti:
Yazı ile
12 Mart 1920
Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı Albay
Şevket Beyefendi'ye
İstanbul'da bulunan örgütümüzün, amacı gerçekleştirmeye yetmediği anlaşılmaktadır. Çeşitli zamanlarda ve hele bugünlerde Ankara'ya gelen ve durumu bilen kimi kişilerin verdikleri bilgiye göre, bu işteki başarısızlığın nedeni Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti örgütü adı altında Karakol Tüzüğünün uygulanmasına çalışılması olduğu anlaşılmıştır.
Karakol Tüzüğü, birçok kimseleri örgütlerimizle ilişki kurmaktan ürkütmüştür. Bundan ötürü, örgütlerimizi Müdafaai Hukuk Örgüt Tüzüğüne göre kurmak, özellikle İstanbul için yeter. Çünkü, İstanbul'da asıl gücü, düşünce akımlarını birleştirmekte aramalıdır. İstanbul'da eylemli hareketler ve özel girişimler için kurulacak silahlı örgüte bile, Müdafaai Hukuk Tüzüğü Eki'nin uygulanması yeter. İstanbul Merkez Kurulu ve ona bağlı örgütler yönetim kurullarının açıktan çalışmalarında sakınca görülüyorsa, bu kurullarda görev alacak kişiler, kimliklerini gizli tutabilirler. Bu yolda kurulmuş ve kurulacak olan örgütlerin ve bunların merkez kurulları ile yönetim kurullarında görev alan kişilerin adlarının güvenli bir araçla bildirilmesi yolunda yüce yardımları pek çok rica olunur efendim.
Heyeti Temsiliye adına
Mustafa Kemal

İstanbul'daki Kuvayi Milliye İleri Gelenlerinin Tutuklanması İçin Londra'dan Gelen Buyruk
Şimdi isterseniz, yeniden İstanbul'a dönelim. 11 Mart 1920 günlü bir telde Rauf Bey şu bilgiyi veriyordu: 10 Mart l920 günü öğleden sonra İtilâf temsilcileri toplanmışlar. Londra'dan gelen ve İstanbul'daki Kuvayi Milliye ileri gelenlerinin tutuklanması ile ilgili olan bir buyruk içeren sorun üzerinde görüşmüşler ve buyruğu yerine getirmeye karar vermişler. Bu bilgi, güvenilir bir kişiye sağlam bir yerden gizlice verilmiş ve bu gibi kimselerin bir an önce İstanbul'dan uzaklaşmaları gerektiği bildirilmiş. İlgililer, bu konuyu çeşitli olasılıklara göre inceledikten sonra, işin sonuna dek İstanbul'da kalarak namus ödevini yapmaya karar vermişler. Sadrazam Salih Paşa, bile bile bu duruma yol açmakta imiş. Onun için hükümeti düşürmeye çalışacaklarmış. Başaracaklarına güveniyorlarmış. (belge: 253)
Rauf Bey'in bu telinin arkasından, gene o gün gelen kısa bir telinde: "Son bildirdiklerimize karşı ve hükümetin durumu üzerine hiçbir düşünce bildirmediğiniz için, telin size varmamış olmasından ve sağlığınızdan haklı olarak kaygılıyım. Cevabınızı gözlüyoruz" denilmekte idi.
Rauf Bey'e ve bilgi için On Beşinci ve Üçüncü Kolordulara 11 Mart günü şu bilgiyi vermiştim:
11 Mart 1920

Dün akşam, yani 10/11 Mart 1920'de Ankara'da Fransız Temsilcisi Yüzbaşı Buazo'nun (Boizeau) dilmacı olup bize öteden beri gizlice haber ulaştıran bir kişi, Ankara'daki İngiliz Temsilcisi Vitel'in (Withall), aldığı bir tel üzerine, eşyası, ağırlıkları ve yanındaki adamlarıyla birlikte bugün Ankara'dan ayrılarak İstanbul'a gideceğini ve bu trenden sonra İngilizlerin, demiryolu ulaştırmasını durduracaklarını bildirdi. Adı geçen Vitel, gerçekten bugün, habere uygun olarak, yola çıktı. Bu bakımdan, demiryolu ulaştırmasının da durması kuvvetle umuluyor. Bu işin, İtilâf devletlerince İstanbul'da alınan önlemlerle ilgili bulunduğu kuşku götürmez.
Mustafa Kemal
Rauf Bey'in son yazısına da şu yanıtı vermiştim:
"Hükümete güvensizlik oyu vererek sizlerin atılış yapmanız o denli güçlü bir nedene bağlanamayacaktır. Grubun dayanışma ve direnme gücü ve işbirliğindeki kesin tutumu üzerine açık bir görüşe ve kanıya varmadıkça, Salih Paşa'nın Grup Yönetim Kurulu ile görüşmeksizin iş görmesini bir meşrutiyet sorunu yapma yolundaki kararınız üzerine hiçbir düşünce ileri süremem. İngilizlerin tutuklama kararına karşı Meclisin, sonuna değin yiğitçesine görevini yapması pek yararlı ve parlaktır. Ancak, sizinle birlikte, varlıkları ilerideki girişimlerimiz ve eylemlerimiz için çok gerekli olan arkadaşların, sonunda bize katılabilmeleri kesin olarak güven altına alınmalıdır. Yoksa, Grubun birlik ve kararlı olarak iş görmesini düzenleyebilecek kişileri şimdiden görevlendirerek sizlerin hemen buraya gelmeniz çok gereklidir. Buraya gelecekler arasında ülkeyi temsil niteliğinde olanlarla, gerekince hükümet kurmaya ve yönetmeye yeterli kişilerin bulunması önemlidir. İtilâf Devletlerinin zorlama önlemlerine başvuracakları kuşku götürmez.... vb. Mustafa Kemal." (belge: 254)
Baylar, Rauf Bey'i ve öteki kişileri tam zamanında çağırmış olduğumuz, olaylarla, hem de üç dört gün geçmeden belli oldu. Ama ne yazık ki, bu çağrımız gerektiği kadar önem ve ağırlıkla dikkate alınmadı. Rauf Bey, Vâsıf Bey gibi kişiler, en sonunda tam bir uysallıkla Malta'ya gittiler. Bunu biliyorsunuz.
Son dakikaya değin Anadolu'ya geçmek ve Ankara'ya gelmek yolunun ve önlemlerinin kimi arkadaşlarca hazırlandığı ve sağlandığı bana anlatılmıştır. Eğer böyle idiyse, bu kişilerin Ankara'ya gelmeyi kabul etmeyip İngilizlere teslim olmayı ve Malta'ya gitmeyi yeğlemelerindeki neden ve özür, gerçekten incelenmeğe değer. Doğrusu, Türkiye durumunun ve geleceğinin kuşkulu, karanlık, ölümcül görüldüğü kuramına göre, bu karanlık tehlike içine atılanların, korkunç ve ürkünç bir sonuçla karşılaşmaları kuruntusunun etkisi altında, en sonunda herhangi bir zindanda bir süre kalmak üzere düşmana teslim olmayı yeğleyebilecekleri uzak görülemez. Bununla birlikte, ben burada böyle ağır bir yargıya varmaktan çekinirim. Bu düşünce iledir ki, bu kişileri Malta zindanlarından kurtarmak için her yola başvurarak, elden gelen girişimleri yapmaktan geri durmadım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:33

İstanbul'un İşgali

Baylar, İstanbul'da Onuncu Tümen Komutanından Ankara'da Yirminci Kolordu Komutanlığına 9 Mart 1920 gün ve 465 sayılı, şifre ile kapatılmış bir yazı, 14 Mart 1920 günü geldi. Açılmışı şu idi:
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne

İngilizlerin Türk Ocağına el koymaları üzerine, Milli Talim ve Terbiye binasına taşınan Ocağın bu yeni taşındığı yer de dün öğleyin gene İngilizlerce yeniden işgal edilmiştir efendim. 9 Mart 1920. (Hâdi)
Baylar, 1920 yılı Martının 16'ncı günü öğleden önce saat onda, makine başında şöyle bir tel verildi:

İstanbul, 16.3.1920
Ankara'da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
Bu sabah Şehzadebaşı'ndaki Mızıka Karakolu'nu İngilizler basıp, oradaki askerlerle İngilizler çarpışarak, sonunda, şimdi İstanbul'u işgal altına alıyorlar. Bilgilerinize sunulur.
Manastırlı
Hamdi

Ben bu telin altına kurşun kalemiyle "Tez elden Kolordulara benim imzamla, M. Kemal" işaretini koyduktan sonra, bu teli verenden açıklayıcı bilgi almaya başladım. Manastırlı Hamdi Efendi durmadan bilgi vermeyi sürdürdü:
Bizim en güvendiğimiz bir arkadaşımız var ki, yalnız o değil herkes, yani gelenler söylüyorlar. Şimdi de Harbiye'ye girdiklerini haber aldık. Dahası, Beyoğlu telgrafhanesinin önünde İngiliz erleri olduğunu öğrendik; fakat telgrafhaneyi işgal edip etmeyecekleri belli değildir.
Bu sırada baylar, Harbiye telgrafhanesinden görevli Ali, bilgi vermeye başladı:
Sabahleyin İngilizler basarak, altı kişi şehit oldu; on beşe yakın da yaralı var. Şimdi İngiliz erleri dolaşıyor. Şimdi, işte İngiliz erleri Harbiye Nazırlığına giriyorlar. İşte içeri giriyorlar. Nizamiye kapısına. Teli kes! İngilizler buradadır.
Yeniden Manastırlı Hamdi Efendi bizi buldu:
Paşa Hazretleri,
Harbiye telgrafhanesini de İngiliz deniz erleri işgal edip teli kestiği gibi, bir yandan da Tophane'ye giriyorlar. Bir yandan da zırhlılardan asker çıkarılıyor. Durum ağırlaşıyor efendim. Sabahki çarpışmada 6 şehit, 15 yaralımız vardır. Paşa Hazretleri, yüce buyruklarınızı bekliyorum.16 Mart 1920.
Hamdi
Hamdi Efendi teli şöyle sürdürdü:
Sabahleyin bizim erler uykuda iken, İngiliz deniz erleri karakola gelip giriyor. Erlerimiz uykudan şaşkın kalkınca çarpışmaya başlanılıyor. Sonunda bizden altı kişi şehit oluyor, on beş kişi yaralanıyor. Bunun üzerine, önceden bu alçaklığı tasarlamışlar ki, hemen zırhlıları rıhtıma yanaştırıp Beyoğlu bölgesini ve Tophane'yi işgal etmişler. Bir yandan da Harbiye Nazırlığını işgal etmişler. Dahası, şimdi ne Tophane ve ne de Harbiye telgrafhanesi bulunamıyor. Şimdi de haber almış olduğuma göre, Derince'ye dek yayılıyorlarmış efendim.
İşte Beyoğlu telgrafhanesi de yok. Orasına da el koydular sanırım. Tanrı korusun. Buraya da gelmesinler. İşte Beyoğlu telgraf görevlileri, müdürleri geldiler. Kovmuşlar.
Bir saate dek burası da işgal olunacaktır. Şimdi haber aldım efendim.
Rahmetli Hayati Bey, ilk haberi veren telyazısı üzerine benim yaptığım işarete uygun olarak verilen bilgileri özetlemiş. Rumeli ve Anadolu'daki bütün komutanların adreslerine çektiriyordu. Bir an önce İstanbul üzerinden Edirne'ye çektirilmesini söylemiştim. (belge: 255) Hamdi Efendi :
Yüce buyruklarınız yerine getiriliyor. Edirne'ye yazıyorum, bütün merkezleri hazır ettirdik.
diye bildirdi. Hamdi Efendi'den:
Milletvekilleri için bir haber aldınız mı? Meclisi Mebusan telgrafhanesi ile haberleşme oluyor mu?
diye sordum. Hamdi Efendi:
Evet oluyor. On Dördüncü Kolordu Komutanı hazır. Paşa istiyordu, verelim mi?
Baylar, bundan sonra artık Hamdi Efendi'nin sözünü işitmedik. İstanbul telgraf merkezinin de işgal edilmiş olduğu kanısına vardık.

Manastırlı Hamdi Efendi
Bu yurtsever ve yiğit Manastırlı Hamdi Efendi olmasaydı, İstanbul'da geçen bu acı olayları öğrenmek için kimbilir ne zamana dek bekleyip duracaktık? İstanbul'da bulunan nazır, milletvekili, komutan ve örgütümüz adamları içinden bir kişi çıkıp da zamanında bize haber vermeyi düşünememiş olduğu anlaşılıyor. Demek, hepsini heyecan ve çarpıntı kaplamıştı. Bir ucu Ankara'da bulunan telin İstanbul'da bulunan ucuna yanaşamayacak denli şaşkın bir duruma gelmiş oldukları yargısına varmak, bilmem ki doğru olur mu? Telgraf memuru Hamdi Efendi sonradan Ankara'ya gelerek karargâhımız telgraf memurluğunu yapmıştır. Kendisine borçlu olduğum teşekkürü burada açıkça söylemeyi ulus ve yurt ödevlerimden sayarım.
Baylar, bu durum üzerine her şeyden önce doğabilecek bir kötülüğün önüne geçmek için şu buyruğu verdim:

Telyazısı, ivedidir.
Ankara, 16 Mart 1920
Bütün Vali ve Mutasarrıflara
Sivas'ta Üçüncü Kolordu, Bandırma'da On Dördüncü Kolordu,
Ankara'da Yirminci Kolordu, Erzurum'da On Beşinci Kolordu,
Konya'da On İkinci Kolordu, Diyarbakır'da
On Üçüncü Kolordu Komutanlıklarına,
İzmir Cephesinde Refet Beyefendiye,
Balıkesir'de Altmış Birinci Tümen Komutanlığına,
Bütün Müdafaai Hukuk Merkez ve Yönetim Kurullarına
Bugünkü duruma göre ulusumuz, uygarlık dünyasının insanca duygularla dolu olan vicdanlarına ve bütün İslam dünyasının ruhsal birliğine güvenmekle birlikte, bir süre için, dost olsun, düşman olsun, bütün resmi dış dünya ile geçici olarak değinemeyecektir.
Bu günlerde yurdumuzdaki Hıristiyan halka karşı göstereceğimiz insanca davranışın değeri pek büyük olduğu gibi; hiçbir yabancı hükümetin eylemli ya da görünüşte kalan yardımını görmeyen Hıristiyan halkın dirlik ve düzenlik içinde yaşamaları, soyumuzun yaratılışında bulunan uygarlık yeteneğine en kesin bir kanıt olacaktır. Yurt yararına aykırı çalışmaları görülenlerle dirlik ve düzenliği bozanlar için hangi din ve soydan olduklarına bakılmayarak, yasa buyruklarının eşitlik ve sertlikle uygulanmasını; bulundukları yerdeki hükümet örgütüne bağlılık gösteren ve uyrukluk ödevlerini eksiksiz yapanların korunup esirgenmesini önemle diler ve bu dileğimizin bütün ilgililere tez elden bildirilmesini ve bütün ulusa uygun görülecek araçlarla duyurulmasını rica ederiz efendim.
Müdafaai Hukuk Heyeti Temsiliyesi adına
Mustafa Kemal

İtilaf Devletlerinin Yurda Telle Yapmak İstedikleri Resmi Bildiri
Baylar, İtilâf kuvvetleri, İstanbul telgraf merkezlerini işgal ettikten sonra yurda telle bir resmi bildirim yapmak istediler. Uyarmamız ve anımsatmamız üzerine, bu resmi bildirim -kimi merkezler dışında- hiçbir yerden alınmadı. Alanlar ve yanıt verenlerden belli başlıları şunlardır: İzmit Mutasarrıfı Suat Bey (belge: 256), Konya Valisi Suphi Bey. (belge: 257)
Resmi Bildirim
Beş buçuk yıl önce Osmanlı ülkesinin alınyazısına her nasılsa el koyan İttihat ve Terakki Cemiyetinin ileri gelenleri, Almanların aldatıcı sözlerine kapılarak Osmanlı Devletini ve ulusunu Genel Savaşa soktular. Bu haksız ve uğursuz siyasanın sonucu bilinmektedir. Osmanlı Devleti ve ulusu, bin türlü felaket geçirdikten sonra, öyle bir yenilgiye uğradı ki İttihat ve Terakki Cemiyetinin ileri gelenleri bile bir Ateşkes Anlaşması yaparak kaçmaktan başka çıkar bir yol bulamadılar. Ateşkes Anlaşması yapıldıktan sonra İtilâf devletlerine bir görev düştü. İşbu görev, eski Osmanlı ülkelerindeki bütün halkın, soy ve din ayırmaksızın yarınki mutluluklarını, gelişmelerini, toplumsal ve iktisadi hayatlarını güven altına alacak bir barışın temellerini atmaktı. Barış Konferansı, bu görevi yapmakla uğraşırken, kaçak ittihat ve Terakki ileri gelenlerinin düşüncelerini yürüten kimi kişiler, "Ulusal Örgüt" takma adı altında bir düzen kurarak ve Padişah ile İstanbul Hükümetinin buyruklarını hiçe sayarak savaşın acı sonuçlarıyla büsbütün tükenmiş olan halkı askerlik için toplamak, çeşitli halk toplulukları arasında geçimsizlik yaratmak, ulusal yardım diye halkı soymak gibi işlere kalkıştılar ve böylece, barış değil, sanki yeni bir savaş dönemini açmaya giriştiler. Bu özendirme ve kışkırtmalara karşın, Barış Konferansı görevini sürdürdü ve sonunda İstanbul'un Türkler elinde kalmasına karar vermiştir. İşbu karar, Osmanlıların gönlünü rahatlatacaktır. Ancak, bu kararlarını İstanbul Hükümetine bildirdikleri zaman, uygulanmasının ne gibi koşullara bağlı olduğunu da hatırlattılar. İşbu koşullar, Osmanlı illerinde bulunan Hıristiyanların canlarını tehlikeye düşürmemek ve bugün İtilâf devletlerinin askeri güçlerine karşı durmadan yapılmakta olan saldırılara son vermekti. İstanbul Hükümeti bu uyarmaya karşı, bir ölçüye dek iyi niyet göstermiş ise de, "Ulusal Örgüt" takma adı altında iş gören kimseler, ne yazık ki, dürtükleme ve kışkırtmalarından vazgeçmek istemediler. Tersine, hükümetin kendileri ile işbirliği yapmasını sağlamaya giriştiler. Herkesin sonsuz bir istekle beklediği barış için büyük bir tehlike yaratan bu duruma karşı İtilâf devletleri, yakında karara bağlanacak barış hükümlerinin uygulanmasını sağlayabilmek için, gerekli önlemleri düşünmek zorunda kaldılar. Bunun için bir tek çıkar yol buldular. Bu da, İstanbul'u geçici olarak işgal etmek idi. Bu karar bugün uygulandığından, kamuoyunu aydınlatmak için aşağıdaki noktalar açıklanır:
1- İşgal geçicidir.
2- İtilâf devletlerinin isteği, Padişahlığın erkini kırmak değil, tersine Osmanlı yönetiminde kalacak ülkelerde o erki desteklemek ve sağlamlaştırmaktır.
3- İtilâf devletlerinin isteği, yine Türkleri İstanbul'dan yoksun etmemektir. Ama, Tanrı korusun, taşrada genel karışıklık ve kırım gibi olaylar çıkarsa, bu karar değiştirilebilir.
4- Bu sıkışık zamanda, Müslümanlar olsun, Müslümanlardan başkaları olsun, herkesin ödevi, kendi işine gücüne bakmak, güvenliğin sağlanmasına yardım etmek; Osmanlı Devletinin yıkıntısından yeni bir Türkiye yaratmak için yaptıkları delilikle son bir umudu da yok etmek isteyenlerin aldatmalarına kapılmamak ve şimdi de padişahlık başkenti olarak kalan İstanbul'dan verilecek buyruklara uymaktır.
Yukarıda sözü edilen kışkırtmalara katılan kimselerin bazıları, İstanbul'da yakalanmışlardır. Onlar elbette kendi yaptıklarından ve sonra o yaptıklarının sonucu olarak ortaya çıkabilecek olaylardan sorumlu tutulacaklardır.
İşgal Kuvvetleri
Bu bildirim dolayısıyla hemen şu genelgeyi yayımladım:
16 Mart 1920
Bütün Vali ve Komutanlara ve Müdafaai Hukuk Kurullarına
İstanbul'un, İtilâf devletlerince, çarpışma ile ve zorla işgali gerçekleşmiştir. Haince ereği olan birçok kişiler, bu suikasttan yararlanarak ulusu aldatmaya kalkışabilirler. Nitekim, resmi bildirim biçiminde, imzasız kimi bildiriler yayımlanmak istendiğini öğreniyoruz. Yanlış davranışlara yer vermemek ve gerçek duruma aykırı heyecanlar yaratılmamak üzere, bu gibi söylentilere kesinlikle önem verilmemesi gereklidir. Gerçek durumu izleyen Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti, ulusu aydınlatacaktır.
Mustafa Kemal
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:34

Yabancı Devletlere Yaptığım Protesto
Baylar, o gün türlü araçlarla şu protestoyu gönderdim :
16 Mart 1920
Protesto
İstanbul'da İngiliz, Fransız, İtalyan Siyasal Temsilcilerine, Amerika Siyasal Temsilcisine, Bütün Tarafsız Devletler Dışişleri Bakanlıklarına ve Fransa, İngiltere, İtalya Millet Meclislerine verilmek üzere Antalya'da İtalyan Temsilciliğine
Ulusal bağımsızlığımızı temsil eden Meclisi Mebusan ile birlikte İstanbul'da bütün resmi daireler İtilâf devletlerinin askeri güçlerince resmen ve zorla işgal edilmiş; bu arada, ulusal amaçlara uygun iş gören birçok yurtsever kimselerin tutuklanmasına da girişilmiştir. Osmanlı ulusunun siyasal egemenliğine ve özgürlüğüne indirilen bu son yumruk; hayatımızı ve varlığımızı, ne pahasına olursa olsun, savunmaya kararlı olan biz Osmanlılardan çok, yirminci yüzyıl uygarlık ve insanlığının kutsal saydığı bütün ilkelere; özgürlük ve ulus duygusu gibi bugünkü insan topluluklarının temeli olan bütün ilkelere ve bu ilkeleri ortaya koyan insanlığın genel vicdanına indirilmiş demektir.
Biz, haklarımızı ve bağımsızlığımızı savunmak için giriştiğimiz savaşımın kutsallığına ve hiçbir gücün bir ulusu yaşamak hakkından yoksun bırakamayacağına inanıyoruz. Tarihin bugüne dek yazmadığı nitelikte bir yağınma olan ve Vilson ilkelerine göre düzenlenmiş bir Ateşkes Anlaşması ile ulusumuzu savunma araçlarından yoksun etmek gibi bir düzene dayanılarak yapıldığı için, ilgili ulusların şeref ve onurlarıyla da bağdaşmayan bu davranış üzerine yargıya varmayı, resmi Avrupa ve Amerika'nın değil, bilim, kültür ve uygarlık Avrupa ve Amerika'sının [Amerika'ya altı çizilen kısım yazılmamıştır. Yalnız "Amerikanın" sözü yazılmıştır. (******'ün notu)] vicdanına bırakmakla yetinir ve bu olaydan doğacak büyük tarihsel sorumluluğa son olarak bir daha dünyanın dikkatini çekeriz. Davamızın yasallığı ve kutsallığı, bu güç zamanlarda, Tanrı'dan sonra en büyük desteğimizdir.
Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk
Heyeti Temsiliyesi adına
Mustafa Kemal
O günün gecesinde şu yönergeyi genelge ile bildirdim:
Şifre
16 /17.3.1920
Bütün Vali ve Komutanlara
İstanbul'un ve resmi dairelerin, özellikle Meclisi Mebusan'ın, İtilâf devletlerince resmen ve zorla işgal edilmiş olması ve bu eylemin, Ateşkes Anlaşması ile ulusu silahından yoksun ettikten sonra yapılması söz konusu edilerek, İtilaf devletleri temsilcilerine ve bütün tarafsız devletler dışişleri bakanlıklarıyla İtilâf devletlerinin Millet Meclisi başkanlıklarına protesto telleri çekilmek üzere gösteri toplantıları yapılması gerekli görülmektedir. Protesto tellerinde özellikle, bu saldırının, Osmanlı egemenliğinden daha çok, yirmi yüzyıllık bir uygarlık ve insanlığın ortaya koyduğu özgürlük, ulusçuluk ve yurtseverlik ilkelerini vurmak olacağı ve Osmanlı ulusunun varlığını ve bağımsızlığını savunma konusundaki dayanç ve inancına bu olayın hiçbir etki yapamayacağı, yalnız uygar ulusların bu saldırıya göz yummakla büyük bir tarihsel sorumluluk altına girmiş olacakları belirtilmelidir. Tarafsız devletlerin dışişleri bakanlarıyla Millet Meclisi başkanlıklarına çekilecek teller, İstanbul'da ilgili makamlara verilmekle birlikte, Antalya'daki İtalyan Temsilcisi aracılığıyla da verilmelidir. Protesto tellerinin birer örneğinin de buraya gönderilmesini rica ederiz.
Heyeti Temsiliye adına
Mustafa Kemal
Şifre
16.3.1920
Albay Refet Bey'e
Son olaylar dolayısıyla her yerde yapılan gösteri toplantıları sonunda çekilecek protesto tellerinin birer örneğinin de İtilâf Devletlerinin toplantı halinde bulunan Millet Meclisi başkanlıklarına ve tarafsız devletlerin de dışişleri bakanlıklarına gönderilmesini yararlı sayıyoruz. Antalya'daki İtalyan Temsilcisinin bu işe yardımını sağlamanızı rica ederiz.
Heyeti Temsiliye adına
Mustafa Kemal

Ulusa Yayımladığım Bildiri

Baylar, gene o gün ulusa şu bildiriyi yayımladım:
16.3.1920
Bildiri
Bütün Komutanlara, Vali ve Mutasarrıflara ve Müdafaai Hukuk
Cemiyetlerine, Belediye Başkanlıklarına, Basın Derneğine
İtilâf devletlerinin şimdiye dek ülkemizi bölüşmeye yol bulmak için giriştikleri çeşitli önlemler biliniyor. Önce, Ferit Paşa ile anlaşarak ulusu savunmasız bir durumda yabancı yönetimine tutsak etmek ve yurdun çeşitli önemli yerlerini savaşı kazanan devletlerin sömürgelerine katmak düşünülmüştü. Kuvayı Milliye'nin, ulusun genel desteği ile bağımsızlığı savunmada gösterdiği dayanç ve direniş bu düşünceyi altüst etti. İkincisi, Kuvayı Milliye'yi aldatarak ve ondan izin alarak doğuda üstünlük sağlama siyasası gütmek için Heyeti Temsiliye'ye başvuruldu. Kurul, ulusun bağımsızlığını ve ülkenin bütünlüğünü sağlamadıkça ve özellikle düşman elindeki yerlerin boşaltılmasına girişilmedikçe, hiçbir türlü görüşmeye yanaşmadı. Üçüncüsü, Kuvayi Milliye ile işbirliği yapan hükümetlerin işlerine karışarak ulusal birliği sarsma ve haince karşı koymaları özendirip daha çok kötülüğe sürükleme yolu tutuldu. Ulusal birliğin meydana getirdiği direnme ve dayanışma karşısında bu saldırılar da eridi. Dördüncüsü, yurdun alınyazısı üzerine kaygı verici kararlar alındığından söz edilerek kamuoyuna baskı yapılmaya başlandı. Namusu ve yurdu koruma uğrunda her türlü özveriyi göze almış olan Osmanlı ulusunun dayancı ve direnci önünde, bu korkutmalar da işe yaramadı. En sonunda, bugün İstanbul'u zorla işgal ederek Osmanlı Devletinin yedi yüzyıllık hayat ve egemenliğine son verildi. Açıkcası, bugün Türk Ulusu, uygarlık yeteneğini, yaşama ve bağımsızlık hakkını ve bütün geleceğini savunmaya çağrıldı. İnsanlık dünyasının beğenisi, İslam dünyasının kurtuluş dilekleri, yüksek halifeliğin yabancı etkilerden kurtarılmasına ve ulusal bağımsızlığın geçmişteki şanımıza yaraşır bir inançla savunulup sağlanmasına bağlıdır. Giriştiğimiz bağımsızlık ve yurt savaşında Ulu Tanrı'nın yardım ve kayırıcılığı bizimledir.
Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti
Heyeti Temsiliyesi adına
Mustafa Kemal
Baylar, bir yandan da bütün İslâm dünyasına seslenerek bu saldırıyı bir bildiri ile ayrıntılı olarak çeşitli araçlarla ilan ettik.
Baylar, olay üzerine daha çok bilgi almayı beklemeksizin, telgrafçı Manastırlı Hamdi Efendi'nin verdiği bilgiden ve bu bilgiyi destekleyen, İşgal Kuvvetleri bildiriminden durumun içyüzünü anlayarak, gerekli gördüğüm ivedi önlemleri, açıklandığı üzere, hemen işgal günü aldım ve uyguladım. İstanbul'un işgali ve yapılan tutuklamalar üzerine çeşitli kaynaklardan birbirini tutmaz ve şişirilmiş bilgiler gelmeye başladı. Biz de çeşitli yollarla soruşturmaları sürdürdük. Yasama görevlerini yapmaya olanak göremeyerek dağılan milletvekillerinin ve kimi kişilerin İstanbul'dan kaçıp Ankara'ya gelmekte oldukları anlaşıldı. Yolculuklarını kolaylaştırmak için geçecekleri yerlerdeki ilgililere gerekli buyrukları verdim.

Olağanüstü Yetkili Bir Meclisin Ankara'da Toplanması Kararı
Baylar, 16 Martta İstanbul'un işgali gerçekleşir gerçekleşmez, aldığım önlemler arasında daha birtakımları vardır ki onları Büyük Millet Meclisi'nin ilk açılışında bildirmiş olduğum için burada yeniden ayrıntıya girmedim. Örneğin: Eskişehir ve Afyonkarahisar'daki yabancı birliklerinin silahlarının alınması ya da oradan uzaklaştırılmaları; Geyve, Ulukışla yakınlarında demiryollarının işlemez duruma getirilmesi ve Anadolu'da bulunan yabancı subayların tutuklanmaları vb. gibi önlemlerle ilgili ayrıntıları, Büyük Millet Meclisi'nin ilk tutanaklarında okumuşsunuzdur. Bu önlemler arasında en önemlisi, olağanüstü yetkili bir meclisin Ankara'da toplanmasını sağlama amacını güden ulusal ve yurtsal görevlerimizle ilgili karar ve bu kararın uygulanmasıdır.
Baylar, bu konudaki kararımızı ve bu kararın nasıl uygulanacağını gösteren bir bildirimi, 19 Mart 1920'de, yani İstanbul'un işgalinden üç gün sonra yayımladım.
Baylar, bu konu üzerinde iki gün kadar komutanlarla makine başında görüşerek düşüncelerini öğrendim. Ben ilk yaptığım karalamada "Kurucu Meclis" deyimini kullanmıştım. Amacım da, toplanacak meclise devletin yönetim biçimini değiştirme yetkisi verilmesini ilk anda sağlamak idi. Ama bu terimin kullanılmasındaki amacı gereği gibi açıklayamadığım için, ya da açıklamak istemediğim için, halkın alışkın olmadığı bir terimdir diye, Erzurum ve Sivas'tan uyarıldım. Bunun üzerine "Olağanüstü yetkili bir Meclis" demekle yetindim.
İllere, Bağımsız Sancaklara ve
Kolordu Komutanlarına
Devlet başkentinin de İtilâf Devletlerince resmi olarak işgali; yasama, adalet ve yürütme gücünden meydana gelen ulusal devlet gücünü kırmış ve Meclisi Mebusan, bu durum karşısında görev yapamayacağını hükümete resmi olarak bildirerek dağılmıştır. Şu duruma göre devlet başkentinin korunmasını, ulusun bağımsızlığını ve devletin kurtarılmasını sağlayacak önlemleri düşünüp uygulamak üzere ulusça olağanüstü yetki verilecek bir meclisin Ankara'da toplantıya çağrılması ve dağılmış olan milletvekillerinden Ankara'ya gelebileceklerin de bu meclise katılmaları zorunlu görülmüştür. Bunun için, aşağıda bildirilen yönerge gereğince, seçimlerin yapılmasını yurtseverlik onurunuz ve anlayışınızdan beklerim:
1- Ankara'da, olağanüstü yetkili bir meclis, ulusun işlerini yürütmek ve denetlemek üzere toplanacaktır.
2- Bu meclise üye olarak seçilecek kişiler, milletvekilleri ile ilgili yasal hükümlere uyacaklardır.
3- Seçimde, sancaklar seçim bölgesi olacaktır.
4- Her sancaktan beş üye seçilecektir.
5- Her sancakta, ilçelerden gelecek ikinci seçmenlerle sancak merkezinden seçilecek ikinci seçmenlerden ve sancak idare ve belediye meclisleriyle Müdafaai Hukuk yönetim kurullarından; illerde, il merkez kurullarından ve il yönetim kurulu ile il merkezlerindeki belediye meclisinden ve il merkezi ile merkez ilçesi ve merkeze bağlı ilçelerin ikinci seçmenlerinden oluşmuş gelecek bir kurulca özdeş günde ve özdeş oturumda seçim yapılacaktır.
6- Bu meclis üyeliğine, her parti, her topluluk ve dernekçe aday gösterilebileceği gibi, her kişinin de bu kutsal savaşıma eylemli olarak katılması için bağımsız adaylığını istediği yerden koymaya hakkı vardır.
7- Seçimlere her yerin en büyük sivil yöneticisi başkanlık edecek ve seçimin doğru yapılmasından sorumlu olacaktır.
8- Seçim, gizli oyla ve salt çoğunlukla yapılacak; oyları kurulun kendi içinden seçeceği iki kişi, kurul önünde sayacaklardır.
9- Seçim sonunda, bütün kurul üyelerinin imza edecekleri, ya da kendi mühürleri ile mühürleyecekleri üç tane tutanak düzenlenecek; bir tanesi yerinde alıkonularak, öteki iki taneden biri seçilen kişiye verilecek, öteki de Meclise gönderilecektir.
10- Üyelerin alacakları ödenek, daha sonra Meclisçe kararlaştırılacaktır. Ancak, geliş yollukları seçimi yapan kurulların zorunlu giderleri olarak, uygun görecekleri tutarlar üzerinden, her yerin hükümetince sağlanacaktır.
11- Seçimler, en geç on beş gün içinde Ankara'da çoğunlukla toplanmayı sağlamak üzere bitirilerek, üyeler yola çıkarılacak ve sonuç, üyelerin adlarıyla birlikte hemen bildirilecektir.
12- Bu telin varış saati bildirilecektir.
Ek: Kolordu Komutanlarına, İllere, Bağımsız Sancaklara bildirilmiştir.
Heyeti Temsiliye adına
Mustafa Kemal
Baylar, bir hafta içinde, çeşitli yönlerden Ankara'ya gelmekte olan milletvekilleriyle, telyazı görüşmeleriyle ilişki kuruldu. Kendilerine, acılarını azaltmaya ve içgüçlerini artırmaya yarayacak bilgiler verildi. İstanbul'da artık bizim görüşümüzü izleyecek kimse kalmamıştı. Aylarca ve çeşitli yol ve yöntemlerle uyarmalarda bulunduğumuz halde, bizim dediğimiz biçimde örgütler kurmayıp, Karakol Cemiyetini kurup geliştirmeye çalışanların kimileri Malta'ya gitmiş ve İstanbul'da üyelerinin varlıklarından ve çalışmalarından bir iz kalmamıştı. Orada yeniden örgüt kurmak için çok sıkıntılı çalışmalar yapmak ve o zamanki durumumuza göre gücümüzün üstünde para harcamak zorunda kaldım.
Saygıdeğer baylar, genel konuşmam arasında bir iki yerde, benim İstanbul'daki Meclisi Mebusan'a başkan seçilmem konusuyla ilgili sorundan ve bununla güdülen amaçtan söz etmiştim. Bunun sağlanamamış olmasından, küçük bir zorluk ile karşılaştığımı da bildirmiştim. Gerçekten, İstanbul'da Meclis saldırıya uğrayıp dağılınca, milletvekillerini toplamak ve özellikle, daha önce açıkladığım gibi bir meclis kurmaya girişebilmek için bir an duraksadım. Meclisi Mebusan Başkanı bulunan Celâlettin Arif Bey'in Ankara'ya gelip gelmeyeceğini kuşkusuz bilemiyordum. Gelecek olursa, onun gelişini beklemeyi ve çağrıyı onun aracılığıyla yaptırmayı düşündüm. Ama durum pek çok hızlı ve tezlikle davranmayı gerektiriyordu. Bilinmeyen bir olasılığı bekleyerek zaman yitirmeyi uygun bulmadım. Ama, vereceğim kararın uygulanmasını sağlamak için de, bir iki gün telgraf başında bütün komutanların düşündüklerini dinlemekle vakit geçirmeye zorunluk duydum. Celâlettin Arif Bey'le Martın 27/28'inci gecesi Düzce' ye varışında, bağlantı kurulmuştu. Kendisine şu teli yazdım :
Sayı
34
Ankara, 27/28.3.1920
Düzce'de Meclisi Mebusan Sayın Başkanı
Celâlettin Arif Beyefendi'ye
İstanbul'u İngilizlerin resmi ve eylemli olarak işgal etmeleri üzerine devlet kuvvetlerinin tutsak edilmesi ve baskı altına alınması ve Meclisi Mebusan'a saldırılmakla ulusun bağımsızlığına ve ulusal onura saldırılmış olması; bu yüzden milletvekillerinin, ülkenin alınyazısı ile ilgili görevlerini yapamayacakları kanısına vararak ulusun bağrına sığınmak zorunda kalmaları, devletin ve ulusun bütün kuvvetlerini buyruğu ve denetimi altında bulunduracak bir olağanüstü meclise pek çok gereksinme doğurmuş olduğundan, Ankara'da olağanüstü yetkileri olan bir meclis toplamaya Heyeti Temsiliye'nin karar verdiği ve gereğinin yapılmasının genelge ile her yere bildirildiği sizce de bilinmektedir. Bu konu ile ilgili olan 19.3.1920 günlü genel bildirimi okuyarak, bunu desteklemek ve seçimlerin çabuklaştırılmasını ve toplantının bir an önce yapılmasını sağlamak amacıyla, bizim görüşümüze sizin de katıldığınızı kamuoyuna kısa bir bildiri ile şimdiden duyurmayı yararlı görüyoruz. Yüce cevabınızı beklemekteyim efendim.
Mustafa Kemal
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:35

Celalettin Arif Bey'le Görüş Ayrılığı
Celâlettin Arif Bey'in verdiği yanıt şudur:
Düzce, 27.3.1920
Ankara'da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
Bildirilen 19.3.1920 günlü bildiriyi görmedim. Bir olağanüstü meclisin toplanması ne kadar yerinde ise de böyle bir meclisin elden geldiğince yasaya uygun olması gereklidir. Bizim anayasamızda gerçi böyle olağanüstü bir meclisin toplanabilmesi ile ilgili bir işaret yoksa da, başka anayasalarda bulunan genel kurallardan yararlanılabilir. Örneğin, Fransız Anayasasına göre, meclis, yasaya aykırı olarak dağıtılır ya da bir saldırıya uğrarsa, saldırıya uğrayan meclis üyelerinden kurtulabilenler, il ve sancaklar yönetim kurullarından seçilen ikişer üye ile birlikte uygun bir yerde toplanırlar ve meclisin yeniden açılması ya da saldırının önlenmesi için kararlar alırlar. Bu meclisin kararlarına uyulmak zorunluğu vardır ve bu meclisin kararlarını dinlemeyenler yurt hainliği ile suçlandırılırlar. Ben de bu yolu düşünmekte idim.
19.3.1920 günlü bildirinin ne gibi ilkelere dayandığı anlaşıldıktan sonra, Ankara'ya varışımda sizlerle görüşerek bir bildiri yazmak düşüncesindeyim. Yine görüşürüz. Makine başında birlikte bulunan İsmail Fazıl Paşa ile Saruhan Milletvekili Reşit Bey de saygılarını sunarlar. Hoşça kalınız, deriz. Arkadaşlarımdan Kırşehir Milletvekili Rıza Bey de saygılarını sunuyor ve kendisinin de Bolu'da bulunduğunun Keskin'deki babasına haber verilmesini çok rica ediyor efendim.
Celâlettin Arif

Celâlettin Arif Bey'in bu yanıt teli dikkatle gözden geçirilirse, kendisi ile aramızda büyük bir görüş ayrılığı olduğu kolalıkla anlaşılır. Ben, olağanüstü yetkileri olan bir meclisin Ankara'da toplanmasına karar verirken, bizim Anayasamızda böyle bir meclisin toplanabilmesiyle ilgili bir işaret olmadığını elbette bilirdim. Fakat kararımı verebilmek için böyle bir işaretin varlığını ve yokluğunu düşünmek, hiç aklıma gelmedi. Bundan başka, saldırıya uğrayan meclis üyelerinden kurtulabilenler ile, iller ve sancaklar yönetim kurullarından seçilecek ikişer üyeden meydana gelecek Meclisi Mebusan'ın yeniden eski biçim ve niteliği ile toplanmasını sağlamak için çalışmasını hiç aklıma getirmedim. Tersine, büsbütün başka nitelik ve yetkide sürekli bir meclis kurmayı ve bu meclisle, tasarladığım devrim evrelerini birlikte geçirmeyi düşündüm. Buna göre, uyuşmazlığından kuşku etmediğim görüşlerimizin, görüştükten sonra birleşebileceğinden umudum yoktu. Bununla birlikte 19 Mart günlü bildirimimi telle Celâlettin Arif Bey'e verdirdim. Ertesi gün aldığım yanıt şu idi:
Düzce, 28 Mart 1920
Ankara'da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
Yüce Heyeti Temsiliye'nin 19.3.1920 günlü genel bildirimi okundu. İçindeki maddeler benim düşündüğüm ilkelere genel olarak uygundur. Bu duruma göre, Ankara'ya varışımdan sonra sizlerle görüşülerek ayrıca bir bildiri yayımlanacağı doğaldır. Yarın, zorunlu olarak Bolu da kalınacağını ve 29 Mart 1920 de Ankara'ya doğru yola çıkılacağını saygılarla bilginize sunarım.
Meclisi Mebusan Başkanı
Celâlettin Arif

Celalettin Arif Bey, Millet Meclisi Başkanlığını Bırakmıyor
Celâlettin Arif Bey, bildirimimizi okuduktan sonra, içindekilerinin düşündüğü ilkelere genel olarak, uyduğunu söylemek1e birlikte, bunları destekleyici bir bildiriyi hemen yazıp yayımlamıyor. Bu işi Ankara'ya geldikten ve görüştükten sonraya bırakıyor.
Baylar, Celâlettin Arif Bey Ankara'ya geldikten sonra, kendisiyle ve yasalardan anlar başka bazı kimselerle bu konu üzerine oldukça uzun süren görüşmeler ve tartışmalar yapıldı. Fakat aldanmıyorsam, Celâlettin Arif Bey hiçbir zaman benim, Büyük Millet Meclisi'nin niteliği ve yetkisi ile ilgili görüşüme katılmamıştır. O her zaman, toplanmış olan meclisin temel görevinin, İstanbul'daki Meclisi Mebusan'ın toplanmasını sağlamak olduğunu düşünmüş ve kendisini hep o Meclisi Mebusan'ın başkanı saymıştır. Bunu pekiştiren küçük bir anımı, izin verirseniz anlatayım:
Ben, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı bulunduğum ve kendisi ikinci başkan bulunduğu sırada, bir gün Başkanlık Kurulu toplantısında, Celâlettin Arif Bey'in ödenek işinden söz ettiğini ve kendisinin Meclisi Mebusan Başkanı olması dolayısıyla o makamıyla ilgili ödeneği istediğini, o zaman Meclis başyazmanlığı görevinde bulunan Recep Bey bildirdi. Sizler de bilirsiniz ki, o zaman Meclis Başkanı, İkinci Başkanı ve öteki başkanlar ile Meclis üyelerinin ödenekleri arasında ayrılık yoktu. Celâlettin Arif Bey yalnız kendisini, Meclisi Mebusan Başkanı kimliğiyle, ayrı tutarak daha çok ödenek almasının yasaya göre hak olduğundan söz ediyordu. Ben, bu sorunu karara bağlamaya Başkanlık Kurulunun yetkili olmadığını; isteğinde ve iddiasında direnirse işin Meclis Genel Kuruluna sunulabileceğini ve alınacak karara göre işlem yapılabileceğini ileri sürdüm. Celâlettin Arif Bey, Meclis önüne çıkmayı uygun görmeyerek isteğinden vazgeçti.

Seçim Sırasında Kimi Yerlerde Büyük Hükümet Memurlarının Çıkardıkları Zorluk
Saygıdeğer baylar, 19 Mart 1920 günlü yönerge gereğince ülkenin her yerinde seçimler hızla ve dikkatle yapılmaya başlandı. Yalnız kimi yerlerde duraksayanlar ve işi engelleyenler oldu ve bunlardan kimileri az, kimileri uzunca süre duraksama ve direnmelerini sürdürdüler. Sonunda, bütün seçim bölgelerinin milletvekilleri, Büyük Millet Meclisi'nde bütün ulusun ve yurdun temsilcisi olarak hazır bulundular. Duraksama ve direnme gösteren yerler şunlardır: Dersim, Malatya, Elazığ, Konya, Diyarbakır, Trabzon...
Baylar, gerçek durumu söylemiş olmak için şunu da açıklayayım ki, duraksama gösterenler ve direnenler, bu seçim bölgelerinin halkı değildir; belki o sırada o bölgelerde bulunan üst sivil yöneticilerdir. Halk, gerçeği anlar anlamaz, hemen ortak ulusal isteğe uymakta hiç duraksama göstermemiştir.
Şimdi baylar, devrimin doğal gereklerinden olan olayların bazılarına değinelim:
Samsun'daki Subaylar Sözde Padişahı Tutuyorlarmış
Üçüncü Kolordu Komutanı Salâhattin Bey'den aldığım 29 Mart 1920 günlü bir şifrede: "Samsun'da bulunan On Beşinci Tümenin ruhsal durumunun bozuk olduğundan ve sözde, subaylar arasında Padişaha bağlılık duyguları bulunduğundan" söz ediliyordu. "Subaylar, Padişaha karşı olarak verilecek buyrukları yerine getirmeyeceklerini üstlerine bildirmişler. Kendilerine baskı yapılırsa görevi bırakacakları seziliyormuş... İstanbul'dan gelen yolculardan ve gazetelerden, işgalin ikinci günü, el konulmuş yerlerin hepsinin boşaltıldığı ve Salih Paşa Hükümetinin yerinde olduğu, Ayan'ın görevini yapmakta olduğu, son cuma selamlığında (Padişahın cuma namazı töreni) Harbiye ve Bahriye Nazırı hazır bulunarak, eskisi gibi, gerekli törenin yapıldığı anlaşılmış... Şu duruma göre, İstanbul'da bir hükümet varken, bu hükümetin haberi olmaksızın yapılan işler nedir?" diyorlarmış. Subayların bu düşünce ve davranışlarını bildiren On Beşinci Tümen Komutanı, şu yolda bir düşünce ileri sürüyordu: "Burada bir subayı tutuklamanın olağanüstü bir durum yaratması akla gelmez; ancak bundan yararlanarak Anadolu üzerine yürümek gibi olaylar ortaya çıkacaktır. İzmir Cephesinde Kuvayi Milliye'nin nasıl çalıştırıldığını bilemiyorum. Sanırım bunlar para ile çalıştırılmakta imiş. Bir savaş çıktığında bütün halka aylık verilemeyeceği açık bir gerçek olduğundan, "Kuvayi Milliye" adı altındaki kuvvetten, savaşın ikinci günü ortada hiçbir kuvvet kalmayacağına kuşkum yoktur. Ordu birliklerine gelince, şimdiden kaçma olayları başlamıştır. Parasızlık böyle sürdükçe ve İstanbul Hükümeti yerinde kaldıkça subaylardan bile kuşkum vardır."
Bundan başka, Üçüncü Kolordu Komutanı Salâhattin Bey, Amasya'ya gelen kontrol görevlisi Forbes adında bir yüzbaşıyı, vermiş olduğumuz yönerge gereğince tutuklamış. Samsun'a bir İngiliz temsilcisi yüzbaşı gelmiş. Salâhattin Bey'e, Yüzbaşı Forbes'in bir dakika geciktirilmeden Samsun'a gönderilmesini yazmış; yoksa Salâhattin Bey'in sorumlu olacağını sözlerine eklemiş. Salâhattin Bey'in sorması üzerine, bu konuda vereceği yanıt için şu öğütlemeyi yaptım: "Forbes'i tutuklayan ben değilim. Başkentleri (payıtaht), Ateşkes Anlaşmasına ve insanlığa yanaşmaz bir yolla işgal olunan ulustur. Bunun için, salıverilmesini de ancak ulus sağlayabilir." Bununla birlikte, bu Forbes'i ülkeden çıkarmakla yetinildi, kendisi tutuklanmadı.
Bolu Mutasarrıfı Haydar Bey'in 9 Nisan 1920 günlü kısa bir şifresinden, Adapazarı ile Hendek arasında bulunan ve Çatalköprü denilen yerdeki köprülerin ve Mudurnu suyu üzerindeki köprünün Kuvayi Milliye'ye karşı olan kişilerce yıkıldığı anlaşıldı.
Bolu ve çevresi Komutanı Mahmut Nedim Bey'in, Düzce'den yazdığı 9 Nisan l920 günlü şifresinde de, 8 Nisanda Adapazarı'nda Kuvayi Milliye'ye karşı gösteriler yapıldığı, Hendek ve Adapazarı arasındaki telgraf ve telefon tellerinin kesildiği ve Düzce Abazalarından tarafsız kalanların da karşıcıllara katılmak üzere yola çıktıkları anlaşıldı. Hendek ile Adapazarı arasında, Mudurnu suyu üzerindeki büyük köprünün yıkılması dolayısıyla, ulaşımın durduğu da anlaşılıyordu. Bu haberler üzerine, Geyve'de bulunan Yirmi Dördüncü Tümen Komutanı Mahmut Bey'in dikkati çekildi.
Nevşehir'de de, Nevşehir Kaymakamı Nedim Bey'in başkanlığı altında Tealii İslam Cemiyetinin bir şubesi kurulmuş. Verilen raporda, Cemiyetin en karıştırıcı üyelerinden sekiz kişinin Niğde'ye getirildiği bildiriliyordu. Bu Cemiyetin üyeleri: "Padişahtan başka hiçbir güç tanımayız. Kuvayi Milliye'yi dağıtmak için malca, bedence bütün gücümüzü harcamaya ant içtik." diyorlarmış. Her gece toplanıyorlarmış. Bunların ileri gelenleri, Niğde'deki Tümen Komutanının gönderdiği bir birlikçe tutuklanmış.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Toplanıyor
Baylar, bu gibi olaylara bundan sonra geniş ölçüde rastlayacağız. Büyük Millet Meclisi'nin toplanmasını ve açılmasını sağlamak için çalıştığımız günlerde bizi en çok uğraştıran, Düzce, Hendek, Gerede gibi Bolu bölgesindeki yerlerden başlayıp Nallıhan, Beypazarı üzerinden Ankara'ya yaklaşacak gibi görünen gericilik ve ayaklanma dalgaları olmuştur. Ben, bir yandan bu dalgaların durdurulmasına çalışırken bir yandan da, Ankara'da toplanmakta olan ve genel durumu henüz gereği gibi bilmeyen milletvekillerini, korkulu olaylar karşısında bırakmamak ve bu gibi olayların ortaya çıkmasıyla Meclisin toplanamaması gibi uğursuz olasılıkları önleme çarelerini düşünüyordum, Bunun için, Meclisin açılmasında pek çok tezcanlılık gösteriyordum. Sonunda, gelebilmiş milletvekilleriyle yetinerek Meclisin, Nisanın yirmi üçüncü Cuma günü açılmasına karar verildi. Bu karar üzerine, 21 Nisan 1920 günü yaptığım bildirimi, o günün duygu ve anlayışına ne denli uymak zorunluğu bulunduğunu gösterir bir belge olması bakımından, olduğu gibi bilginize sunmayı uygun görüyorum.
Tel: Çok ivedidir.
Ankara'ya ivedi yazı gönderilmesi
Ankara, 21.4.1920

Kolordulara (On Dördüncü Kolordu Komutanı Vekilliğine),
Altmış Birinci Tümen Komutanlığına, Refet Beyefendi'ye,
Bütün İllere, Bağımsız Sancaklara, Müdafaai Hukuk
Merkez Kurullarına, Belediye Başkanlıklarına
1- Tanrı'nın yardımıyla Nisanın yirmi üçüncü cuma günü, cuma namazından sonra Ankara'da Büyük Millet Meclisi açılacaktır.
2- Yurdun bağımsızlığı, yüce Halifelik ve Padişahlığın kurtarılması gibi en önemli ve ölüm dirimle ilgili görevleri yapacak olan bu Büyük Millet Meclisinin açılış gününü cumaya rastlatmakla o günün kutsallığından yararlanılacak ve bütün sayın milletvekilleriyle birlikte, kutlu Hacı Bayram camisinde cuma namazı kılınarak Kuran'ın ve namazın nurlarından ışıklanılacak ve güç kazanılacaktır. Namazdan sonra, Peygamberimizin kutlu sakalı ve kutsal sancak alınarak (Meclisin toplanacağı) özel yere gidilecektir. Toplantı yerine girilmeden önce bir dua okunarak kurbanlar kesilecektir. İşbu törende, camiden başlayarak, Meclise değin, Kolordu Komutanlığınca askeri birliklerle özel (tören) düzeni alınacaktır.
3- Bu günün kutsallığını pekiştirmek için bugünden başlayarak il merkezinde, Vali Beyefendi Hazretlerinin düzenleyeceği üzere, hatim indirilmeye (Kuran'ın baştan sona okunması) ve Buhari (Bu sanla tanınmış Buharalı hadis bilgininin kitabı. İçinde Hz.Muhammet'in sözleri ve buyrukları vardır.) okunmaya başlanacak ve hatimin son bölümleri, uğur için cuma günü namazdan sonra Meclisin toplantı yeri önünde okunup bitirilecektir.
4- Kutsal ve yaralı yurdumuzun her köşesinde, yukarda belirtildiği gibi şimdiden hatim indirilmeye ve Buhari okunmaya başlanacak; cuma günü ezandan önce minarelerde salâ verilecek; hutbe okunurken Halifemiz ve Padişahımız Efendimiz Hazretlerinin şanlı adı anıldığı sırada, kendisinin, ülkesinin
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:36

Osmanlı Devlet Adamlarının Özel Nitelikleri
Baylar, bu gibi öğütleri İstanbul hükümetlerinden çok dinlemiştik. Bizim saldırıdan çekinmemizi salık veren iyicil kişinin karşısındaki, işittiğini bir gramofon gibi bize ulaştırırken, bize de saldırıdan kaçınılmasını gerekenlere öğütleyip öğütlemediğini sormuş mudur acaba? Aldığı karşılık olumsuz idiyse, onun iyicilliğini nereden anlamış idi? Yurdu işgal etmiş olanların kamuoyunu incitmemeyi öğütleyenlere, yurduna girilmiş olan ulusu niçin incittiklerini ve incitmekte olduklarını sormamak, neden bu Osmanlı Devlet adamlarının özel niteliği olmuştu?
Kısacası, saygıdeğer baylar, görülüyor ki Tevfik Paşa ve arkadaşlarıyla temelde, görüşte, anlayışta uzlaşılamıyordu. En sonunda, iş Meclis'e götürüldü.
Meclis'e iki öneride bulundum. Birisi, ülkenin ve ulusun tutumunu ve amacını İstanbul'a açık olarak bildirmek; ikincisi, ayrıca çağrılırsak Londra'ya bağımsız bir kurul göndermekti. Her iki önerim kabul edildi.
Baylar, Meclis'in görüşünü ve kararını Tevfik Paşa'ya bildiren telyazısı şöyleydi:
Tevfik Paşa'nın Önerileri Karşısında Büyük Millet Meclisinin Kararı
Londra Konferansına çağrılmamız dolayısıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa Hazretleri ve Bakanlar Kurulu Başkanı Fevzi Paşa Hazretleri ile İstanbul'da Tevfik Paşa Hazretleri arasında yapılan yazışmalar genel kurulda okunarak Meclis'çe bilgi edinildi. Tevfik Paşa Hazretlerinin ileri sürdüğü düşünceler, ülkenin bugünkü durumu üzerinde açık bir görüşe varmaktan pek uzak olduklarını bize üzüntüyle gösterdi. İstanbul'da, Ateşkes Antlaşmasından beri iki türlü hükümet birbirini izlemiştir. Biri, Damat Ferit'in başkanlığı altında değişik kişilerin katılmasıyla kurulan hükümetlerdir ki, her ne pahasına olursa olsun, İtilâf Devletlerine karşı kesinlikle boyun eğme düşüncesini temsil etmiş; ülkenin kendi egemenlik haklarını sürdürmek için esirgemediği özverileri, düşmanlarla birlikte çalışarak sonuçsuz bırakmayı özel bir tutum edinmiştir. Bu düşüncede olanlar ülkede kötülüğe ve hainliğe eğilimli ne kadar iyilik bilmez adam varsa hepsini, kışkırtıp silahlandırarak, ulusal savunmaya kendini adamış yurtseverlere karşı, sürekli olarak kullandılar. İslâm dini adına düzme fetvalarla "Mîrimiran" (Sivil kişilere verilen bir aşama; askerlikteki general aşamasına yakındır.) sanları verilerek ödüllendirilen Anzavurlar aracılığı ile maddi manevi bağımsızlık ve savunmaya karşı yaydıkları karıştırıcı ve ağılayıcı kuvvetleriyle Anadolu, aylarca çarpışmak zorunda kaldı. Onlar, düşmanların yararına, cephelerimizi kaç kez arkadan vurdular. Müslümanlığın ilk yüzyılından beri önce hak ve din uğruna savaşan ulusumuz, tarihimizin ilk günlerinden beri devlet ve ülke ne zaman tehlikeye düşmüşse kanını bol bol akıtmaktan geri kalmayan ulusumuz, bu kez o büyük yurttan arta kalan son parçada, son kaleye çekilmiş, en son savunmasını yaparken hükümet adını alan kurullar, düşmanlar yararına, düşmanlarla omuz omuza kendi uluslarına karşı çalışıyorlardı. Bizans'ın son günlerinde, Fatih'in teslim çağrısına karşı: "Tanrı'nın bana bir inamı (vedia, emanet) olan bu ülkeyi, ancak Tanrı'ya teslim ederim." diyen son Rum Kayserinin yerine geçmiş bir padişah soyundan gelen bugünkü halife ve padişahın hükümeti, tutsak olmamak isteyen ulusu kendi eliyle bağlayarak düşmanlara teslim etmeye çalışıyordu. Bu birinci evre, o hükümetlerin ve onlarla birlik olanların sındırılmasıyla son buldu. Hükümetlerden ikinci türlüsü, Tevfik Paşa'nın başkanlık ettikleridir ki, amaçlarının Anadolu savunmasından yana olduğunu söylemekle birlikte, yaptıkları işlerle, ülkenin içtenlikle elde etmek istediği barışa, hiçbir zaman uygun görülemeyecek bir aymazlık ve direnme ile engel olmayı sürdürüyor. İtilâf Devletlerinin uzattığı tutsaklık belgesini Padişahlık Danışma Kurulunda ayağa kalkarak ve saygı göstererek kabul ve imza eden devlet ileri gelenleri bütün ülkede hiçbir hak ve yetkiyi temsil etmeyen bir düşük kuvvet durumundadır. Anadolu ve İstanbul, bağımsızlık ile tutsaklığın, özgürlükle bağımsızlığın çatıştığı ve karşılaştığı iki ayrı parça durumunda kalmıştır.
Biz ülkenin tutsak edilmiş, özerkliğini yitirmiş parçasını özgür ve bağımsız yurt parçasına bağlamak istiyoruz. İstanbul'un ileri gelenleri, tümü oluşturan ve bütün bir düşmanlık dünyasına karşı kendini şeref ve dirençle savunan özgür parçayı, tutsak ve bağımlı parçaya uyruk etmek, bağlamak istiyorlar. Bütün Anadolu'yu, özgürlüğüne ve bağımsızlığına tutkun bütün ülke çocuklarını ve bugünkü kıyıma uğramış İslâm dünyasının ruhunu temsil eden Büyük Millet Meclisi, İstanbul'un hasta ve özgürlükten yoksun bir kuruluna uymayı hiçbir zaman kabul edemez.
Meclisimizce kabul edilip yayılan ve bütün ülkede yürürlükte olan Anayasamız gereğince egemenlik sınırsız ve koşulsuz ulusundur; ulusun yasama ve yürütme gücü ise onun gerçek ve biricik temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi'nde belirir. Bu hükümler karşısında delegelerimiz İstanbul'a gidip oradan seçilecek bir kurula katılamaz ve oranın vereceği yetki belgesiyle dünyaya karşı ulusal davamızı savunmayı üzerine alamaz. İsterseniz haklı ve eylemli olarak tam bağımsızlığı bulunan, bütün yönetim örgütleriyle ülkeyi yöneten, ordularıyla doğuda ve batıda düşmanları ezerek ülkeye barış yollarını açan Meclis'imizin Delegeler Kurulunu, ülkeyi temsil edebilecek biricik kurul olarak tanırsınız. Yoksa, biz kendi kurulumuzu kendimiz göndermek kararını aslında almış bulunuyoruz. Bu kararımıza verilecek karşılığın, birtakım sözler değil, eylemli işler olmasını ister ve yeğleriz.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:36

Londra Konferansına Katılmamız
Baylar, Dışişleri Bakanı bulunan Bekir Sami Bey'in başkanlığı altında ayrıca ve bağımsız bir delegeler kurulu kuruldu. Bu kurul, Londra Konferansına özel olarak çağrıldığımızda katılmak üzere ve geçecek zamandan yararlanmak amacıyla Antalya üzerinden Roma'ya gönderildi.
Kurulumuz, İtalya Dışişleri Bakanı Kont Sforza aracılığıyla, konferansa resmi olarak çağrıldıkları kendilerine bildirildikten sonra Londra'ya gitmiştir.
Londra Konferansı 27 Şubat 1921'den 12 Mart 1921'e dek sürdü. Olumlu hiçbir sonuç vermedi.
İtilâf Devletleri, İzmir ve Trakya nüfusları ile ilgili olarak kendilerince yapılacak bir soruşturmanın sonucunu kabul edeceğimiz yolunda bizden söz almak istediler. Delegeler Kurulumuz bunu ilkin kabul etmişti. Ankara'dan yapılan uyarma üzerine, sonradan, soruşturmanın yapılmasını Yunanlıların buralardan çekilmesine dek erteleme önerisinde bulundu. İtîlâf Devletlerinin, Sevr Antlaşmasındaki başka hükümleri bize karşı durmadan ve içtenlikle uygulatmayı sağlamak istedikleri anlaşılmıştı. Delegeler Kurulumuz bu konudaki önerilerin kabul edilmediğini anlatır nitelikte karşılıklar vermişti. Yunan delegeleri, soruşturmayı temelinden kabul etmemişlerdi. Bunun üzerine, İtilâf Devletleri delegeleri, Türk ve Yunan delegelerine kimi önerileri kapsayan bir tasarı vererek hükümetlerinden bu tasarılar üzerine alacakları karşılıkların konferansa bildirilmesini istemişlerdi.
Bizim delegelerimize verilen tasarıda Sevr Antlaşması hükümlerinde yapılacak değişikliklerle ilgili şu noktalar vardı:
Bize bırakılan jandarmaların ve özel birliklerin sayılarını birazcık artırmak. Ülkemizde kalacak yabancı subayların sayısını biraz azaltmak. Boğazlar bölgesini biraz ufaltmak. Bütçemiz üzerindeki sınırlamaları biraz yeğniltmek. Bayındırlık işlerine izin verme hakkımız üzerine konulmuş sınırlamaları da biraz yeğniltmek. Bundan başka, kapitülasyonlar yabancı postaları, Kürdistan... ile ilgili olarak Sevr tasarısında değişiklikler yapılacağını umduracak kimi belirsiz verilmiş sözler...
Yine bu tasarıda, Ermenistan sınırlarının belirtilmesi işi Milletler Cemiyeti'nin (Cemiyeti Akvam'ın) göndereceği bir komisyonda bırakılmakta idi. İzmir bölgesinde de özel bir yönetim örgütü kurulacaktı. Sözde, İzmir ili bize geri verilecekti. Ama İzmir kentinde bir Yunan kuvveti bulundurulacak; İzmir sancağı güvenlik işleri, İtilâf Devletleri subaylarınca yönetilecek; bu sancaktaki jandarma kuvveti, nüfusu oranına göre çeşitli halktan (Türk, Rum gibi çeşitli soydan olanlardan) kurulacak; Milletler Cemiyeti'nce bir Hıristiyan vali atanacak; İzmir ili, Türkiye'ye, gelirinin çoğalmasıyla artacak yıllık bir para ödeyecekti.
İzmir ili için önerilen bu çözüm ve düzenleme, beş yıl sonra iki yandan birinin isteği üzerine Milletler Cemiyeti'nce değiştirilebilecekti.

Delegeler Daha Yolda İken Başlayan Yunan Saldırısı
Baylar, İtilâf Devletleri Delegeler Kurulumuz aracılığıyla yaptıkları önerilerin karşılığını almayı beklemeden, daha delegelerimiz yolda iken, Yunanlılar bütün ordusuyla bütün cephelerimize saldırdılar.
Görüyorsunuz ki baylar, Yunan saldırısı konferans ve barış hikâyesini bize zorunlu olarak bıraktırıyor. Şimdi, izin verirseniz, size bu saldırıyı ve sonucunu anlatayım:
Yunan ordusunun, Bursa ve doğusunda önemli bir grubu; Uşak ve doğusunda da başka bir grubu vardı. Bizim kuvvetlerimiz de Eskişehir'in kuzeybatısında, Dumlupınar'da ve doğusunda olmak üzere iki grup idi. Bundan başka Yunanlıların, İzmit'te bir tümenleri; bizim de ona karşı, Kocaeli grubumuz bulunuyordu. Yunanlıların Menderes boyundaki birliklerine karşı da birliklerimiz vardı. Yunan ordusunun Bursa ve Uşak grupları, 23 Mart 1921 günü ilerlemeye başladılar. İsmet Paşa komutasında bulunan Batı Cephesi birlikleri, bildirdiğim gibi, Eskişehir'in kuzeybatısında toplanmıştı. Karar, savaşı İnönü dayangalarında (mevaziinde) kabul etmekti. Ona göre önlemler alınıyor ve düzenlemeler yapılıyordu. Düşman, 26 Mart akşamı İsmet Paşa'nın, birliklerine tutturduğu dayangaların sağ kanadı ilerisine yanaştı. Ertesi günü bütün cephede karşılaşmalar oldu. Düşman 28'de sağ kanadımıza saldırdı. 29'da her iki kanattan saldırdı. Düşman yerel önemli başarılar elde ediyordu. 30 Mart günü sert çarpışmalarla geçti. Bu çarpışmalar da düşman yararına sonuçlandı.

İkinci İnönü Utkusu (Zaferi) ve İsmet Paşa'nın Metristepe'den Gördüğü Durum
Bundan sonra sıra bize geliyordu. İsmet Paşa 31 Mart günü karşı saldırıya geçti ve düşmanı yenerek 31 Martı 1 Nisana bağlayan gece, geri çekilmek zorunda bıraktı. Böylece devrim tarihimizin bir sayfası, İkinci İnönü utkusuyla yazıldı.
Baylar, düşman çekilirken Batı Cephesi Komutanı ile l Nisan günü yaptığımız yazışmalar o günün duygulanımlarını saptayan belgelerdir. Bunları yeniden canlandırmak için, izin verirseniz, o günkü yazışmalarla ilgili kimi telleri, olduğu gibi okuyacağım:
Metristepe'den, 1.4.1921
Saat 6.30 sonrada Metristepe'den gördüğüm durum: Gündüzbey kuzeyinde sabahtan beri direnen ve artçı olduğu sanılan bir düşman birliği sağ kanat grubunun saldırısı üzerine, dağınık olarak çekiliyor. Yakından kovalanıyor. Hamidiye yönünde karşılaşma ve çatışma yok. Bozüyük yanıyor. Düşman binlerce ölüleriyle doldurduğu savaş alanını silahlarımıza bırakmıştır.
Batı Cephesi Komutanı
İsmet

Ankara, 1.4.1921
İnönü Savaş Alanında Metristepe'de Batı Cephesi
Komutanı ve Genelkurmay Başkanı İsmet Paşaya
Bütün dünya tarihinde, sizin İnönü Meydan Savaşlarında yüklendiğiniz görev kadar ağır bir görev yüklenmiş komutanlar pek azdır. Ulusumuzun bağımsızlığı ve varlığı, çok üstün yönetiminiz altında şerefle görevlerini yapan komuta ve silah arkadaşlarınızın duyarlığına ve yurtseverliğine büyük güvenle dayanıyordu. Siz orada yalnız düşmanı değil, ulusun ters alınyazısını da yendiniz. Düşman çizmesi altındaki kara yazılı topraklarımızla birlikte bütün yurt bugün, en kıyıda köşede kalmış yerlerine dek utkunuzu kutluyor. Düşmanın yurdumuzda yayılma tutkusu, dayancınızın ve yurtseverliğinizin yalçın kayalarına başını çarparak paramparça oldu.
Adınızı tarihin övünç yazıtları arasına geçiren ve bütün ulusta size karşı sonsuz bir gönül borcu duygusu uyandıran büyük savaşınızı ve utkunuzu kutlarken, üstünde durduğunuz tepenin, size binlerce düşman ölüleriyle dolu bir şeref alanı gösterdiği kadar, ulusumuz ve kendiniz için yükseliş parıltılarıyla dolu bir geleceğin çevrenini de gösterdiğini söylemek isterim.
Büyük Millet Meclisi Başkanı
Mustafa Kemal
Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal
Paşa Hazretlerine
Kıyım ve zorbalık (zulüm ve istibdat) dünyasının en kıyasıya saldırılarına karşı yalnız ve şaşkın kalan ulusumuzun maddi ve manevi bütün yetenek ve güçlerini ruhundaki ateşle toplayan ve harekete geçiren Büyük Millet Meclisi'nin Başkanı Mustafa Kemal Paşa!

Yiğit erlerimiz ve subaylarımız adına, erlerimizle avcı hatlarında omuz omuza vuruşan tümen ve kolordu komutanları adına övgü ve kutlamalarınıza büyük bir övünçle teşekkür ederim.
Batı Cephesi Komutanı
İsmet
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:37

Güney Cephesindeki Eylemler
Saygıdeğer baylar, İnönü Savaş alanını ikinci kez yenilerek bırakan ve Bursa doğrultusunda eski dayangalarına çekilen düşmanın kovalanmasında piyade ve süvari tümenlerimizin gösterdikleri anılmaya değer yiğitlikleri anlatmayacağım. Yalnız, askerlik bakımından genel durumun açıklanmasını tamamlamak için, izin verirseniz, Güney Cephemiz bölgesinde yapılan savaşları özetleyeyim.
Güney Cephesi Komutanı Refet Paşa'nın buyruğu altında bulunan üç piyade tümeni, Dumlupınar'da hazırlanmış bir dayangada bulunuyordu. Bundan başka, bir süvari tümeni ve bir de süvari tugayı vardı; bu dayanganın sol kanadında bulunuyordu. Güney Cephesi Komutanının aldığı görev bu dayangada düşmanı durdurtmaktı. Uşak doğusundaki dayangalarından ilerleyen üç piyade tümeni ve bir kısık süvari Dumlupınar dayangalarına saldırdılar. 26 Martta birliklerimiz, dayangalarını bırakmak zorunda kaldı. Güney Cephesi Komutanı, bundan sonra kuvvetlerini elverişli bir yerde durdurmayı ve yeniden düzenlemeyi başaramadı; kuvvetleri ikiye bölündü. Sekizinci ve Yirmi Üçüncü Piyade Tümenleriyle İkinci Süvari Tümeninden meydana gelen kısmı, kendi buyruğu altında, Altıntaş'a doğru çekildi. Elli Yedinci Piyade Tümeniyle Dördüncü Süvari Tugayından meydana gelen öteki kısım ise Fahrettin Paşa'nın buyruğu altında idi. Düşman, bütün gücüyle Fahrettin Paşa kuvvetlerine yönelerek doğuya yürüdü. Refet Paşa kuvvetlerine karşı da Dumlupınar'da yalnız bir piyade alayı bıraktı. Refet Paşa, sonradan Yirmi Üçüncü Tümeni Altıntaş üzerinden güneye, Fahrettin Paşa'nın buyruğu altına, geri verdi. Altıntaş yönünde düşmanın hiçbir eylemi olmadığı anlaşılınca Refet Paşa, yanında bulunan kuvvetlerle kuzeye getirtildi.
Doğu yönünde ilerleyen düşmana karşı, Fahrettin Paşa kuvvetleri, çeşitli yerlerde çarpışa çarpışa Afyon'un doğusuna çekildi. Düşman, Afyonkarahisar'ı işgal ettikten sonra, Çay-Bolvadin hattına değin ilerledi ve orada durdu. Bu düşman karşısında Fahrettin Paşa, Elli Yedinci ve Yirmi Üçüncü Tümenlerle birlikte, güneyden Adana bölgesinden gelen Kırk Birinci Tümeni de alarak, karşı bir hat meydana getirdi.

Yunan Ordusunun Genel Saldırı Planında Çok Göze Çarpan Bir Yanılgı
Baylar, strateji ile ilgili birçok şeyler söylemekten kaçınmak istiyorsam da Yunan ordusunun bu kez uyguladığı genel saldırı planında çok göze batan bir yanılgıyı göstermek isterim. Yunan ordusu Uşak grubunun, Dumlupınar'dan sonra, Eskişehir genel doğrultusunda yürümesi gerekirdi. Afyon üzerinden Konya genel doğrultusuna yönelmesi, asıl kesin sonuç alanından kuvvetlerini uzaklaştırarak, onları iş göremez ve tehlikeli bir durumda bırakmıştır. İnönü'de başarı bizde kaldıktan sonra, bu kuvvetlerin kendilerini tehlikeden kurtarmak için bir an önce ve ivedilikle geri çekilmeyi sağlamaktan başka bir şey düşünemeyecekleri kuşku götürmezdi. İnönü'de utku kazanan kuvvetlerimizin Eskişehir, Altıntaş üzerinden Dumlupınar'a yönelerek, bu yolun önemli bir kısmında demiryolundan büyük ölçüde yararlanabileceğine göre Afyonkarahisar'ın doğusunda bulunan Yunan grubunun geri çekilme yolunu kesmesi ve böylece o grubu büyük bir yıkıma uğratması pek güçlü bir olasılık içinde idi. Nitekim, bu görüşü uygulamakta hiç gecikilmemiştir. İlk serbest kalan tümenler hemen Güney Cephesi Komutanı Refet Paşa'nın buyruğuna verilerek gönderilmiştir.
Yunan ordusunun Uşak grubu, İnönü Meydan Savaşının sonucunda hemen çekilmeye başladı. Refet Paşa 7 Nisan 1921 gününde karargâhıyla Çöğürler'de idi. Dördüncü ve On Birinci Tümenler Altıntaş bölgesinde, Beşinci Kafkas Tümeni ve kuvvetli bir alay niteliğinde bulunan Meclis Muhafız Taburu Çöğürler güneyinde, Birinci ve İkinci Süvari tümenleri Kütahya bölgesinde bulunuyorlardı. Fahrettin Paşa, Çay ve Afyon'dan çekilen düşmanı kovalayıp zorlarken Refet Paşa da, düşmanın Aslıhanlar yöresinde bulunan bir alayına, bu saydığımız kuvvetlerle, yani üç piyade tümeni ve bir taburla saldırdı. Bir yandan da, kuzeyden daha iki tümen, Yirmi Dördüncü ve Sekizinci tümenler güneye doğru gönderildi. Aslıhanlar'daki Yunan alayı Refet Paşa'nın saldırısını durdurdu, çok zaman kazandı; bu süre içinde geriden gelen birliklerle iki tümen oluncaya dek güçlendirildi. Bu kuvvetler Afyon'dan çekilen kuvvetlerin kendilerine katılmasını sağladı.
12 Nisan 1921 günü Refet Paşa'nın buyruğu altında kuzeyden güneye ve doğudan batıya saldıran kuvvetlerin toplamı şuydu:
Kuzeyden gelen 4, 5, 11, 8 ve 24'üncü; doğudan ilerleyen 57, 23 ve 41'inci tümenler ki tümü sekiz piyade tümeni ve bir piyade taburu. Birinci ve İkinci Süvari tümenleri çok uzak yollardan dolaştırılarak ancak düşman yenilirse etkili olabilecek, ama o günün savaşında hiç de etkisi bulunmayan, düşman gerisindeki Banaz üzerine gönderilmişti. Refet Paşa'nın buyruğu altına verilen kuvvetler saldırılarında başarı kazanamadılar; tersine, çok yitik verildi. Düşman, üstünlük sağlayarak Dumlupınar dayangalarına yerleşti ve orada kaldı. Refet Paşa kuvvetleri de, Dumlupınar'ın on kilometre kuzeydoğusunda olmak üzere, Aydemir, Çalköy, Selkisaray hattına çekilip durdu. Aslıhanlar Savaşı diye anılan bu çarpışmalar böylece son buldu.

Refet Paşa, Kendisi Yenildiği Halde Düşmanı Yenilmiş Sayıyordu
Baylar, savaş sırasında çarpışma hatlarından kimi kısımlarının ileri geri dalgalanışı ve özellikle Afyon'un doğusundaki düşman tümenlerinin, Dumlupınar ilerisinde bıraktıkları bir alaylarını yenilip savaş dışı edilememesi yüzünden, Dumlupınar'a değin çekilebilmeleri ve bunun ardından da, Yunan kuvvetlerinin sağlam bir savaş hattı tutmak için gerekli düzenlemeleri yaparken ilerdeki parçaların o hatta ulaşmak üzere geri yürüyüşleri, Refet Paşa'nın savaş sonucu üzerinde yanlış yargıda bulunmasına yol açtı. Gerçekten Refet Paşa, kendisi yenildiği halde düşmanın yenilip kaçtığını sandı ve bunu beş gün süren Dumlupınar Meydan Savaşında düşmana son yumruğun indirilebildiğini bildiren teliyle bize de duyurdu. Biz de, elbette sevinerek ivedilikle onu çokça övdük ve kutladık. Ama, durumu iyice anlamak için telgraf başında kendisine sorduğum sorulara aldığım karşılıklardan işin bildirildiği gibi olduğundan kuşkuya düştük ve duraksadık. Sonunda anlaşıldı ki, düşman ereğine ve genel durumuna tam uygun olarak Dumlupınar'da, savunması kolay, sağlam ve üstün bir dayangaya yerleşiyordu. Refet Paşa ise, tersine, bütün kuvvetleriyle biraz geride Aydemir, Çalköy, Selkisaray hattını tutmak zorunda kaldı.
Baylar, durum biraz durgunlaştıktan sonra Refet Paşa'nın komutasındaki orduda kendisine karşı güven kalmadığı anlaşıldı. Durumu yerinde incelemek üzere Ankara'dan Fevzi Paşa Hazretleri, Batı Cephesinden de İsmet Paşa, Refet Paşa'nın karargâhına gittiler. Refet Paşa'nın komutanlıkta bir süre daha bırakılması yeğlenmekte olduğundan, sorunu ona göre çözüp saptamaya çalıştılar. Ama, bu durumun sürdürülmesinin olanaksızlığı, uygun olmadığı kanısı hemen belirdi. Bunun için ben Fevzi ve İsmet paşaları alarak Refet Paşa'nın yanına gittim. Durumu yakından inceledim ve işi hemen şöylece çözdüm. (Refet Paşa'nın) komutası altındaki Güney Cephesini, Batı Cephesine bağlayarak İsmet Paşa komutasına verdim. Kendisine, Ankara'da bir görev verilmek üzere, oraya dönmesi gerektiğini bildirdim.

Refet Paşa Türk Ordusuna Başkomutan Olmak İstiyordu
Refet Paşa, Ankara'ya döndüğünde şöyle bir çözüm yolu tasarlamıştım: İsmet Paşa artık Genelkurmay Başkanlığından çekilerek, bütün zamanını, genişletilmiş olan Batı Cephesi Komutanlığı işlerine verecek; Milli Savunma Bakanı bulunan Fevzi Paşa Hazretleri de vekil olarak yapmakta olduğu Genelkurmay Başkanlığı görevini temelli olarak üstüne alacak. Ondan boşalacak Milli Savunma Bakanlığı görevini de Refet Paşa yapacak.
Refet Paşa, aslında yine askerlik görevi almak istiyor idiyse de, benim tasarladığım çözüm yolunu beğenmedi. Diyordu ki: "Milli Savunma Bakanı bulunan Fevzi Paşa'nın görevinden çekilmesine neden yoktur. İsmet Paşa'nın Genelkurmay Başkanlığından çekilmesini zorunlu görüyor ve bana da bu aralık bir görev vermeyi düşünüyorsanız, çözüm yolu ona göre düzenlenebilir."
Ben, Refet Paşa'nın bu düşüncesiyle güttüğü amacı nasılsa birdenbire kavrayamadım. Çünkü biraz sonra anlar gibi olduğum düşünce, hiç aklıma gelmemişti. Duraksadığım noktayı açıklatmak için kendisine sordum, dedim ki: "Yani siz mi Genelkurmay Başkanı olmak istiyorsunuz?" Gerçi açık bir yanıt vermedi; ama, ben amacın tümüyle bu olduğunu kabul ettim. Bunun üzerine, şunları söyledim: "Genelkurmay Başkanlığı, bizim örgütümüze göre, bugün gerçekte eylemli olarak Başkomutanlık katıdır. Siz daha Türk ordusuna başkomutan olacak nitelikleri kazanmış değilsiniz. Bunu şimdilik aklınızdan çıkarınız!"
Refet Paşa verdiği yanıtta dedi ki: "Öyleyse ben de Milli Savunma Bakanlığını kabul etmem." "O sizin bileceğiniz iştir." dedim ve bıraktım. Gerçekten kabul etmedi ve izin alarak Kastamonu ormanlarında Ecevit denilen yerde bir süre dinlenmeye çekildi. Refet Paşa'nın Milli Savunma Bakanlığına getirilişi bundan sonra ortaya çıkan başka bir durum üzerine olmuştur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:38

Londra Konferansından Dönen Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey'in İmzaladığı Sözleşmeler
Saygıdeğer baylar, Londra'ya gitmiş olan Delegeler Kurulumuz, İkinci İnönü utkusundan sonra geri geldi. Konferansın olumlu bir sonuca bağlanmamış olduğunu biliyorsunuz. Ama Delegeler Kurulu Başkanı ve Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey, kendiliğinden İngiltere, Fransa ve İtalya devlet adamlarıyla buluşup konuşarak, her biriyle ayrı ayrı birtakım sözleşmeler imzalamış bulunuyordu.
Bekir Sami Bey'in İngiltere ile imzaladığı bir sözleşmeye göre, elimizde bulunan bütün İngiliz tutsaklarını geri verecektik. Buna karşılık, İngilizler de tutsaklarımızı bize vereceklerdi. Yalnız, Türk tutsaklarından, Ermenilere ve İngiliz tutsaklarına kıyın yapmış ya da kötü işlem yapmış olduğu öne sürülenler, verilmeyecekti.
Hükümetimiz elbette böyle bir sözleşmeyi uygun görüp onaylayamazdı. Çünkü böyle bir sözleşmeyi onaylamak, Türk uyrukluların Türkiye sınırları içindeki davranışları üzerinde yabancı bir hükümetin yargılama hakkını onaylamak gibi olurdu.
Bu sözleşmeyi onaylamadıksa da İngilizler kimi Türk tutsaklarını salıverdiklerinden biz de buna karşılık elimizde bulunan İngiliz tutsaklarından bir bölümünü salıverdik.
Daha sonra, 23 Ekim 1921'de Kızılay İkinci Başkanı Hâmit Bey'le İstanbul'da İngiliz Komiserinin anlaşmaları üzerine, Malta'da bulunan bütün Türk tutukluları ile bizdeki bütün İngiliz tutuklularının değiştirilmesi kararlaştırılmış ve uygulanmıştır.
Baylar, Bekir Sami Bey resmi görüşmeler ve konuşmalar dışında, salt kişisel olarak da Lloyt Corc ile buluşmuş. Aralarında, söylenen sözler steno ile yazılmış. Bu tutanak imza da edilmiş. Bekir Sami Bey'in elinde bulunan tutanak kopyasının kapsamı üzerine bana bilgi verildiğini hatırlamıyorum. Son zamanlarda Dışişleri Bakanlığı aracılığı ile Bekir Sami Bey'den bu tutanağı istettim ise de, Bakanlığa gönderdiği bir mektupta, zamanında bu tutanak çevirisinin bana gösterildiğini; gerek aslının, gerek çevirilerinin Dışişleri Bakanlığından ayrılırken ilgili dosyasında bırakıldığını bildirmiştir. Dosyalarda bu belge bulunamamıştır. Dışişleri Bakanlığında da kimse bu belgeyi ve içindekileri bilmiyor. Ben de, söylediğim gibi, hiçbir zaman bu belgeden bana bilgi verildiğini hatırlamıyorum.
Baylar, Bekir Sami Bey'le Fransız Başbakanı Bay Briyan (Briand) arasında da 11 Mart 1921 günlü bir sözleşme imza edilmiştir. Bu sözleşmeye göre Fransa ile Ulusal Hükümet arasında çarpışmalara son verilecek. Fransızlar silahlı çetelerin; biz de savaşçılarımızın silahlarını alacağız. Güvenlik kuvvetleri arasına Fransız subayları da alınacak. Fransızlarca meydana getirilen güvenlik kuvvetleri kalacak. Fransa'nın boşaltacağı yerlerle Elazığ, Diyarbakır ve Sivas illerinin iktisat bakımından gelişmesi için yapılacak girişimlerde Fransızlara üstünlük hakkı tanınacak ve Ergani madenleri işletme hakkı da onlara verilecek... vb.
Hükümetimizce, bu sözleşmenin de kabul edilmemesinin nedenlerini saymaya gereklik yoktur sanırım.
Bekir Sami Bey, İtalya Dışişleri Bakanı bulunan Kont Sforza ile de 12 Mart 1921'de bir sözleşme imzalamış. Buna göre İtalya'nın, İzmir ve Trakya'nın bize geri verilmesi yolundaki isteklerimizi konferansta desteklemesine karşılık, biz de İtalya devletine Antalya, Burdur, Muğla, Isparta sancaklarıyla Afyonkarahisar, Kütahya, Aydın ve Konya sancaklarının sonradan saptanacak bölümlerinde iktisadi girişimler için üstünlük hakkı verecektik. Bundan başka, bu bölgelerde Türk hükümetinin ya da Türk sermayesinin yapmayacağı iktisadi işlerin İtalyan sermayesine verilmesi ve Ereğli madenlerinin bir İtalyan Türk ortaklığına devredilmesi kabul edilmekte idi.
Elbette bu sözleşmeyi de hükümetimizce geri çevrilmekten başka bir işlem göremezdi.
Baylar, İtilâf Devletlerinin, Londra'ya barış yapmak için gönderdiğimiz Delegeler Kurulumuz Başkanı Bekir Sami Bey'e imza ettirdikleri sözleşmelerle, Sevr tasarısından sonra aralarında yaptıkları, "Üçlü Anlaşma" adı verilen ve Anadolu'yu sömürme (nüfuz) bölgelerine ayıran anlaşmayı, başka adlar altında, ulusal hükümetimize kabul ettirmek amacını güttükleri apaçık bellidir. İtilâf siyasa adamları bu isteklerini Bekir Sami Bey'e kabul ettirmeyi de başarmışlardır. Bekir Sami Bey'i Londra'da, konferans görüşmelerinden çok, ayrı ayrı yapılan konuşmalarla oyaladıkları anlaşılıyor. Ulusal Hükümetin ilkeleriyle Dışişleri Bakanı olan kişinin tutumu arasındaki ayrımın neden ileri geldiği, ne yazık ki açıklanamıyor.
Bekir Sami Bey bu sözleşmelerle Ankara'ya döndüğü zaman durumun, pek çok dikkatimi çektiğini ve beni şaşkınlığa uğrattığını açıkça söylemeliyim. Bekir Sami Bey, imzaladığı sözleşmelerin, ülkenin yüksek çıkarlarına uygun olduğu yolundaki kanısını belirtiyor ve bunu Meclis'te de savunup tanıtlayabileceğini ileri sürüyordu. Kanısının yerinde olmadığı, savında da mantık bulunmadığı kuşku götürmezdi. Görüşlerinin Meclis'te onaylanmayacağı bir yana, Dışişleri Bakanlığından da düşürüleceği kesindi. Ama Meclis'in, siyasa sorunları üzerinde görüşme ve tartışmalarla boğulmasını o günlerin koşullarına uygun bulmadığımdan, Bekir Sami Bey'e görüşlerinin yersizliğini kendim söyleyerek Dışişleri Bakanlığından çekilmesini önerdim. Bekir Sami Bey, bu önerimi kabul ederek çekilme yazısını verdi.
Ama Bekir Sami Bey, Delegeler Kurulu Başkanlığı göreviyle, Avrupa'daki yolculuğu sırasında yaptığı çeşitli buluşmaların kendisinde bıraktığı izlenimlere dayanarak, İtilâf Devletleriyle ilkelerimize uygun olarak anlaşma yolunun bulunduğu kanısında direniyordu. Kendisinin de bu anlaşmaları sağlayabileceğini ileri sürüyordu. Bunun üzerine kendisine şu özel mektubu yazdım:
19.5.1921
Amasya Milletvekili Bekir Sami Beyefendiye
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin, şimdiye değin çeşitli elverişli durumlardan yararlanarak türlü araçlarla bütün dünyaya duyurulmuş olan ilkelerini biliyorsunuz. Bu ilkelerin özü, şu kısa cümle ile anlatılabilir: "Bilinen ulusal sınırlarımız içinde ülkemizin bütünlüğünü ve ulusun tam bağımsızlığını sağlamak." Delegeler Kurulu Başkanlığı göreviyle yaptığınız son gezi ve değinmelerimizin sizde yarattığı etkilere ve izlenimlere göre İtilâf Devletlerinin, koyduğumuz ilkeleri bozmaksızın bizimle anlaşmak eğiliminde oldukları kanısında bulunduğunuz anlaşılıyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi, İtilâf Devletlerinin bu eğilimini gösterecek güvenilir, gerçek, içten belirti ve sonuçları şimdilik görememektedir. Bu konuda oranladıklarımızın gerçekleşmesine yol açacak bir ortam bulabilirseniz, bu sonucun Türkiye Büyük Millet Meclisince ve Hükümetince sevinçle kabul edilebileceğine inanmanızı dilerim, efendim.
Mustafa Kemal
Bekir Sami Bey, bundan sonra yine Avrupa'ya gitti. Bu gezisinden de bir yarar elde edilemedi. Üstelik, Ankara'da Bay Franklen Buyon (Franklin-Bouillon) ile yapılmakta olan görüşmelerin, Bekir Sami Bey'in Paris'teki kimi girişimleri yüzünden güçlüğe uğradığı anlaşılınca, Hükümet, Bekir Sami Bey'in resmi bir görevi olmadığını ajansla kamuya bildirmek zorunda kalmıştır.
Bekir Sami Bey, ikinci kez Avrupa'da bulunduğu sırada, bana kimi şeyler bildirdiği gibi dönüşünde de bir rapor vermişti. Gerek bildirdiği şeyler arasında gerekse raporunda görülen kimi düşünceler, ne yazık ki, Türk ulusunun izlediğimiz amaç ve ülküsünü, Bekir Sami Bey'in tam olarak kavramadığı ve ona göre iş görmediği yolundaki kuşkuları giderecek nitelikte değildi.
Bekir Sami Bey Avrupa'da gördüklerinin etkilerine ve izlenimlerine uyarak düşünce yürütüyordu.
12 Ağustos 1921 günlü bir şifre telinde bizim siyasamızı eleştirdikten sonra diyordu ki: "Daha fırsat elde iken akıllıca bir siyasa gütmek, ülkeyi içine düştüğü büyük burgaçtan (girdaptan) kurtarabilir. Olaylar bütünüyle incelenerek ülkenin esenliğine yarayacak bir yol tutmak pek gereklidir. Yoksa, tarih ve ulus önünde hiçbirimiz sorumluluktan kurtulamayız.
Ulusun mutluluğunu ve Müslümanlığın esenliğini sağlayıcı bir yol saptanmasını ve bir an önce bana bildirilmesini rica eylerim."

Bekir Sami Bey Ne Pahasına Olursa Olsun Barış Yapmak İstiyordu
Bekir Sami Bey, ne pahasına olursa olsun barış yapmak istiyordu. Bu görüşünü 24 Aralık 1921 günlü raporunda şöylece açıklıyordu:
...savaşın sürüp gitmesinin bu ülkeyi, ulusun varlığını tehlikeye koyacak kertede yıkıp yok edeceğini ve bütün katlanılan özverilerin boşuna yitirilmiş olacağını kesinlikle düşünmekteyim. Savaşın sürdürülmesinin, iç, ve dış düşmanlarımızın ekmeğine yağ süreceğine ve korktuğumuz bela ve yıkımları kendi kendine ulusun başına çekeceğine bütün varlığımla inanıyorum. Yüce kişiliğinize düşen ödev, dünyada hemen hiçbir siyasa adamının omuzlarına yükletilmeyen en ağır bir yüktür. Tarihte, beş, altı yüzyılda değil, belki on, on beş yüzyılda bir kişiye ancak düşebilen bir ödevi yüklenmiş bulunuyorsunuz. Her türlü aşırılıktan sakınarak, bugünün yararları uğruna, yarının gerçek çıkarlarından vazgeçmeyerek Türklük ile birlikte bütün Müslümanlık dünyasının geleceğini güven altına almak ve pek yakın bir zamanda istenilenden artık olarak elde edilebilecek ulusal ve dinsel amacı kurtarmak ve sağlamlaştırmak için, geçici olarak özveriye bile katlanarak dünya tarihinde ölümsüz bir san kazanabilir ve Müslümanlık yapısının yenileyicisi olabilirsiniz. Yoksa, Türk ulusunun ve dolayısıyla bütün Müslümanlık dünyasının tutsaklığa ve aşağılık bir duruma düşeceği bence kuşku götürmez. Adınızı, dünyanın sonuna dek, bütün Müslüman kuşaklar için Yüce Peygamber Efendimizden sonra en kutsal bir ad ve armağan olmak üzere bırakmak şerefini ve fırsatını yitirmemenizi yurtseverlik ve Müslümanlık gereği olarak bildirmeyi kutsal bir görev sayarım efendim hazretleri.
Bütün bu düşüncelerin özeti yıkımdan, aşağılık durumdan ve tutsaklıktan kurtulmak için Londra'da yaptığı sözleşmeler sınırı içinde ulusal savaşa son vermeyi öneriyordu.
Baylar, Bekir Sami Bey'in bu düşünceleri bende olumlu etki yaratmamıştı. İleri sürdüğü düşünceler ve usavurma yöntemleri, kendisiyle görüşmeyi ve tartışmayı bile gereksiz ve yararsız saydırmıştı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:39

Mecliste Belirmeye Başlayan Siyasi Gruplar
Baylar, yüksek kurulunuza biraz da Büyük Millet Meclisi'nde geçen olaylardan bilgi vermek istiyorum. Biliyorsunuz ki, Birinci Büyük Millet Meclisi'ne ulusça üye seçilirken Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti'nin yönetim kurulu üyeleri de ikinci seçmenler arasında bulundular. Buna göre denilebilirdi ki, Büyük Millet Meclisi, bütünüyle Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti'nin siyasal bir grubu niteliğini de taşıyordu. Gerçekten başlangıçta tutum böyle idi. Meclis genel kurulunun temel ilkesini oluşturuyordu. Biliyorsunuz ki, Erzurum ve Sivas kongrelerinde saptanan ilkeler, son İstanbul Meclisi Mebusan'ınca kabul edilip berkitilerek Misakı Milli (Ulusal Ant) adı altında özetlenmişti. Bu ilkeler, Birinci Büyük Millet Meclisi'nce de kabul edilmişti ve bunlara uygun olarak yurdun bütünlüğünü ve ulusun bağımsızlığını sağlayacak bir barışın elde edilmesine çalışılıyordu. Ama, zaman geçtikçe, Meclis'te birlik olarak çalışmanın sağlanıp düzenlenmesinde güçlükler doğmaya başladı. En önemsiz konularda oylar dağılıyor, Meclisten iş çıkamıyordu. Kimi kişiler buna bir çıkar yol bulmak için 1920 yılı ortalarında birtakım örgütler kurmaya kalkıştılar. Bütün bu girişimler, Meclis görüşmelerinin düzenli yürütülmesini sağlamak ve görüşülen konular üzerinde oyları toplayarak olumlu iş çıkarmak amacını güdüyordu.
Yeri gelince söylemiştim ki, ilk Anayasamıza kaynak olan 13 Eylül l920 günlü bir programı Meclis'e sunmuştum. Bu programın, Meclis'te 18 Eylülde okunan kısmından başka, buna da temel olmak üzere, Büyük Millet Meclisi'nin öz niteliğini ve yönetim yöntemiyle ilgili görüşleri saptayan ve Meclis'in açılışından sonra okunup kabul olunan önergemi de, bu kısımla birlikte, Halkçılık Programı adı altında bastırmış ve yaydırmıştım. Yukarıda bildirdiğim örgütler benim bu programımdan esinlenerek birtakım sanlar takınmaya ve programlar saptamaya başladılar. Bir bilgi vermiş olmak için bu örgütlerin belli başlılarının adlarını sayayım:
a) Tesanüt Grubu (Dayanışma Grubu)
b) İstiklâl Grubu (Bağımsızlık Grubu)
c) Müdafaai Hukuk Zümresi (Hakları Savunma Grubu)
d) Halk Zümresi (Halk Grubu)
e) Islahat Grubu (Yenileştirme Grubu)
Bu gruplardan başka, adsız olarak, özel amaçlı kimi küçük örgütlerin de çalıştıkları anlaşılıyordu.
Baylar, bu adlarını saydığım grupların her biri Meclis görüşmelerinde düzeni sağlamak ve oyları birleştirmek amacıyla kurulmuşlarsa da, bunların varlıkları tersine bir sonuç veriyordu.
Gerçekte sayıları çok, üyeleri az olan bu gruplar birbiriyle yarışmaya kalkışmışlar ve birbirlerini dinlememek yüzünden Meclis'te hemen hemen bir kargaşa doğurmaya başlamışlardı. Özellikle Anayasa, Meclis'ten çıktıktan sonra, yani Ocak 1921 sonlarında, Meclis üyelerinin ve ortaya çıkan grupların, genel olarak her işte toplantıya katılmalarını ve birlikte çalışmalarını sağlamanın bir kat daha zorlaşmaya başladığı görülüyordu. Çünkü, Misakı Milli ile saptanmış olan ilkelerde her bakımdan görüş ve amaç birliği olduğu halde, Anayasa ile konulan ilkeler üzerinde tam birlik sağlanmış görünmüyordu. Grupları birleştirmek ya da gruplardan birini güçlendirerek iş görmek için, dolaylı olarak çok çalıştım. Ama bu yolla elde edilen sonuçların uzun ömürlü olamadıkları görüldü. İşe el koymam zorunlu olmaya başladı. Sonunda, Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Grubu adıyla bir grup kurmaya karar verdim. Bu grup için yaptığım programın başına bir ana madde koydum. Bu maddenin özü, iki noktada toplanıyordu. Birinci nokta şu idi: Grup, Misakı Milli ilkelerine bağlı kalarak ülkenin bütünlüğünü ve ulusun bağımsızlığını sağlayıcı bir barışı elde etmek için, ulusun bütün maddi ve manevi gücünü gereken ereklere yöneltip kullanacak ve yurdun resmi, özel bütün örgütlerini ve kuruluşlarını bu ana amaca yararlı kılmaya çalışacaktır.

Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Grubunun Kurulması
İkinci nokta ise şuydu: Grup, devletin ve ulusun örgütlerini, Anayasaya uygun olarak şimdiden yavaş yavaş saptamaya ve hazırlamaya çalışacaktır.
Baylar, bütün grupları ve Meclis üyelerinin çoğunu çağırarak bu iki ilke üzerinde birleşmelerini sağladım. Bildirdiğim bu ana madde ve bundan sonra grubun iç tüzüğüyle ilgili maddeler, 10 Mayıs 1921 günü yapılan toplantıda kabul olundu. Grup genel kurulunun seçilmesi üzerine, grubun başkanlığını da üzerime almıştım.
Baylar, ülkede nasıl bir Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti varsa, Mecliste de onun bu ad altında bir siyasal grubu kurulmuş oldu. İstanbul'daki Millet Meclisi'nin yapmaktan çekindiği iş, ancak onların dağılmasından ondört ay sonra Ankara'da yapılmış oldu. Bu grup, Birinci Büyük Millet Meclisi'nin çalıştığı sürece hükümetin iş görmesine yardımcı olabilmiştir. Ama grup tüzüğü ana maddesindeki ikinci noktayı anlamlı bulanlar oldu. Bu gibiler, düşüncelerini açığa vurmamakla birlikte, bu noktadaki anlam ve amacın gerçekleşmemesi için hemen işe girişmekte gecikmediler. Karşıt çalışmalar diye niteleyebileceğimiz bu türlü girişimler iki yoldan ortaya çıkıyordu.
Birincisi, grup içindeki düşünceleri, karıştırma ve karşıcıl bir durum hazırlama biçiminde idi.

Hoca Raif Efendi, "Muhafazai Mukaddesat Cemiyeti" Kuruyor
İkincisi, yurt içinde ve yine örgütümüz içinde... Bunu açıklayan en belirgin örnek, Erzurum Milletvekili Hoca Raif Efendi'nin ve kimi arkadaşlarının, grubun kurulmasından önce ve Anayasa'nın Meclis'ten çıkmasından sonra yaptıkları girişimdir. Dilerseniz, bu konuda birazcık bilgi vereyim.
Hoca Raif Efendi ve arkadaşları, Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti Erzurum Merkez Kurulunun adını değiştirdiler; "Muhafazai Mukaddesat Cemiyeti" (Kutsal Varlıkları Koruma Derneği) dediler. Dernek tüzüğünün başına da, padişahlığın ve halifeliğin ve devlet biçiminin dokunulmazlığına ilişkin birtakım eklentiler yapmışlar ve girişimlerini öteki illere, özellikle doğu illerine de birtakım bildiriler göndererek yaymaya kalkışmışlardı. Ben bunu öğrenince hemen Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa'nın dikkatini çektim. Hoca Raif Efendi'yi ve arkadaşlarını uyarmasını ve bu türlü girişimlerden vazgeçirmesini rica ettim.
Sarıkamış'ta bulunan Kâzım Karabekir Paşa ile Erzurum'da bulunan Hoca Raif Efendi arasında kimi yazışmalar olduktan sonra Raif Hoca, Paşanın karargâhına gitmiş, orada "Muhafazai Mukaddesat" adının kullanılması nedenlerini açıklarken demiş ki: "Amacımız halifelik ve padişahlık haklarını korumak; ülkenin ve Müslümanlık dünyasının bugünü ve geleceği için büyük uyuşmazlıklara ve sakıncalara yol açan cumhuriyetten kesin olarak sakınmaktır." Hoca: "Büyük Millet Meclisi'nde kurulan Müdafaai Hukuk Grubu'nun halifelik ve padişahlığı cumhuriyete çevirmek amacını güttüğü seziliyor. " sözünü de ekledikten sonra bu gibi girişimlere uyamayacaklarını bildirmiş.

Kâzım Karabekir Paşa "Devlet Biçiminde Tarihsel Değişiklikler Yapılacağı Zaman Asker ve Sivil Devlet Adamlarının Gereği Gibi Düşünceleri Alınmalıdır" Diyor
Kâzım Karabekir Paşa, bu bilgiyi veren 11 Temmuz 1921 günlü kapalı telinde, kendisi de, ileri sürdüğü düşünceler arasında diyordu ki: "Hükümet biçimine ilişkin ilkelerin, Büyük Millet Meclisi'nce kabul edilen Anayasa'da saptanmış olduğu görülüyor. Oysa ben, bu yasa içeriğinin olsa olsa bir parti programı içinde kalmasını, yürütülmesinde ortaya çıkacağını kestirdiğim güçlükler dolayısıyla, daha yararlı buluyorum. Bu görüşümü, çok iyi tanıyabildiğim bölgemdeki düşünce ve duygulara göre kısaca açıklamak isterim. Meclis'te Anayasa'yı desteklemek amacıyla kurulan gruba girmiş kişilerin çoğu, yeni bir yönetim devriminde ülkenin alınyazısına etken olmak isteğinde görünenlerdi. Halk arasında, ancak küçük bir grup, yeni bir örgüt kurma görüşünü benimser. Milletvekillerinin Anayasa değişikliğinden yana olmaları ancak kişisel görüşlerinin sonucu olabilir. Devlet biçiminde böyle büyük ve tarihsel değişiklik yapmaya girişirken, ülkenin alınyazısından sorumlu ve ortak olan asker ve sivil devlet adamlarının ve Müdafaai Hukuk Merkezlerinin düşünceleri, gereği gibi alındıktan ve olağanüstü bir mecliste incelendikten sonra bir karar alınması gerekir, kanısındayım."
Baylar, kesin utkudan sonra, İkinci Büyük Millet Meclisi, Cumhuriyeti ilan ettiği zaman da, Kâzım Karabekir Paşa İstanbul gazetelerine verdiği demeçte, öteden beri süregelen duygularını ve yakınmalarını: "Cumhuriyet ilanını bize sormadılar." diye özetlemekte idi.
Kâzım Karabekir Paşa, bu görüşleriyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, ulusça olağanüstü yetkiler verilmiş üyelerden kurulu olağanüstü bir meclis olduğunu unutmuş gibi görünüyor. Böyle bir meclisin koyduğu yasaya, hem de Anayasa'ya karşı olduğunu sezinletiyor. Daha şaşılacak yönü, devlet örgütünü değiştirecek kararlar alabilmek için asker ve sivil devlet adamlarının ve Müdafaai Hukuk Merkezlerinin düşünceleri alınmak gerektiği kanısında bulunduğunu söylüyor.
Kâzım Karabekir Paşa, benim Müdafaai Hukuk Grubuyla ilgimi de doğru bulmayarak: "Ben, yüksek kişiliğinizin böyle siyasal partilere... katılmaktan uzak kalmasını özellikle uygun görüyorum." dedikten sonra benim yansız bir durumda bulunmayı sürdürmemi öğütlüyor.
Kâzım Karabekir Paşa'nın bu telyazısına 20 Temmuz1921'de yanıt verdim. Biraz uzunca olan bu yanıtın, bazı konuları aydınlatmaya yarayacak noktalarını anmakla yetineceğim. Verdiğim yanıtta demiştim ki: Müdafaai Hukuk Grubu, ülkenin tam bağımsızlığını sağlamak gibi kısa ve kesin bir amaçla kurulmuştur. Anayasa'nın uygulanması da amacı içindedir. Anayasa bütün yönetim kollarını ve Türkiye Hükümetinin hukuksal durumunu kapsayan ayrıntılı ve tam bir yasa olmayıp, ülkenin sivil yönetim ve örgütlerinde zamanın gerektirdiği halkçılık ilkesini ortaya koyan bir kuraldır. Bu yasada, cumhuriyeti anlatan bir şey yoktur. Raif Efendi'nin, padişahlığın cumhuriyete çevrileceğinin sezildiği yolundaki düşüncesi kuruntudur.
Kendilerine merkezde önemli işler verilenler arasında, kişilikleri ve geçmişleri yönünden eleştirilecek durumda olanların bulunduğu yolundaki savın ise, daha olumlu sözlerle tanıtlanması gerekir. Her işi, bütün yönetimsel nitelikler, kişisel erdemlerle çok iyi yetişmiş adamlara vermek pek değerli ve tatlı bir dilek olursa da, yalnız toplumumuz için değil, dünyanın en ileri ulusları için bile, her çevrenin, her bölgenin ve her iş erinin saygıya değer göreceği bunca adamı bulmanın olanağı yoktur. Kuruntuya dayalı ve olumsuz düşünceler ve savlarla ülkenin dayanağı olacak biricik gücü ve örgütü yıpratacak önlemlere başvurmak, eğer bilisizce bir delilik değilse, her halde bir hainlik sayılmalıdır. Sizlerce de bilinir ki, ilerleme yolunda yapılacak her önemli girişimin kendine göre önemli sakıncaları vardır. Bu sakıncaların olabildiğince azaltılması için zamanında gereken, önlemler alınmalı ve girişimler yapılmalıdır." Bundan sonra baylar, Anayasa yapılırken asker ve sivil devlet adamlarının ve Müdafaai Hukuk örgütlerinin düşüncelerini almak konusundaki görüşümü de şöyle açıkladım: "Sizlerce bilindiği üzere, bir hükümet biçiminde yaşıyoruz ve onun bütün kavramlarına uymak zorundayız. Anayasa'nın, Meclis komisyonlarında sonra genel kurulda tartışmalarla belirecek biçimi üzerine uzaktan alınacak düşüncelerle etki yapılamayacağını elbette kabul edersiniz."
Kâzım Karabekir Paşa, Anayasanın niçin ivedilikle yapıldığı, bunun uygulanmasından doğacak güçlükler, halifelik ve padişahlık sorunu üzerindeki görüşümüzün açıklanmasını da istemişti. Bu sorulara yanıt olarak da demiştim ki: "Anayasa'nın yapılmasında ivedi gibi görünen tutumun nedeni, bütün dünyada ve ülkemizde belirmiş olan halkçılık akımını, sağlam bir biçim üzerinde saptayarak bu konuda başka karışımlara (ihtilâta) yer vermemek; hem de yüzyıllardan beri yetersizler elinde boyuna kötüye kullanılan ulusal hakları korumak için, bu hakların gerçek sahibi olan ulusa da söz hakkı vermek ve bu yüksek düşüncenin gelişmesi için günümüzün olağanüstü koşullarından yararlanmaktır.
Anayasa'nın ne ölçüde uygulanabileceğini anlamak için de, bu işle uğraşmaya fırsat bulacakların dayancını ve istem gücünü hesaba katmak gerekir.
Halifelik ve padişahlık sorunu diye temel bir sorun yoktur. Söz konusu olan sorun, padişahın hakları olup bunun belirtilip sınırlanmasında son birkaç yüzyılın denemeleri ve devlet kavramındaki ulus haklarının gerçek anlamı etken olmalıdır. Bu konu üzerinde şimdilik saptanmış kesin bir ilkemiz yoktur."
Kâzım Karabekir Paşa'nın grup başkanı olmayıp yansız kalmaklığım konusundaki önerisine verdiğim yanıtta ise şu düşünceleri ileri sürmüştüm: " Millet Meclisi niteliğinde bir meclisin başkanı değilim. Böyle de olsa bir partinin üyesi bulunmak doğaldır. Oysa, Büyük Millet Meclisi'nin yürütme yetkisi de bulunduğundan, bir bakıma, hükümet niteliğindeki bir meclisin başkanı bulunmaktayım. Yürütme yetkisi de bulunan bir başkanın, çoğunluk partisinden olması pek gereklidir; buna göre, ayrıntılı bir programla ortaya atılmış siyasal bir partinin de başkanı olabilirim. Bütün kimliğimle karışmış bulunduğum Cemiyetten (Müdafaai Hukuk Cemiyetinden) ayrılmayacağım gibi, o Cemiyetten doğan grup içinde bulunmaklığım da zorunludur. Aslında grup, hemen hemen Meclis Genel Kuruluna yaklaşan bir çoğunluğu içine almaktadır. Dışarda kalanlar, yalnızca Erzurum milletvekillerinden Celâlettin Arif Bey ve Hüseyin Avni Efendi ile birkaç benzeri, davranışlarında serbest kalmak isteyen birkaç kişidir..."

İzzet ve Salih Paşaların İstanbul'da Siyasal Görev Almayacaklarına Söz Vermeleri Üzerine İstanbul'a Dönmelerine İzin Verildi
Baylar, Ankara'da bulunan İzzet ve Salih paşalar bir türlü Ankara'ya ısınamadılar. İstanbul'daki aileleri yanına gitmelerine izin vermemizi, aracıları ya da kendileri, boyuna rica ediyorlar ve İstanbul'a dönüşlerinde hiçbir siyasal görev almayacaklarına söz veriyorlardı. l921 yılı Mart başlarında, İsmet Paşa'nın kimi işler için: Ankara'ya gelmiş bulunduğu bir sırada, paşalar ricalarını yenilediler. Bir gün İsmet Paşa'nın da katıldığı bir Bakanlar Kurulu toplantısı sırasında Ahmet İzzet Paşa daireye gelerek haber göndermiş ve İsmet Paşa kendisiyle görüşmüştür. İzzet Paşa, bizim isteğimiz üzerine İstanbul'da siyasal görev almayacağına, uzun uzadıya açıklamalar yaparak söz vermiş ve İstanbul'daki ailesinin yanına dönmek için izin rica etmiş; Salih Paşa'nın da böylece söz vererek serbest bırakılması ricasında bulunduğunu söylemiş.
İsmet Paşa bu açıklamayı ve ricayı Bakanlar Kuruluna ulaştırdı. Aslında varlıklarının ulusal işlerimizde yararlı olmadığı; tersine, Ankara'da bir yük, bir ağırlık olarak bulundukları; üstelik kimi olumsuz akımlara da yol açtıkları anlaşılmış bulunduğundan Bakanlar Kurulu bu paşaların İstanbul'a dönmelerinde bir sakınca görmedi. Ama ben, Ahmet İzzet Paşa ve arkadaşının verdikleri sözün gerçek ve içtenlikli olmadığı; İstanbul'a dönünce, İstanbul Hükümetinde kesinlikle görev alarak bizi tedirgin etmeyi sürdürecekleri kanısında bulunduğumu söyledim. "Namusları üzerine söz veriyorlar." dendi. Bu sözlerini, yazılı ve imzalı olarak verirlerse izin verilebileceğini bildirdim. İsmet Paşa bu önerimi yanımızdaki odada bekleyen İzzet Paşa'ya ulaştırdı. İzzet Paşa, hemen bir kağıt kalem alıp, hükümetten çekileceklerini bir söz verme belgesi olarak yazmış, imzalamış ve yanılmıyorsam, Salih Paşa'ya da imza ettirmişti.
Ben, bu kısa söz verme (belgesini) yeter görmedim. Sözle söylediklerini kapsar nitelikte değildi. Hemen, bunun bir düzen olduğuna arkadaşların dikkatini çekerek: "İsmet Paşa'ya sözle söylediklerini yazarak imza etsinler." dedim. İzzet Paşa'nın, sözle de bunca şeyler söyleyip güvence verdikten sonra, başka amaç güderek bir söz verme belgesi yazmış olacağı umulmadı ve bu kısa belgenin yeter görülmesi dileğinde bulunuldu. İşte İzzet ve Salih paşalar böyle aldatmalı bir belge ile İstanbul'a gitmek yolunu bulmuşlardır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:40

İzzet ve Salih Paşalar Sözlerinde Durmadılar
Gerçekten, İzzet ve Salih paşalar İstanbul'a varınca hükümetten çekildiler. Ama pek kısa bir süre sonra, yine o hükümette, başka nazırlıkları üzerlerine aldılar ve bunu bize telle bildirdiler. İstanbul Hükümetinin Hariciye Nazırlığı görevini yüklenmiş olan İzzet Paşa, ulusa ve ülkeye yönelmiş olan büyük bir kötülüğün önüne geçmek için hükümete geldiğini söyleyerek, bize de birtakım öğütler veriyordu. İzzet Paşa'ya şu yanıtı verdim:
29 Haziran 1921
İstanbul'da Ahmet İzzet Paşa Hazretlerine
Telinizi Zonguldak Haberalma Müdürü aracılığıyla aldım. Durumunuzu, Salih Paşa Hazretleriyle birlikte vermiş olduğunuz söze aykırı gördüm. Yalnız bir nokta beni duraksattı ve sizden yana düşündürdü. O da, üzerinize görev almakla gerçekten ulusa ve ülkeye yönelmiş büyük bir kötülüğün önüne geçmiş olmanız olasılığıdır. Çünkü, Ankara'ya buyurmadan önce iyi dileklerle ve ülkeye yararlı olabileceğiniz umuduyla görev alışınıza gerekçe olarak gösterdiğiniz nedenlerin pek yetersiz olduğunu ilk görüşmemizde anlamış ve açığa vurmuştunuz. Telinizde bildirdikleriniz, sizi bu yeni duruma sürükleyen nedenleri yeterince göstermiyor. Öğütlediğiniz şeylerden, ulusun ve ülkenin çıkarlarına, yaptığımız antlaşmalara, kısacası, Misakı Millimize uygun olanlar aslında dikkate alınmakta ve gereği yapılmaktadır. Bunun için, genel duruma ve sizlere aşılanmış olan düşüncelere bakarak, daha önce olduğu gibi bu kez de aldatılmış olmanızdan korkuyorum. Bu düşünüş ve görüşümüzü geçersiz kılacak açıklamalarınızı öğrenir ve olayların ona göre olumlu gelişimine tanık olursak mutlu olacağımızı bilginize sunarım efendim.
Mustafa Kemal
İzzet Paşa bu telimize 6 Temmuz günlü bir şifre telle şu yanıtı verdi:
Ankara'da Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine
Salih Paşa ile birlikte verdiğimiz söz, İstanbul'a dönünce görevimizden çekilmekti. Onu da yerine getirdik. Ömür boyunca devlet hizmeti kabul etmemek; özellikle İtilâf Devletlerinin Yunanistan'a eylemli yardım etmeleri ve İstanbul'un hareket üssü olarak Yunanlılara bırakılması olasılığının belirdiği bir kara günde istenilen özveriden kaçınmak bizim elimizden gelmeli mi ve sizce de uygun görülmeli midir bilmem? Bilecik ve Ankara'da tanımadığım kişilerin yanında yapılan konuşmayı uzatmakta sakınca gördüğümden (tartışmayı bırakarak) sizlere hak verir gibi görünmüştüm. Dahası, dönüşümüzde verdiğimiz demeçte olayların bütün sorumluluğunu tümüyle üstümüze almak gibi gerçekten uygarca bir yüreklilik de göstermiştim. İlk görüşmelerde yanımızda bulunan kişilerden birinin sonradan belli olan durumu, çekingen davranmakta haklı olduğumu da ortaya koymuştur. Ama hiçbir zaman, hiçbir kimsenin beni aldattığını söylemedim. Beni yanınıza dek götüren uzlaşma düşüncesinden şaşmadım. Bakanlar Kurulu ile yaptığım görüşmeler ve kendilerine verdiğim andırı bunu tanıtlar. Buyurduğunuz gibi aymazlığımı söylemek şöyle dursun, şimdiki gibi siyasal olayları kılı kırk yararcasına değerlendirmiş olduğumu görmekle kendime, düşünce ve görüşlerime güvenim artmıştır. Bugünlerde görev almaklığımızın yararlı olup olmadığını söylemek bana düşmez. Yalnız, bunda oraca, ne gibi sakınca görüldüğü açıklanırsa, çok sevinirim. Bura hükümeti, hukuksal durumu ve ilgili devletler elçilerinin burada bulunması dolayısıyla, hiçe sayılamaz ve sayılmamalıdır. Ancak, şimdiki hükümet üyelerinin büyük bir çoğunluğu, bugünle ve gelecekle ilgili hiçbir kişisel amaç gütmüyorlar; düşünceleri ve dilekleri ancak yurdun esenliğidir. Bundan dolayı, akla yatkın ve uygun bir yolda Ankara'daki devlet adamlarıyla iş ve görüş birliği yapmayı yürekten dilemektedirler. İçten gelen bu dilek sizlerce de iyi karşılanırsa yararlı işler ve yardımlar yapabilirler. Bu dilekleri kabul olunmazsa anlaşmazlıktan doğabilecek yanılgıların manevi sorumluluğundan kendilerini aklamış sayacaklarını bilginize sunarım efendim.
Ahmet İzzet
Bu telyazısının altına kurşunkalemiyle şu satırları yazmıştım:
Uygun bir zamanda gereği yapılmak üzere ilgili belgeler arasında saklanması, Bakanlar Kurulu kararı gereğidir.
Mustafa Kemal

Ahmet İzzet Paşa Türk Ulusuna Hizmet Etmeyi Vahdettin'e Kul Olmaktan Üstün Göremedi
Baylar, Ahmet İzzet Paşa, ekmeğiyle yetiştiği Türk ulusunun içinde kalarak ona en acı ve kara günlerinde hizmet etmeyi, Vahdettin'in hizmetinde olmaktan üstün görememişti. Dürrîzade Esseyyit Abdullah'ın fetvasına bağlı kalıp, padişahın buyruğu dışına çıkmakla suçlanmaktan ve dinsel cezalara çarpılmaktan çekindi. Ahmet İzzet Paşa'nın daha başka marifetleri de olmuştur. Onlardan da bilgi vereyim.
Türk ulusunun büyük kuvvetleri eline verilmiş kişilere de, bütün savaşlar süresince ve ulusun maddi ve manevi kuvvetlerini düşman karşısına toplamaya çalıştığımız günlerde, umutsuzluk ve gevşeklik verecek karamsarlıklarını özel mektuplarıyla ulaştırıp duruyordu. Benim: "Düşman ordusunu yeneceğiz; yurdu, kesinlikle kurtaracağız." sözlerimi alaya alarak ve İkinci İnönü'den sonra yine doğuya, Sakarya'ya dek yürümekte olan Yunan ordusunun ilerlemesini gözdağı için öne sürerek bize akıl ve anlayış dersi vermekten geri kalmıyordu.
Baylar, ne tuhaftır ki, kendisini dev aynasında gören bu beynin, tutumumdan yıkım doğacağını bildiren bir mektubu, Sakarya'da düşmanı karşı saldırı ile çekilmek zorunda bıraktığımız gün, görev gereği bana gösterilmişti. Bu mektuba pek şaşmıştık.
Ahmet İzzet Paşa, Yunan ordusunun Sakarya'dan ve en sonunda İzmir körfezinden çekildiğini gördükten ve Lozan Barış Antlaşmasını okuduktan sonra daha önce bana yazmış olduğu 6 Temmuz 1921 günlü telindeki şu cümleyi bir daha mırıldandı mı ola:
"Buyurduğunuz gibi aymazlığımı söylemek şöyle dursun, şimdiki gibi siyasal olayları kılı kırk yararcasına değerlendirmiş olduğumu görmekle kendime, düşünce ve görüşlerime güvenim artmıştır."
Ben bunun da olabileceğini sanırım!
Baylar, İzzet ve Salih paşalar aylarca Ankara'da oturdular. Ulusal ilkelerimizi benimsemeleri koşuluyla kendilerine ulusal iş ve görev vermeye hazırdık. Yanaşmadılar. Bir kez olsun Millet Meclisi'nin kapısından içeri ayak basmadılar. Ama, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin koyduğu yasalardan elbet bilgileri vardı. Bu yasaların buyruklarını ve Millet Meclisi'nin ve Hükümetinin İstanbul'a karşı belirlenmiş olan tutumunu çok iyi biliyorlardı. Bu yasalara ve bilinen duruma karşın, İstanbul'da yeniden iş başına geçip ulusal varlığın ve girişimlerin değerini ve erkini yok etmek; düşmanların elinde oyuncak olan Vahdettin'in egemenliğini sürdürmek için bütün varlıklarıyla çalışmalarına verilecek gerçek anlamın ne olduğunu ben söylemeyeceğim! Onu, Türk ulusuna ve Türk ulusunun yeni ve gelecek kuşaklarına bırakırım.

Saygıdeğer Ulusuma Öğüt
Baylar, sırası gelmişken saygıdeğer ulusuma şunu öğütlerim ki; bağrında yetiştirerek başının üstüne dek çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz mayayı çok iyi incelemeye dikkat etmekten, hiçbir zaman geri kalmasın.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:41

8. Bölüm

NUTUK
Sakarya Zaferi, İç ve Dış Olaylar
Sakarya Meydan Savaşı

Saygıdeğer baylar, olayları Sakarya Meydan Savaşına değindirmek istiyorum. Ama bunun için, izin verirseniz, ufak bir başlangıç yapacağım. İkinci İnönü Savaşından sonra, üç ay kadar bir zaman geçti. Ondan sonra, 10 Temmuz 1921 gününde, Yunan ordusu yeniden cephemize karşı, genel saldırıya geçti. Bu saldırıdan önceki günlerde iki yanın durumu şöyle idi:
Bizim ordumuz başlıca, Eskişehir'de ve Eskişehir kuzeybatısındaki İnönü dayangalarında ve Kütahya-Altıntaş dolaylarında yoğunlaştırılmıştı. Afyonkarahisar yöresinde iki tümenimiz vardı. Geyve'de ve Menderes bölgesinde ise birer tümenimiz bulunuyordu.
Yunan ordusu da, Bursa'da bir ve Uşak doğusunda iki kolordusunu toplu bulunduruyordu. Menderes'te de bir tümeni vardı.
Yunanlıların bu saldırısı üzerine yapılan ve Kütahya-Eskişehir Savaşları adıyla anılan bir sıra savaşlar vardır. On beş gün sürmüştür. Ordumuz, 25 Temmuz 1921 akşamı büyük kısmıyla Sakarya doğusuna çekilmişti. Ordumuzun çekilmesini zorunlu kılan nedenlerin dayanaklarını belirteyim:
İkinci İnönü Savaşından sonra genel seferberlik yapmış olan Yunan ordusu, insan, tüfek, makineli tüfek ve top sayısı bakımından bizim ordumuzdan önemli derecede üstündü. Temmuzda Yunan ordusu saldırıya başladığı zaman ulusal hükümetin ve savaşımın gelişimi, bizim daha genel seferberlik yapmamıza ve böylece ulusun bütün kaynaklarını ve araçlarını, başka hiçbir şey düşünmeksizin, düşman karşısında toplamaya uygun ve elverişli görülmemişti. İki ordu arasındaki kuvvet, araç ve koşullar oransızlığının elle tutulur başlıca nedeni budur. Bunun sonucu olarak tümenlerimizin özellikle taşıtlarını daha sağlayıp tamamlayamadığımızdan, bunların hareket güçleri yoktu. Yunan ulusunun bütün gücüyle yaptığı bu saldırı karşısında bizim askerlik yönünden temel ödevimiz, ulusal savaşımın başından beri izlediğimiz ödevdi ki; o da: "Her Yunan saldırısı karşısında kaldıkça bu saldırıyı, direnerek ve uygun hareketler yaparak durdurmak ve boşa çıkartmak, yeni orduyu kurmak için zaman kazanmak" diye özetlenebilir. Son düşman saldırısı karşısında da bu temel ödevi gözden uzak tutmamak gerekliydi. Bu düşünce ile 18 Temmuz 1921 günü İsmet Paşa'nın Eskişehir güneybatısında, Karacahisar'da bulunan karargahına giderek durumu yakından inceledikten sonra, İsmet Paşa'ya genel olarak şu yönergeyi vermiştim: "Orduyu, Eskişehir kuzey ve güneyinde topladıktan sonra düşman ordusuyla araya büyük aralık bırakmak gerekir ki, orduyu derleyip toparlayıp güçlendirebilelim. Bunun için Sakarya doğusuna değin çekilebilirsiniz. Düşman hiç durmadan ilerlerse hareket üssünden uzaklaşacak ve yeniden destek örgütleri (menzil hatları -lojistik) kurmak zorunda kalacak; her halde ummadığı birçok zorluklarla karşılaşacaktır. Buna karşılık, bizim ordumuz toplu bulunacak ve daha elverişli koşullar içinde olacaktır. Bu yolda hareketlerimizin en büyük sakıncası, Eskişehir gibi önemli yerlerimizi ve birçok topraklarımızı düşmana bırakmaktan dolayı kamuoyunda doğabilecek manevi sarsıntıdır. Ama az zamanda, elde edebileceğimiz başarılı sonuçlarla bu sakıncalar kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Askerliğin; gereğini duraksamadan uygulayalım. Başka türden sakıncalara karşı koyarız."

Ordunun Başına Geçmemi İsteyenler
Baylar, gerçekten düşündüğüm manevi sakıncalar hemen görüldü. İlk duyarlıklar Meclis'te belirdi. Özellikle karşıcıllar karamsarlık dolu söylevlerle yaygaraya başladılar: "Ordu nereye gidiyor, ulus nereye götürülüyor? Bu gidişin elbette bir sorumlusu vardır, o nerededir? Onu göremiyoruz! Bugünkü acıklı ve korkunç durumun gerçek etmenini ordunun başında görmek isterdik..." diyorlardı.
Bu anlamda söz söyleyen kişilerin anıştırmak (ima etmek) ve anlatmak istediklerinin ben olduğum kuşku götürmezdi.
En sonu, Mersin Milletvekili Salâhattin Bey, kürsüden benim adımı söyleyerek: "Ordunun başına geçsin!" dedi. Bu öneriye katılanlar çoğaldı. Buna karşı olanlar da vardı.
Baylar, bu görüş ayrılıklarının nedenleri üzerinde biraz açıklamada bulunmak uygun olur. Bir kez, benim eylemli olarak ordunun başına geçmemi önerenlerin düşünce ve amaçlarını ikiye ayırabiliriz. Benim ve benimle birlikte birçoklarının o zaman anladığımıza göre, birtakım kişiler, artık ordunun büsbütün yenildiği, durumun düzeltilemeyeceği, kısaca amacın, güttüğümüz ulusal amacın yitip gittiği yargısına varmışlardı. Bu nedenle duydukları öfke ve sertliği benim üzerimde yatıştırmak istiyorlardı. Ìstiyorlardı ki, kendi sanılarına göre bozulmuş ve bozgunu sürecek olan ordunun başında benim de kişiliğim bozguna uğrasın! Başka birtakım kişiler de, diyebilirim ki çoğunluk, bana olan güven ve inanlarından ötürü, eylemli olarak ordunun başına geçmemi yürekten diliyorlardı.
Şimdilik, eylemli olarak komutanlığı üstüme almamı sakıncalı görenlerin de düşüncesi şuydu:
Ordunun, bundan sonraki herhangi bir savaşta başarı kazanamayıp yeniden geri çekilmesi beklenmedik bir şey değildir. Bu durumlarda ben eylemli olarak ordunun başında bulunursam, genel inanışa göre, son umudun da yitirilmiş olduğu gibi bir anlayış doğabilir. Oysa, daha genel durum, son önlem ve son çareye başvurulmasını ve son kuvvetlerin gözden çıkarılmasını gerektirecek nitelikte değildir. Bundan dolayı, kamuoyunda son umudun kalabilmesi için benim doğrudan doğruya savaşı yönetmem zamanı gelmemiştir.

Başkomutanlığı Kabul Ediyorum
Ben, konuşmalar ve tartışmalarla beliren bu görüşleri, gereği kadar inceleyip irdeliyordum. Son görüşü savunanlar, mantığa dayanan sağlam nedenler ileri sürüyorlardı. Komutayı ele almamı yürekten önerenlerde yapmacık isteklerde bulunanların yaygaraları, derin ve kaygı verici etkiler yapmaya başladı. Benim eylemli olarak komutayı ele almam, bütün Mecliste son çare ve son önlem olarak görüldü. Meclis'in bu görüşü, çarçabuk Meclis dışında da yayıldı. Benim ses çıkarmayışım, komutayı eylemli olarak ele almaya can atmayışım, sanki yıkımın kesin ve yakın olduğu düşünce ve görüşünü genelleştirdi. Bunu anlar anlamaz hemen kürsüye çıktım.
Baylar, bu anlattığım durum 4 Ağustos 1921 günü bir gizli oturumda belirmişti. Üyelerin bana karşı gösterdikleri yakınlık ve güvene teşekkür ettikten sonra başkanlık katına şöyle bir önerge verdim:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Yüksek Başkanlığına,
Meclis sayın üyelerinin genel olarak beliren istek ve dilekleri üzerine Başkomutanlığı kabul ediyorum. Bu görevi; kendi üzerime almaktan doğacak yararların çarçabuk elde edilebilmesi, ordunun maddi ve manevi gücünün en kısa zamanda artırılıp pekiştirilmesi ve yönetiminin bir kat daha sağlamlaştırılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkilerini eylemli olarak kullanmak koşuluyla üzerime alıyorum. Yaşadığım sürece, ulusal egemenliğe en gerçek bir hizmet edici olduğumu, ulusa bir kez daha göstermek için, bu yetkinin üç ay gibi kısa bir süre ile sınırlandırılmasını ayrıca dilerim.
4 Ağustos 1921
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Mustafa Kemal

Başkomutanlığıma Karşı Davranışlar
Baylar, bu önergem, doğruluktan yanaymış gibi görünerek öneride bulunanların gizli düşüncelerini açığa vurmalarına yol açtı. Hemen karşı çıkışlar başladı. "Bir kez, Başkomutanlık sanını veremeyiz. O, Büyük Millet Meclisi'nin manevi kişiliğindedir. Başkomutan vekili, denilmelidir." dediler.
İkinci olarak da: "Meclis'in yetkisini kullanmak gibi bir ayrıcalığın verilmesi, hiçbir zaman söz konusu olamaz." düşüncesini ileri sürdüler.
Ben, padişah ve halifelerce verilegelmiş eski bir sanı takınamayacağımı; yapacağım görev eylemli olarak başkomutanlık iken bu sanı olduğu gibi vermekten kaçınmanın yersizliğini ileri sürerek görüşümde direndim. Durum, Meclis'in anladığı ve belirttiği gibi, olağanüstü olduğuna göre, benim alacağım kararların ve yürütümlerimin de olağanüstü olması gerekeceği kuşku götürmezdi. Düşünce ve kararlarımı çabuk ve şiddetli olarak yürütmek ve uygulamak zorunluğu vardı. Bakanlar Kurulundan, Meclis'ten izin istemekle doğacak gecikmelere durum elverişli olmayabilirdi. Bütün ülkeye ve ülkenin bütün kaynaklarına yaygın olması gereken buyruklarım ve bildirimlerim için, her işin bakanından ya da Bakanlar Kurulundan oy ve izin almak benim yapacağım Başkomutanlıktan umulan yararları sağlayamazdı. Onun için, sınırsız ve koşulsuz olarak buyruk verebilmeliydim. Bunun için de, Büyük Millet Meclisinin yetkisi benim kişiliğimde belirmeliydi. Bunu, başarı için, zorunlu görüyordum. Onun için bu noktada direndim.
Salâhattin Bey ve Hulûsi Bey gibi birtakım milletvekilleri Meclis'in, yetkisini bir kişiye vermekle işlemez hale geleceğini, ulustan aldığı vekilliği başkasına verme yetkisi bulunmadığını, aslına bakılırsa orduya komutanlık edecek kişiye Meclis yetkisinin verilmesinin söz konusu olamayacağını ve bunun gerekli olmadığını söylediler. Meclisin yetkisini kullanabilecek bir kişiye milletvekillerinin kişisel olarak belki güvenemeyeceklerini söyleyenler de oldu.
Ben, bu düşüncelerin hiçbirine karşı olmadım; hepsini doğru bulduğumu söyledim. Meclis'in bu noktayı çok dikkatle ve önemle inceleyip irdelemesini söyledim. Yalnız, kendi başından korkanların kaygılarına yer olmadığını belirttim. 4 Ağustosta bu konuda bir karara varılamadı. Görüşme, 5 Ağustos 1921 günü de sürdü. O gün, kimi milletvekillerinin duraksamalarının iki noktada toplandığı anlaşıldı. Birincisi, Meclis varlığının herhangi bir biçim ve yolla iş göremez duruma getirilmesi; ikincisi de üyelerden herhangi biri için keyfe göre, yasa dışı işlem yapılması idi.
Bu kuşku ve duraksamaları giderecek açıklamada bulunduktan sonra yapılacak yasaya da bunlarla ilgili bağlayıcı hükümler konulmasının uygun olduğunu söyledim ve vermiş olduğum önergeyi buna uygun maddeler haline getirerek, bir tasarı olmak üzere Meclis'e sundum. İşte bu tasarının maddeleri üzerinde yapılan görüşmeler sonunda, bana Başkomutanlık verilmesiyle ilgili olan 5 Ağustos 1921 günlü yasa çıktı. Bu yasanın ikinci maddesine göre bana verilmiş olan yetki şuydu:
Başkomutan, ordunun maddi ve manevi gücünü büyük ölçüde artırmak ve yönetimini bir kat daha sağlamlaştırmak için Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bununla ilgili yetkisini Meclis adına eylemli olarak kullanabilir.
Bu maddeye göre benim vereceğim buyruklar yasa olacaktı.
Baylar, bu onurlamadan (teveccühten) dolayı: "Meclisin bana gösterdiği inan ve güvene yaraşır olduğumu az zamanda göstermeyi başaracağım." dedikten sonra Meclis'ten bazı dileklerde bulundum. Örneğin: Milli Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı görevlerini yapmakta olan Fevzi Paşa Hazretlerinin yalnız Genelkurmayın işleriyle uğraşabilmesi için, İçişleri Bakanlığında bulunan Refet Paşa'nın Milli Savunma Bakanlığına getirilmesi ve yerine bir başkasının seçilmesi ...
Özellikle Meclis'in ve Bakanlar Kurulunun, içeriye ve dışarıya karşı durulgun (sakin) ve çok güçlü bir durum ve görünüşte kalmasının önemli olduğunu ve ufak tefek nedenlerle Bakanlar Kurulunu sarsmanın uygun olmadığını belirttim, Yasa önerisi, o gün açık oturumda okundu. İvedilikle görüşüldü ve milletvekillerinin adları birer birer okunarak oya sunuldu. Oybirliğiyle kabul edildi.
Bunun üzerine verdiğim kısa bir söylevin bir iki cümlesini yinelememe izin vermenizi rica ederim. O cümleler şunlardı:
Baylar, zavallı ulusumuzu tutsak etmek isteyen düşmanları ne olursa olsun yeneceğimize olan iman ve güvenim, bir dakika olsun sarsılmamıştır. Bu dakikada, bu tam inancımı yüksek kurulunuza karşı, bütün ulusa karşı ve bütün dünyaya karşı ilan ederim.

Başkomutanlığı Eylemli Olarak Üstüme Aldım
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:43

IX. Ceza
Sevr tasarısında: Türkiye, savaş sırasında savaş kurallarına aykırı davranışlarda bulunmuş, ya da Türkiye içinde kıyımlar yapmış ve zorla göç ettirme gibi işlere karışmış olan kimseleri, isterlerse, İtilâf Devletleri (bu arada Yunanistan) ve Türkiye'den toprak almış olan devletler (Ermenistan ve başkaları) teslim edecektir. Bu kimseler, kendilerini isteyen devletin askeri mahkemesince yargılanacak ve cezalandırılacaklardır.
Mart 1921 önerisinde: İtilâf Devletlerinin önerilerinde bundan söz edilmemiştir. Ancak Bekir Sami Bey'in, İngilizlerle imza etmiş olduğu değiştirim (mübadele) sözleşmesinde, elimizdeki bütün İngilizlerin verilmesine karşın bir kısım Türkleri suçlu sayarak İngilizler elinde bırakmayı kabul etmiş olması, Sevr tasarısında bulunan eski hükümlerin daha yumuşatılmışından başka bir şey değildir.
Mart 1922'de: Bundan söz edilmemiştir.
Lozan'da: Söz edilmemiştir.

X. Akçalı İşler
Sevr'de : İtilâf Devletleri, Türkiye'ye yardım olsun diye, İngiliz, Fransız ve İtalyan delegelerinden bir maliye komisyonu kuracaklar ve bu komisyonda danışman niteliğinde bir Türk komiseri bulunacaktır.
İşbu komisyonun görevleri ve yetkisi aşağıdaki gibi olacaktır:
a) Türkiye'nin gelirlerini korumak ve artırmak için her türlü önlemleri alabilecektir.
b) Türk Meclisi Mebusanına sunulacak olan bütçe, önce Maliye Komisyonuna sunulacak ve onun kabul ettiği biçimde, Meclise gönderilecektir. Meclisin yapacağı değişiklikler, ancak Komisyonca uygun görülürse yürürlüğe konulabilecektir.
c) Komisyon, doğrudan doğruya kendisine bağlı olacak ve üyeleri kendisinin uygun bulacağı kişilerden seçilip atanacak Türk Maliye Teftiş Kurulu aracılığı ile, bütçenin ve akçalı yasa ve tüzüklerin uygulanmasını denetleyecektir.
d) Genel Borçlar (Düyun-ı Umumiye) Kurulu ve Osmanlı Bankasıyla anlaşarak Türkiye'nin para (Meskükât) işlerini düzenleyecek ve düzeltecektir.
e) Türkiye'nin, Genel Borçlara karşılık tutulan gelirler dışında kalan bütün gelirleri işbu Maliye Komisyonunun buyruğuna verilecektir. Komisyon bunlarla:
İlkin, kendisinin ve Türkiye'de kalacak olan İtilâf Devletleri kuvvetlerinin giderlerini karşıladıktan sonra, 30 Ekim 1918'den beri İtilâf Devletleri ordularının gerek bugünkü Türkiye'de, gerek Osmanlı İmparatorluğunun çeşitli kesimlerindeki giderlerini ödeyecektir.
İkinci olarak, Türkiye yüzünden dokuncaya uğrayan bütün İtilâf Devletleri uyruklarının dokuncalarını ödeyecektir.
Türkiye'nin gereksemeleri bundan sonra düşünülecektir.
f) Hükümetçe verilecek her bir ayrıcalık, Maliye Komisyonunun onamasına bağlıdır.
g) Şimdi yürürlükte olan kimi vergilerin Genel Borçlar Kurulunca doğrudan doğruya toplanması yöntemi, Komisyonun onayıyla, elden geldiği kadar genelleştirilecek ve bütün Türkiye'de uygulanacaktır. Gümrükleri, Maliye Komisyonunca atanıp işten çıkarılabilecek ve bu komisyona karşı sorumlu olacak bir genel müdür yönetecektir vb.
Mart 1921 önerisinde: Yukarıda adı geçen Maliye Komisyonu, Türk maliye nazırının onursal başkanlığı altında bulunacaktır. Komisyonda bir Türk delege bulunacak ve Türk maliyesi ile ilgili işlerde oy kullanacaktır. İtilâf Devletlerinin akçalı çıkarları ile ilgili işlerde ise, Türk delegesinin yetkisi, ancak danışma niteliğinde olacaktır.
Türk Millet Meclisinin, Türk maliye nazırı ile Maliye Komisyonunca birlikte hazırlanacak bütçede değişiklik yapma yetkisi bulunacaktır. Ama, yapılacak değişiklikler, bütçenin denkliğini bozacak nitelikte ise, bütçe onanmak üzere yeniden Maliye Komisyonuna gönderilecektir.
Türk Hükümeti, ayrıcalıklar verme hakkını yine elde edecektir. Ancak, Türk maliye nazırı bu konudaki sözleşmelerin Türk hazinesi çıkarına uygun olup olmadığını Maliye Komisyonu ile birlikte inceleyecek ve bu konuda birlikte karar alınacaktır.
Mart 1922 önerisinde: Maliye Komisyonu kurulmasından vazgeçilecektir. Ama, İtilâf Devletlerine olan savaştan önceki borçların ödenmesi ve pek aşırı olmayan bir dokunca ödentisinin verilmesi için gereken denetlemenin Türk egemenliği ilkesiyle bağdaştırılmasına çalışılacaktır.
Savaştan önceki Genel Borçlar Kurulu, olduğu gibi bırakılacak ve yukarıda sözü edilen iş için İtilâf Devletlerince bir Arıtma Komisyonu kurulacaktır.
Lozan'da: Bu gibi bağlayıcı hükümlerin hepsi kaldırılmıştır.

XI. İktisat İşleri
Sevr'de: Kapitülasyonlar, savaştan önce bunlardan yararlanan İtilâf Devletleri uyruklarına yine verileceği gibi, bu haklardan daha önce yararlanmamış olan devletler (Yunanistan, Ermenistan vb.) uyruklarına da yeniden verilecektir.
(Bu haklar arasında birçok vergi bağışıklıkları bulunduğu; ayrıca, uyrukluk bölümünde görüldüğü üzere, her Türk uyruğunun İtilâf Devletlerinden birinin uyrukluğuna girmesine engel olma hakkının bizden alındığı düşünülürse, bu hükmün kapsamı daha iyi belirir.)
Gümrük vergisi bildirgeleri (Gümrük tarifeleri) için 1907 bildirgesi (%Cool yeniden yürürlüğe konulmaktadır.
Türkiye, İtilâf Devletlerinin gemilerine en azından Türk gemilerine verdiği hakları tanıyacaktır.
Yabancı postalar yeniden kurulacaktır.
Mart 1921 önerisinde: Yalnız yabancı postaların birtakım koşullar altında kaldırılmasının düşünüleceği söylenilmekte olduğuna göre, öbür hükümler olduğu gibi bırakılmaktadır.
Mart 1922 önerisinde: İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya ve Türkiye delegelerinden ve kapitülasyonlardan yararlanan öteki devletlerin uzmanlarından kurulacak bir kurul, barışın yürürlüğe girişinden sonraki üç ay içinde, İstanbul'da toplanıp ayrıcalık haklarıyla ilgili yöntemin (kapitüler usulün) değiştirilmesi için öneriler hazırlayacaktır. Akçalı işlerde bu öneriler, yabancı uyrukluların Türklerle eşit vergi vermesini sağlayacaktır. Bu öneriler hazırlanırken gümrük vergisinde gerekli görülecek değişikliklerin yapılması da düşünülecektir.
Lozan'da: kapitülasyonların her türlüsü tümden ve süresiz olarak kaldırılmıştır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:43

XII. Boğazlar Komisyonu
Sevr'de: Kendine özgü bayrağı, bütçesi ve kolluğu bulunacak olan bu komisyon, gemilerin Boğazlardan geçmesi, fenerler, kılavuzluk... vb. gibi işlerle uğraşacak ve daha önce Yüksek Sağlık Kurulunun yaptığı görevlerle kurtarma işleri artık bu Komisyonun gözetimi altında ve onun yönergesine göre yürütülecek; Komisyon, boğazların özgürlüğünü tehlikede görürse, İtilâf Devletlerine başvurabilecektir.
Komisyonda Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya ve Rusya delegelerinin ikişer oyu olacaktır.
Amerika istediği zaman, Rusya da Milletler Cemiyetine girerse, ancak o zaman, Komisyona katılabileceklerdir.
Komisyon üyeleri, diplomatik bağışıklıklardan yararlanacaklardır. Komisyona, sıra ile ve ikişer yıl süre ile, iki oyu olan devletlerin delegeleri başkanlık edeceklerdir.
Mart 1921 önerisinde: Türk delegesinin de iki oyu olacak ve Boğazlar Komisyonuna başkanlık edecektir.
Mart 1922 önerisinde: Yine Türk delegesi Komisyona başkanlık edecektir. Boğazlarla ilgili bütün devletlerin Komisyonda delegeleri bulunacaktır.
Lozan'da: Komisyonun başkanlığı bize verilmiştir.
Komisyonun görevi, gemilerin boğazlardan geçişinin Boğazlar Sözleşmesi hükümlerine uygunluğunu sağlamaktır. Komisyon her yıl Milletler Cemiyetine rapor verecektir.
Lozan Antlaşması ile İstanbul'daki Uluslararası Sağlık Kurulu da kaldırılarak sağlık işleri Türkiye hükümetine bırakılmıştır.
Saygıdeğer baylar, Lozan Barış Antlaşmasındaki hükümleri, öbür barış önerileriyle daha çok karşılaştırmanın yersiz olduğu düşüncesindeyim. Bu antlaşma, Türk ulusuna karşı yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir yok etme girişiminin yıkılışını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasal utku yapıtıdır!
Delegeler Kurulu Başkanı İsmet Paşa İle Bakanlar Kurulu Başkanı Rauf Bey Arasında Çıkan Anlaşmazlık
Baylar, Lozan Barış görüşmeleri sırasında oluşan ve barış yapıldıktan sonra söylenen ve yayılan bir sorunu burada söz konusu ederek, kamuoyunu aydınlatmak isterim. Söylenen ve yayılan sorun, Delegeler Kurulu Başkanı İsmet Paşa ile Bakanlar Kurulu Başkanı Rauf Bey arasında çıkan anlaşmazlıktır.
Bu anlaşmazlığı, ilgili belgeleri inceleyerek köklü ve sağlam nedenlere bağlamak güçtür. Bu bakımdan, anlaşmazlığı daha çok ruhsal ve duygusal nedenleriyle incelemek gerektiği düşüncesindeyim.
Çeşitli nedenlerle bildirmiştim ki, Lozan Konferansı söz konusu olduğu zaman, Delegeler Kurulu Başkanlığını Rauf Bey'in yapmasını isteyenler vardı. Gerçekte, Rauf Bey Delegeler Kurulu Başkanı olmak istiyordu. İsmet Paşa'nın, askeri danışman olarak kendisiyle birlikte gönderilmesini de benden dilemişti. Ben Rauf Bey'e, İsmet Paşa'dan, ancak onun başkan olarak gönderilmesiyle yararlanılabileceği yanıtını verdim. Sonra, bilindiği üzere, Rauf Bey'i göndermedik. İsmet Paşa ordunun başından alındı. Dışişleri Bakanlığına seçildi ve Delegeler Kurulu Başkanlığına atandı.
Lozan Konferansının birinci döneminden sonra, İsmet Paşa'nın uğradığı yergileri, eleştirileri anlatmıştım. Böyle olmakla birlikte ikinci kez Lozan'a gönderilen yine İsmet Paşa oldu. İsmet Paşa, Lozan görüşmelerini büyük bir uyanıklıkla yürütüyordu. Görüşme evrelerini düzenli olarak Bakanlar Kuruluna bildiriyordu. Kimi önemli sorunlarda Bakanlar Kurulunun görüşünü, düşüncesini soruyor, ya da yönerge istiyordu. Çözülmesi gerekli sorunlar önemli; savaşım da ağır ve üzücü idi. Rauf Bey'de İsmet Paşa'nın görüşmeleri yürütüş biçimini beğenmezlik duygusu uyanmıştı. Bu duygusunu Bakanlar Kurulundaki arkadaşlarına da aşılamak isteğine kapılmıştı. Bakanlar Kurulunda, İsmet Paşa'nın raporları okundukça, zaman zaman: "İsmet Paşa bu işi başaramayacak." denmeye başlanmış. Dahası, bir aralık, İsmet Paşa'yı geri çağırmak önerisi ortaya atılmış. Rauf Bey, hemen bu öneriyi oylamaya kalkışmış. Milli Savunma Bakanı olarak Bakanlar Kurulunda bulunan Kâzım Paşa'nın karşı gelmesi üzerine vazgeçilmiş.
İsmet Paşa'da Bakanlar Kurulu Başkanı Rauf Bey'e Karşı Güvensizlik Duygusu Uyanmıştı
Öte yandan, İsmet Paşa'da da Bakanlar Kurulu Başkanı Rauf Bey'e karşı güvensizlik duygusu başlamış. Rauf Bey'in imzasıyla bildirilen görüşlerden, bana duyurmaksızın kendisine yönerge verilmekte olduğu kaygısına düşmüş.
En sonu, İsmet Paşa, görüşmelerin ağır ve önemli evrelere girdiğinden söz ederek, durumu benim izlememi yazdı.
Gerçi, İsmet Paşa'nın raporlarından ve Bakanlar Kurulu kararlarından bana bilgi veriliyordu; ama, Rauf Bey'in kararları nasıl yazıp bildirdiğini denetlemiyordum. İsmet Paşa'nın dikkatimi çekmesi üzerine, Lozan görüşmelerini Bakanlar Kurulunda kendim izlemeyi ve kimi zaman Bakanlar Kurulu kararlarını kendim yazmayı gerekli gördüm.
Söz konusu ettiğimiz sorun üzerine açık ve kesin bir bilgi verebilmek için, İsmet Paşa ile Rauf Bey arasında türlü konularda yapılan yazışmalardan yalnız bir iki konu ile ilgili olanlarını önünüzde inceleyeceğim.
Yunan Onarımları İşinden Dolayı İsmet Paşa İle Bakanlar Kurulu Arasında Doğan Görüş Ayrılığı ve Gerginlik
Savaş onarımları sorunundan dolayı, Yunanistan gergin bir durum aldı. İsmet Paşa ile Venizelos arasında bu konu ile ilgili görüşme ve tartışma kesildi. İtilâf Devletleri delegeleri, Karaağaç'ın bize bırakılmasını, buna karşılık, bizim de onarım isteğinden vazgeçmemizi; böylece Yunan onarımı sorununun çözülmesini İsmet Paşa'ya önerirler. İsmet Paşa, Karaağaç'ın, istediğimiz haklı onarımlara bir karşılık olamayacağını; bir yandan da İtilâf Devletleriyle aramızda bulunan ve daha önce çözümlenmiş olan onarım sorununun bu konferansta yeniden görüşülüp saptanmadığını; her iki sorunu hükümete bildirmek zorunda olduğunu ileri sürer. İsmet Paşa, bu durumu, 19 Mayıs 1923 günlü şifresiyle Bakanlar Kurulu Başkanlığına bildiriyor ve: "Hükümetin kararının tez elden bildirilmesini saygı ile dilerim." diyor.
İsmet Paşa, bu bildirimine, üç gün geçtiği halde yanıt alamaz. 22 Mayıs 1923'te, Bakanlar Kurulu Başkanlığına, ivedi olarak şu şifreyi de çeker:
"Yunan onarımına karşılık, Türkiye'ye Karaağaç ve yöresinin bırakılması ile ilgili olarak İtilâf Devletlerince yapılan öneri üzerine hükümet görüşünün bildirilmesini 19 Mayıs 1923 gün ve 117 sayılı telyazısı ile dilemiştim. Yüksek buyruklarınızın çabuklaştırılmasını saygı ile dilerim."
Rauf Bey, İsmet Paşa'nın iki teline, 23 Mayıs 1923 günü yanıt veriyor. Yanıtın birinci maddesi şudur: "Karaağaç'a karşılık, onarım parasından vazgeçemeyiz."
Yanıtın üçüncü maddesinde, birtakım düşünceler (ileri sürüldükten) sonra: "Yunanlıların bunu veremeyeceklerini İtilâf Devletlerinin söylemesi, şaşılacak şeydir ve kabul edilemez." deniliyor.
Yanıtın beşinci maddesinde, yine birtakım düşüncelerden sonra şu görüş ileri sürülüyor: "Bu işin, İtilâf Devletleriyle barış yapmamıza engel olmaması için, Yunanlılarla serbest bırakılmamız ve İtilâf Devletleriyle barışın yapılması yeğ görülmüştür."
İsmet Paşa, 24 Mayıs 1923'te Rauf Bey'e yazdığı sonraki dört raporunda, şu bilgi ve düşünceleri bildiriyor:
"Madde 1- Bugün General Pele geldi. Yunan Delegeler Kurulunun iki gün sonra, yani cumartesi günü onarım işinin resmen görüşülmesini önerdiklerini; öneriye o zamana dek karşılık vermezsek, Cumartesi günü konferanstan çekileceklerini bildirdiklerini söyledi. Ben, onarımla ilgili yönergenizi daha almamış idim. Hükümetimden yanıt gelmedikçe yapılacak bir şey olmadığını ve bu bildirimlerden etkilenmediğimi söylemekle yetindim.
Durumun son evreye geldiği kanısındayım. Sızan genel söylentiler ve gazete haberleri genel olarak kötümserdir.
Madde 2- Çeşitli sorunlar üzerine Yüce Başkanlığınızın yanıtını aldım. Dikkate değer ki, onarımla ilgili öneriyi Ankara'nın kabul etmediği, daha önce burada duyulmuştur. Bizim çevrelerden sızma olamaz. Çünkü, öneriyi ve yanıtı daha kimse bilmiyor..."
İsmet Paşa, Yunan onarım sorunu ile ilgili görüşünü şöyle bildiriyor: "Karaağaç ve yöresi ile ilgili öneriyi kabul ederek Yunan onarım işini aradan çıkarmak zorunluğu vardır. Yunanlılara para ödettirilemeyeceğini İtilâf Devletleri söylemektedirler. Bu devletler aradan çekilse bile, çıkabilecek savaşı kazandıktan sonra da, para almak için, başkaca zorlama aracı olmadığından, ödetme ilkesinde direnmek çıkmaz bir yoldur. Bu, her ülkede saptanmış ve denenmiştir... vb."
İsmet Paşa, bu görüşünü pek akla yatkın olarak ve uzgörüyle (durbinane) açıkladıktan sonra: "Konferansın şimdiki durumuna göre, iktisat işleri, ticaret işleri, oturma (ikamet) ile ilgili işler ve bütün öteki maddeler büyük çoğunluğuyla iyi bir biçimde çözülmüştür ve çözülmektedir...
Boşaltma işi daha saptanmadı. Ama isteğimiz üzere saptanması umulur ve öyle olması da gerekir." diyor. Ve başka sorunların ulaştığı ve ulaşabileceği sonuçları da bildiriyor. Ondan sonra şunları yazıyor: "Düşüncelerimin özeti şudur ki, hükümet, bize verilen yönergedeki temel maddelerin içinde kalır ve Yunan onarımı, önerdiğim gibi sonuçlandırılırsa barış yapmak umudu çok kuvvetlenir. Eğer hükümet, Yunan onarımı yüzünden görüşmelerin kesilmesini göze alırsa ve eğer bize verilen yönergede bulunmayan maddelerin, beklenmedik biçimlerine göre, değişmez görüşler ileri sürmekte direnirse, barışın yapılması kuşkuludur.
Kabotajın sınırsız ve koşulsuz olarak kaldırılmasını, ya da sorunun barıştan sonraya bırakılmasını uygun görüp istedik; ama, belirli koşullar içinde iki yıllık özel bir sözleşme ile bu sorunu ancak çözebildik. Oysa, bu sorun üzerinde bile yeniden değişmez yönergeler veriyorsunuz."
Bundan sonra İsmet Paşa şunu yazıyor:
"Kararımın özeti şudur: Çıkarlarımıza uygun ve elde edebileceğimiz en iyi koşulları kapsayan bir barış antlaşması hazırlanmaktadır. Hükümet, gerek Yunan onarımı işinde; gerekse başka konularda daha çok çıkar elde edilebileceğine inanmakta ve görüşmelerin kesilmesini göze almakta direniyorsa, ben bu görüşe katılmıyorum. Bu noktayı açıkça ve hemen bana bildirmesini Hükümet Başkanından istiyorum. Bu konuda görüş birliğine varamazsak görevim, Delegeler Kurulunu burada bırakarak yurduma dönmek ve Bakanlar Kuruluna sözlü olarak da durumu bir kez daha açıkladıktan sonra, savaş ve barış yolundaki sorumluluğumu sona erdirmektir."
İsmet Paşa'nın telyazısının son maddesi şudur: "Görüşlerimin, olduğu gibi, Büyük Millet Meclisi Başkanına (yani bana) ulaştırılmasını dilerim."
Baylar, bu verdiğim bilgilerden sonra beliren nokta şudur: İsmet Paşa, Karaağaç'a karşılık Yunan onarım işini sonuçlandırmayı uygun görüyor ve hazırlanmakta olan antlaşmanın elde edebileceğimiz en iyi koşulları kapsadığı kanısında bulunuyor. Rauf Bey de: "Karaağaç'a karşılık, onarım parasından vazgeçemeyiz." diyor.
Ben İsmet Paşa'nın Görüşünü Uygun Buldum
Ben, Rauf Bey'le İsmet Paşa arasında yapılmış olan bütün yazışmaları inceledikten sonra, genel olarak, İsmet Paşa'nın görüşünü uygun buldum; ama, gerek Rauf Bey gerekse İsmet Paşa, görüşlerinde çok direnir görünüyorlar ve görüşlerini belirtirken her ikisi de pek keskin sözcükler kullanmış bulunuyorlardı. Rauf Bey, Mecliste ve kamuoyunda iyi karşılanabilecek parlak bir propaganda yolunda idi. "Ülkemizi yakıp yıkmış olan Yunanlılardan büyük utkumuza karşın, onarım parası istemekten vazgeçemeyiz! İtilâf Devletleri, Yunanlıları bizimle karşı karşıya serbest bıraksınlar! Biz onlarla hesabımızı görürüz!" görüşünün savunucusu oluyor.
Bütün barış sorununu ve büyük bir barış ilkelerini göz önünde tutan İsmet Paşa ise, Bakanlar Kurulu Başkanı ile bu anlaşmazlığı sırasında, Yunanlılara karşı özveri önermek durumunda bulunuyordu. Bu görüşün yerinde ve kabulünün zorunlu olduğunu kamuoyuna açıklamak elbette o denli kolay değildi.
Sorunu o yolda çözmek gerekti ki, hem İsmet Paşa'nın önerisi kabul edilerek barış yapılsın, hem de Rauf Bey ve başkanlık ettiği Bakanlar Kurulu yerinde kalıp barış yapılıncaya dek çalışsın.
Sorunu Çözmek İçin Bir Yana Hak Vererek Öbür Yanı Susturmak Yoluna Gitmedim
Genel olarak iki yana karşı aldığım durum yumuşak olmadı. Bir yana hak vererek öbür yanı susturmak yoluna gitmedim. Durumu nasıl incelediğimi ve görüşümü nasıl ortaya koyduğumu açıklamak için, Bakanlar Kurulunun 25 Mayıs 1923 günündeki toplantısından sonra, İsmet Paşa ile yapılmış olan yazışmaları olduğu gibi bilginize sunacağım.
İsmet Paşa'ya iki şifre tel yazıldı. Biri, Bakanlar Kurulu kararı olarak, Rauf Bey'in imzası ile çekildi. Bu teli ben, Kâzım Paşa'ya söyleyip yazdırdım. Öbürünü ben yazdım ve kendi imzamla gönderdim. Rauf Bey'in imzasıyla çekilen tel şudur:
25.5.1923
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:44

İsmet Paşa Hazretlerine
24 Mayıs, 141-144 sayılı telyazılarınız üzerine Gazi Paşa Hazretleri başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunun kararı aşağıda sunulur:
Barışa engel olan önemli ve askıda kalmış sorunlar bizce bir bütün sayılmaktadır. Bu sorunlardan herhangi biri gergin bir biçim aldığı zaman, ödünde bulunmamız önerilir; ödünde bulunmayı zorunlu görecek olursak, geri kalan sorunların da gene böylece bize dokuncalı olarak çözümlenmesi olasılığını çok güçlendiririz.
Yunan onarımı konusunda ödün verilecek olursa, bu ödün, hiç olmazsa daha askıda bulunan ve bizce çözümlenmesi çok gerekli olan sorunların yararımıza sonuçlandırılmasıyla barışa yardımcı olmalıdır.
Bundan dolayı, genel borçların üremleri, düşman elindeki yerlerimizin kısa zamanda boşaltılması, adalet işlerinin çözüm yöntemi ve ortaklıklar dokunca ödentisi sorunlarının, Yunan onarım sorunu ile birlikte ele alınmasına ve yararımıza çözümlenmesine söz ve güvence verilirse, ancak bunların karşılığında ödün verme yoluna gidilmesi uygun olabilir.
Böylece, en çok çıkar sağlayacak olan bir barış elde edilebileceği, bunun dışında uzun görüşmelerin iyi bir barış getirmeyeceği kanısında olan Bakanlar Kurulu, Konferansa son ve kesin öneride bulunarak karşılığını beklemenizi rica etmektedir.
Hüseyin Rauf
Benim yazdığım tel de şudur:
İsmet Paşa Hazretlerine
24 Mayıs ve 141-144 sayılı telyazılarınız Bakanlar Kurulunda birlikte incelendi ve üzerinde görüşüldü. Bakanlar Kurulunca alınan karar, size, Bakanlar Kurulu Başkanlığından bildirildi. Benim düşündüklerim:
1- Üzerinde durup direnmeyi gerektiren sorun, Yunan onarımı işinde, Türkiye'nin vereceği ödün konusu değildir. Belki, ödünde bulunmaya yanaşmak (istenilmemesi), barışın yapılmasına engel olan köklü ve önemli sorunların daha çözümlenmemiş ve umulduğu gibi çözümlenebileceği inancını verecek kanıtların bulunmamış olmasındandır.
Gerçekte çözümlendiği ya da çözümlenebileceği sanılan iktisat işleriyle ilgili sorunlar, Ankara'da toplanmakta olan ortaklıklarla yapacağımız görüşmelerin sonucuna bağlıdır. Bu ortaklıkların ise, aşırı isteklerde bulundukları şimdiden anlaşılmıştır.
2- İktisadi ve akçalı sorunlar, İtilâf Devletlerinin isteklerine uygun olarak, yani bizim dokuncamıza, çözümleninceye dek İstanbul'un boşaltılmasını geciktirmede direnmelerinden kaygımız büyüktür ve önemlidir. Dahası, bu gecikmenin Musul sorununun İngiltere yararına çözümlenmesine değin sürüp gitmesi de kuvvetle umulur.
3- Borçlarımızın hangi çeşit para ile ödeneceği sorununun da, Muharrem Kararnamesinin yürürlükte olduğunu belirten bir bildiri yayımlanması isteğinde direnildikçe, bizim yararımıza çözümlenemeyeceği görülüyor.
4- Adalet işlerinin çözüm yöntemi, İtilâf Devletinin önerisi üzerine kabul edilmiş olmasına karşın, sonradan vazgeçmeleri ve bunda direnmeleri dikkate değer.
5- Bundan dolayı, Yunan onarımı konusunda, bizi ödüne zorlamaya kalkışmalarının nedenini şöyle düşünüyorum:
Yunanlılar, uzun süre ordularını silah altında tutmak ve yıpratmak istemiyorlar. Türkiye ile aralarında çözümlenmesi gereken onarım sorununu, kendi istedikleri gibi çözümleterek güvenli ve sakin bir duruma geçmek zorundadırlar. İtilâf Devletleri ise, bizim ölüm-dirim işi saydığımız sorunları bize yararlı olarak çözümlemek istemiyorlar; elden geldiğince görüşmeleri uzatarak ve her sorun üzerinde bizi yıpratarak en sonunda, kendi yararlarına ödünde bulunmaya zorlamak kararındadırlar. Yunanlıların askeri eylemle ereğe ulaşmalarını da istemediklerinden, sorunu bize baskı yaparak çözümlemek ve Yunanlıları kıvandırmak ve sessiz bir duruma koymak istiyorlar. Bu üsteleme karşısında ödünde bulunmakla, barışı sağlamaya yardım etmiş olacağımızı sanmıyorum. Tersine, yine zaman geçecek ve barışın sağlanması için sonuna dek ödünde bulunmak zorunda bırakılacağız. İzmir'in kurtuluşundan bugüne değin dokuz ay geçti. Böylelikle dokuz ay daha geçebilir.
Önemle göz önünde tutmak gerektir ki, belirsiz bir süre beklemeyi kabul edemeyiz.
6- Dokuncamıza olan sorunlarda ödün vermek ve yararımıza çözümlenmesi zorunlu olan sorunları öbürleriyle birlikte çözümlememek, bizi dayanaksız bırakır ve güç duruma sokar. Bunun için, barışla ilgili ana sorunların hepsini bir bütün olarak dikkate almak ve bunu açık ve kesin olarak Konferansın gözü önüne serip kabulünü üsteleyerek istemek; bu konuda inanca almadıkça ödünde bulunmayı gerektiren sorunların kesin çözümünü kabul etmekten büsbütün kaçınmak zamanı gelmiştir.
7- 24 Mayıs, 144 sayılı telyazınızla bildirilen kararınızı uygulamakta ivedi göstermemenizi rica ederim. Meclisin görüşüne dayanılarak verilen yönergedeki önemli noktalar; yani akçalı, iktisadi, adaletle ilgili ve yönetimsel alanlarda yaşama hakkımız ve bağımsızlığımız tam ve güvenli olarak daha elde edilemediğine göre ödünde bulunmak işi üzerinde çok durmayınız.
8- İtilâf Devletleri, yaşama ve bağımsızlığımızla ilgili sorunlarda, ne yapıp yapıp, bize dokuncalı ağır koşullar kabul ettirmeye karar vermedikçe, onarım konusunda takınacağımız sıkı durum üzerine Yunan ordusunun hareketine izin veremezler; dolayısıyla, tümüyle kendilerinin de eylemli olarak savaşa katılmalarını uygun göremezler. Eğer olumsuz görüşü tutmaktaki kararları kesin ise, Yunan onarımı sorununda olmasa bile, İstanbul'un boşaltılması, borçları ödemede kullanılacak para çeşidi, ya da adalet işlerinin çözüm yöntemi gibi bütün dünyayı ilgilendiren sorunlarda daha elverişli bir ortam içinde, bize karşı harekete geçebilirler. Ama böyle olursa, biz daha güçsüz bir duruma düşeriz.
9- Yunanlıların, Cumartesi günü Konferanstan çekilmelerini önleyebilmek için, isteklerini kabul etmek yararımıza değildir. Böyle bir çekilişin, İtilâf Devletleri de çekilmedikçe hiçbir anlamı ve etkisi olamaz. Eğer Konferanstan çekileceklerini bildirmenin anlamı, eylemli olarak askeri hareketlere geçeceklerini duyurmak ise, bu konuda İtilâf Devletlerinden haklı olarak sorulacak noktalar vardır.
10- Kısacası, böyle çabuk ve ansızdan verilen gözdağı karşısında başlı başına bir konuda ödünde bulunacağımızı söylemek, barışı uzaklaştırmak niteliğinde sayılabilir. Bir kez daha bildiriyorum:
Ana sorunları çözümlemeye İtilâf Devletlerini çağırınız efendim.
Mustafa Kemal

Bunlardan başka, İsmet Paşa'ya, kişiye özel olarak ayrıca şu kısa şifre teli de çektim:
Şifre: kişiye özeldir.
25 Mayıs 1923
İsmet Paşa Hazretlerine
Bakanlar Kurulu Başkanlığı ile Delegeler Kurulunun bütün yazışmalarını bir kez daha karşılaştırarak incelemeyi gerekli gördüm. Kimi telyazılarında kullanılan sözlerden, arada yanlış anlaşılma var gibi bir anlam çıkardım. Onarımı kabul etmek ya da etmemekte direnme yoktur. Bunu açıklamak için durumla ilgili düşüncelerimi ve görüşlerimi ayrıca bildirdim. Özlemle gözlerinden öperim kardeşim.
Mustafa Kemal
Bu telyazılarından, Karaağaç'a karşılık Yunan onarımından vazgeçmeyi temel olarak kabul ettiğimiz açıkça anlaşılır. Ancak, ana sorunlarda çok gerekli ve ölüm-dirim işi saydığımız koşulların sağlanmasına da İsmet Paşa'nın dikkati çekilmiştir.
İsmet Paşa'nın da, bu bildirdiklerimizden çıkardığı anlam ve güttüğü amaç böyle olmuştur.
İsmet Paşa, görüşlerinin, olduğu gibi bana bildirilmesi isteğiyle Rauf Bey'e tel çektiği 24 Mayıs 1923 günü, doğrudan doğruya bana da bir tel çekmiş. 24 Mayısta çekilmiş olan bu teli ben, 26 Mayısta aldım. Tel Dışişleri Bakanlığı şifresiyle gelmiş ve Rauf Bey gördükten sonra bana gönderilmişti. Oysa, bu telyazısında, bir bakıma Rauf Bey'den yakınılıyordu. İsmet Paşa'nın telyazısı şudur:
Sayı: 145
Lozan
Çekiliş: 24 Mayıs 1923
Gelişi: 26 Mayıs 1923
Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine
Bakanlar Kurulu Başkanlığına durumla ilgili ayrıntılı rapor sundum. Hükümetle aramızda köklü anlaşmazlık vardır. Uzlaşma olmazsa geri dönmek zorunda ve kararındayım. Raporumun yüce Başkanlığınıza ulaştırılmasını açık olarak istedim. Konferans, son günlerindedir ve durum, gecikmemize hiç elverişli değildir. Barışın, ileri sürdüğüm görüşler çerçevesi içinde sağlanabileceği kanısındayım. Yüce Başkanlığınızın bu olağanüstü zamanda genel durumu yakından izlemesini saygı ile dilerim.
İsmet
Öbürlerinden bir gün gecikme ile gelen bu tel, Olduğu gibi Gazi Paşa Hazretlerine sunulacaktır. 26.5.1923
Hüseyin Rauf
Telin geldiği gün İsmet Paşa'ya şu yanıtı verdim:
Şifre: Makine başında
Ankara, 26.5.1923
İsmet Paşa Hazretlerine
24 Mayıs, 145 sayılı şifreyi 26'da aldım. Bundan önce kısa ve uzun iki şifre yazdım. Durumu izliyorum. Geri dönme kararınızın nedeni onarım konusunda ödünde bulunmak olduğuna göre, doğru değildir. Bildirdiklerime göre girişimleri sürdürürseniz, daha uygun evreye geçeceğinizi umarım. Bakanlar Kurulu ile aranızda sezilen görüş ayrılığı ortadan kaldırılır. Gözlerinizden öperim efendim.
Gazi Mustafa Kemal

İsmet Paşa, 26 Mayıs 1923 günü Bakanlar Kurulu Başkanlığına yazdığı raporlarda, Bakanlar Kurulu Başkanlığının bildirimleri ile benim telyazılarım kapsamını ve Delegeler Kuruluna verilmiş olan ana yönergeyi göz önünde tutarak iş gördüğünü açıkladıktan sonra 26 Mayıs günü öğleden sonra İtilâf Devletleri delegelerinin Yunan onarımına karşılık Karaağaç'ın kabul edilmesi yolundaki önerilerini kabul ettiğini; öbür sorunları da birkaç gün içinde sonuçlandırabileceğini bildirmiş.
Rauf Bey bu raporları bana 27 Mayıs 1923'te, şu yazısına ilişik olarak gönderdi:
154/155
27 Mayıs 192
Türkiye Büyük Millet Meclisi Yüksek Başkanlığına
İsmet Paşa Hazretlerinden gelen 26 Mayıs 1923 günlü telyazısı örneği ilişik olarak yüce katınıza saygı i1e sunuldu efendim.
Dışişleri Bakanı Vekili
Hüseyin Rauf
Rauf Bey o gün İsmet Paşa'ya da şu bildirimi yapmış:
27. 5.1923
İsmet Paşa Hazretlerine
26 Mayıs, 151 sayıya:
Delegeler Kurulunun Yunan onarımı ile ilgili tutumu Bakanlar Kurulunun yönergesine açıkça aykırı görülmüştür. Güç durumda kalan Bakanlar Kurulu, ulusun çıkarlarını göz önünde tutarak, bildirdiğimiz üzere, önemli sorunların üç dört gün içinde sonuçlandırılacağı yolundaki görüşün gerçekleşmesine değin, görüşünü ve düşüncesini değiştirmeyecektir. Önceki telde sözü edilen öbür ana sorunlarda ödün vermenin kesinlikle söz konusu olamayacağı bilinmelidir efendim.
Hüseyin Rauf
İsmet Paşa'nın, Karaağaç'a karşılık, onarımdan vazgeçtiğini bildiren raporlarını gördükten sonra, 25 Mayıs 1923 günlü ve Rauf Bey imzalı telyazısını açıklamak üzere kendisine şu teli yazdım:
27.5.1923
İsmet Paşa Hazretlerine
Bakanlar Kurulu kararında üç ana nokta vardı. Birincisi, onarım konusunda ödün verilmesi, askıda bulunan önemli sorunların bize yararlı bir biçimde sonuçlandırılmasına karşılık olmalıdır. İkincisi, Genel Borçların üremleri, düşman elindeki yerlerimizin kısa zamanda boşaltılması, adalet işlerinin çözüm yöntemi ve ortaklıkların zarar ödentisi (yani on iki milyon liranın, kişileri ve uyrukları ne olursa olsun, bütün ortaklıkların olduğu kabul edilerek başkaca zarar ödentisinin söz konusu edilmemesi) sorunlarının onarım işi ile birlikte ele alınması ve bu dört sorunun bizim yararımıza çözümlenmesi sağlanırsa, ancak o zaman onarım işinde ödün verilmesi uygun olabilir. Üçüncüsü, konferansa son ve kesin olarak öneride bulunup karşılığını beklemek.
Delegeler Kurulunun anlayış ve tutumunda Bakanlar Kurulunun düşünce ve bildirimlerine uygun olmayan noktalar şunlardır:
1- Delegeler Kurulu, yalnız askıda bulunan ana sorunları bir bütün saymış ve onarımı bunların dışında tutmuştur.
2- Görüşmelerin Yunanlıların Konferanstan çekilişi üzerine kesilmesi, Mudanya sözleşmesinin de Yunan ordusunun saldırısıyla bozulması sakıncalı görülerek, öbür sorunlarda anlaşmaya varılamazsa görüşmelerin kesilmesine bizim yol açmamız yeğlenmiştir. Bu nokta düşünülmeye değer.
3- Yunan Onarımı sorununda ödünde bulunmayı kabul ettikten sonra, öbür sorunları birkaç gün içinde sonuçlandırma yolunun tutulması da önemlidir. Bakanlar Kurulu daha böyle bir kanıya varmış değildir. Gerçekten, önemli sorunlar yararımıza olarak üç dört gün içinde sonuçlandırılabilirse, onarım sorununun öne alınmasında düşünülen sakıncalar giderilmiş olur. Ancak, çözümleneceğini umduğumuz sorunlardan sonra Muharrem Kararnamesinin yürürlükte olduğunun belirtilmesi işinin büyük bir önem taşıdığı bildirilmektedir.
4- Kuponların ödenmesi işi yüzünden Konferansın kesilmesinin bizi içeriye ve dışarıya karşı daha güçlü bulunduracağı düşüncesi de irdelenmeğe değer.
Bu konuda bütün yabancılar bize karşıdır. İçerde işin içyüzünü anlatmak, onarım konusu kadar kolay değildir. Onarım konusunda yabancıların da bizi haklı görmesi için nedenler vardır.
5- Önemli sorunlarda Konferansın kesilmesine bizim yol açmamız, karşı eylemlerle koşut olmadıkça, İtilâf Devletlerinin isteğine uygun düşer. Bundan ötürü, kesilme olacaksa, bunun Yunan saldırısı ile olması bizi haklı durumda gösterir idi, görüşü vardır.
6- Kısacası, Bakanlar Kurulu ile Delegeler Kurulu arasındaki anlaşmazlık noktaları önemlidir. Bakanlar Kurulunda, olupbittiler karşısında bırakılmak kaygısı doğmuştur. Bunun için, bildirdiğiniz üzere, önemli sorunları birkaç gün içinde ne yapıp yapıp sonuçlandırmaya önem vererek, onarım sorununu öne almaktan doğabileceği sanılan sakıncaların ortadan kaldırıldığını göstermek gereklidir. Daha şimdiden ödünde bulunmanın, öbür sorunların ivedilikle ve yararımıza çözümleneceği üzerine verilen sözlere karşılık olduğunu, kesin olarak gerekenlere söylemek ve en sonu, görüşmeler kesilecekse, onların etmen ve saldırgan görünecekleri bir yolda kesilmesini sağlamak da gerekir.
7- Bugünlerde en ince değişiklikleri ve özellikle ödünde bulunduktan sonra İtilâf Devletleri delegelerinde beliren düşünceyi bildiriniz. Çünkü, bize gözdağı vererek başarı sağlamaktan doğacak yeni umutlarından haklı olarak kaygı duyuluyor efendim.
Gazi Mustafa Kemal
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:45

İsmet Paşa, 28 Mayıs 1923'te Rauf Bey'e yazdığı telde diyor ki: "Yöntemde, yani bir sorunu önce ya da sonra söz konusu etmek gibi ana yönerge üzerinde değil de uygulama biçimi üzerinde, aramızda ayrılık belirmiştir. Yunan onarımı sorunu daha kesin olarak onaylanmadığı gibi öbür ana sorunlar da bundan sonra görüşüleceğinden, cuma ve cumartesiye değin bütün sorunlarda konferansın kesin tutumunun anlaşılacağı sanılmaktadır. Yunan onarımı konusundaki ödünü bizi ilgilendiren akçalı ve iktisat işleriyle ilgili sorunlarda özdeş düşüncelerin dikkate alınması koşuluyla verdiğimizi bildirmiştim. Bu duruma göre, eğer (öbür) sorunlarda anlaşamazsak Yunan onarımı da alacağımız genel karara bağlı olur."
"Eğer ana yönergelere uymaktan başka; beklenmedik yönergelere, çeşitli sorunların yönetim ve uygulamasında verilecek kesin buyruklara, önemli yönergelere bütünüyle ve tam olarak uyamadığımız kabul buyuruluyorsa, bu, istemediğimizden değil, ama gerçekten uyma olanağını bulamadığımızdandır.
Ben, aramızdaki bu görüş ayrılığını daha zamanında görmüş ve açıkça ortaya konulmasını rica etmiştim. Daha hiçbir şey imza edilmemiş; hiçbir yüklenmeye girişilmemiştir. Eğer bu tutumumuz yanlış görülüyorsa bu, görüşünüze göre düzeltilebilir.
Kısacası, barış sorununun yüzde doksan beşi çözülmüştür. Benden sonra görevi üzerine alacak kişi için iş kolaylaşmış ve güçlükler azalmıştır. Öte yandan,eğer barış yapılamaz da görüşmeler kesilirse, bizim tutumumuz bu kesilmeyi daha elverişsiz bir duruma sokmayacaktır. Her durumda, buyruk ve karar Bakanlar Kurulunun ve Yüce Başkanlığınızındır."
İsmet Paşa, o gün bana da yanıt verdi. Olduğu gibi bilginize sunayım:
1 Lozan
1016
Çekilişi: 28.5.1923
Gelişi: 29. 5.1923
Bakanlar Kurulu Başkanlığına
Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine
Durum, Bakanlar Kuruluna gönderdiğim raporumda bildirilmektedir. Her gün birer sorun olmak üzere, ana sorunları önümüzdeki günlerde görüşeceğiz. Elbette Yunan onarımını, askıdaki bütün sorunların çözümünde sürekli bir silah olarak kullanacağız. Bu olanağı elde tuttuk. Yunan onarımı sorununu çözümledikten sonra, öbürlerinde bize gözdağı vererek bir sonuç elde etme umudu çıkmadı. Tersine, bir gözdağı verme nedeni ortadan kalktı. Durumda yatışma oldu. Eğer önünde sonunda görüşmeler kesilirse, ya Yunan ordusu kendisi için özel bir neden bulunmadığı için eyleme geçmeyecek, ya da öbürleriyle birlikte ve onların davası uğruna saldırıya geçtiğini belirtip tanıtlayacağız. Her iki durum da, maddi ve manevi bakımlardan, Yunan ordusu ile onarım işi yüzünden çarpışmaya başlamaktan üstün ve yeğ görülmüştür. Bakanlar Kurulunu olupbittiler karşısında bırakmak gibi bir kaygıya yer yoktur, çünkü tutumumuz genel duruma göre (incelenirse) anlaşmazlığın uygulama yönteminde olduğu kanısına varılabilir. Bu anlaşmazlığı da daha önce bilginize sunmuştum. Ama sorunların hepsinin birkaç güne dek görüşülebileceğini saygı ile bildiririm.
İsmet
İsmet Paşa'ya şu yanıtı verdim
Şifre, ivedidir.
29.5.1923
İsmet Paşa Hazretlerine
Barış sorunlarının büyük ölçüde çözümlenmiş olduğu yolundaki yüce bildiriminiz kıvanılmaya değer. Tasarladığınız gibi, birkaç gün içinde durumu belirli düzeye çıkarmayı başarırsanız içimiz çok rahatlayacak. Başarı kazanmanızı dilerim. Fevzi Paşa Hazretleri de Ankara'dadır. Durumun belirmesine değin burada bulunacaktır. Gözlerinizden öperim.
Mustafa Kemal
İsmet Paşa, bu telyazımdan sonra görevini sürdürdü. Rauf Bey'in ve Bakanlar Kurulunun da bu işte daha çok üstelemesini önledim.
Bir aya yakın bir süre, her iki yan yatışmış gibi göründü. Bu süre içinde İsmet Paşa türlü sorunlar üzerine Bakanlar Kurulu Başkanlığının görüşlerini soruyordu.
Kuponlar ve Ayrıcalıklarla İlgili Yazışmalar İki Yanı Yeniden Sinirlendirdi
Kuponlar ve ayrıcalık hakları üzerine aralarında geçen bir yazışma yeniden ikisini de sinirlendirmiş.
İsmet Paşa'nın 26 Haziran 1923'te, Rauf Bey'in bir bildirimine verdiği yanıtta şu sözler vardı:
Kuponlar sorunu çözümlenmeden ayrıcalık hakları sorunlarını ele alamayacağız. Gerçekte sorduğumuz soru, kuponlar sorunu çözümlendikten sonra tutumumuzun ne olacağı konusunda yönerge almak içindi. Hükümet bu konuda susuyor. Konferans görüşmelerinde ana yönergelerle yetinilmeyerek Delegeler Kurulunun bütün davranışlarını en ince ayrıntılarıyla Ankara'dan yönetmek istek ve eğilimi, görüşmeleri ülke için en yararlı bir yolda yürütme ve mutlu bir barışa ulaşma gücünden Delegeler Kurulunu yoksun etmektedir. Hükümetçe yeğ görülen bu tutumun, 93 Seferinin (1877 Savaşı) saraydan yönetilmesinden bir ayrılığı yoktur.
Bize karşı güvensizlik ve yetersizliğimiz üzerine olan inanç durmadan sürüp gittikçe bizim aracılığımızla barış yapılması düşünülemez.
Hükümetin görüşlerini, olduğu gibi İtilâf Devletlerine kabul ettireceği kanısında olan yeni bir kurulun da doğal olarak yüksek kişiliğiniz ile, ilgisinden ötürü Maliye Bakanı Beyefendinin doğrudan doğruya sorumluluk yüklenerek Konferansa buyurmasını rica ediyoruz.
Maliye Bakanı, Hasan Fehmi Bey idi. Bu telyazısını okudum ve Rauf Bey'in imzasıyla yanıt verdirdim. İsmet Paşa'ya da şunu yazdım:
Kişiye özeldir
26.6.1923
İsmet Paşa Hazretlerine
26.6.1923 günlü yanıt telyazınızı okudum. Çok sinirli olarak yazılmıştır. Duygu, düşünce ve işlem bakımından bunu gerektirecek hiçbir şey yoktur. Sizi haksız buldum. İçinde bulunduğunuz güç ve sıkıntılı durumu anlıyoruz; bundan sonra belki daha da artacaktır. Ankara'da değil, orada, her gün bir aldatıcı düzen kuranlar bu gücenikliği yaratmaktadırlar. Yılmadan ve çok soğukkanlılıkla işinizi iyi sonuçlandırmaya çaba gösteriniz. Arada yanlış anlamayı gerektiren hiçbir şey görmüyorum. Çalışma alanınız sınırlı değildir. Ama, çalışma çevresi sınırlı olduğundan ve en önemli sorunları içine aldığından, doğal olarak durum sıkıntılı olmuştur. Gözlerinizden öperim.
Gazi Mustafa Kemal
Rauf Bey'in Bu Görüş Ayrılığını Kendisi İle İsmet Paşa Arasında Başlı Başına Bir Sorun Sayması Doğru Değildir
Saygıdeğer baylar, görülüyor ki, İsmet Paşa ile olan yazışmalarımda onu incitebilecek sözler de vardır. Sonuna değin de, buna benzer ciddi bildirimlerim olmuştur. İsmet Paşa'nın da bana, bu yolda yazılar yazdığı olmuştur.
Bakanlar Kurulu kararlarının benim görüşlerimi de kapsadığını, gerektikçe, İsmet Paşa'ya bildiriyordum. Buna göre, İsmet Paşa'nın Bakanlar Kurulu Başkanlığına göndermiş olduğu kimi yakınmaları yalnız Rauf Bey'in kendisi ile ilgili sayılamazdı. Bütün bakanlarla ilgili idi; dahası, bana da dokunuyordu.
Rauf Bey'in, bu görüş ayrılığını kendisi ile İsmet Paşa arasında başlı başına bir sorun sayması ve saydırmaya kalkışması doğru değildir. Her durumda, her sorunda yönerge veren ile, o yönergeyi uzakta, -özellikle yönerge verenin yakından bilmediği koşullar içinde- uygulayan kişi arasında görüş ayrılığı olabilir. Temel amaç korunmak üzere iş, duruma ve gereğine göre yürütülür.
İsmet Paşa'nın, durumu izlemem için dikkatimi çekmesi de haklı görülmelidir. Çünkü sorun, gerçekten önemli ve ölüm-dirim işi idi.
Barış Antlaşmasını İmzadan Önce İsmet Paşa'nın Hükümet Görüşünü Öğrenmek Üzere Çektiği Tele Rauf Bey Karşılık Vermemişti
En sonunda baylar, Temmuz ortalarında konferans sona erdi. İsmet Paşa, barış antlaşmasını imzalamadan önce, Bakanlar Kurulu Başkanı Rauf Bey'e konferansın sona erdiğini ve sorunların nasıl çözüldüğünü bildirmiş. Rauf Bey, olumlu ya da olumsuz hiçbir yanıt vermemiş. İsmet Paşa, beklemekle geçirdiği bu günlerde çok üzülmüş. Hükümetin hiçbir yanıt vermeyişini, Ankara'nın kararsızlık içinde olduğuna yormuş. Rauf Bey'e yazdığından üç gün sonra, 18 Temmuz 1923 günü bana da durumu bildirdi. Telyazısında, hükümeti duraksamaya düşürebileceğini kestirdiği noktaları birer birer sayıp açıkladıktan sonra, telyazısını şu sözlerle bitiriyordu:
Eğer hükümet kabul ettiğimiz şeylerden dönülmesinde kesin olarak direniyorsa, bunu biz yapamayız. Düşüne düşüne benim bulduğum yol, İstanbul'daki komiserlere (İtilâf Devletleri komiserleri) bildirim yapıp imza yetkisini bizden almaktır. Bu durum, bizim için yeryüzünde görülmemiş bir skandal olursa da, yurdun yüksek çıkarları kişisel düşüncelerin üstünde olduğundan Ulusal Hükümet, işi kendi görüşüne göre yürütür. Hükümetten teşekkür beklemiyoruz. Yaptığımız işlerin eleştirilmesi ulusa ve tarihe bırakılmıştır.
Baylar, İsmet Paşa'nın yürüttüğü ve sonuçlandırdığı işin ne denli önemli olduğunu açıklamak gereksizdir. Bu işin bitirildiği, son günün, imza gününün geldiğini bildiren telyazısına sevinçle hemen bir yanıt verileceğini beklemek doğaldır. Ankara ile Lozan arasında bir günde, iki günde haberleşilebilirdi. Üç gün geçtiği halde hiçbir yanıt verilmemiş olması, en yalın bir anlayışa göre, Bakanlar Kurulu Başkanının işi göz yumma ve ilgisizlikle karşıladığını gösterir. Yapılan işin, hükümetçe eksik görülerek, kabul edilmek istenmediği ve bundaki duraksama dolayısıyla, yanıt verilmemekte olduğu sanısına düşülebilir. Böyle bir durumda, işi bitirmek için büyük ve tarihsel sorumluluk yüklenerek imzasını kullanacak olan kişinin, ne denli bir güçlük içinde bulunacağı düşünülürse, İsmet Paşa'nın üzüntü ve acı duymasını haklı görmek gerekir.
İsmet Paşa'nın teline hemen şu yanıtı verdim:
İsmet Paşa'ya Antlaşmayı İmzalamasını Bildirdim
Ankara,19. 7.1923
İsmet Paşa Hazretlerine
18 Temmuz 1923 günlü telyazınızı aldım. Hiç kimsede duraksama yoktur. Kazandığınız başarıyı en sıcak ve içten duygularımızla kutlamak için, yöntem gereği, Antlaşmanın imzalandığını bildirmenizi bekliyoruz, kardeşim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Başkomutan
Gazi Mustafa Kemal
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:46

İsmet Paşa'nın Üzüntüsü
İsmet Paşa bu telyazıma yanıt verdi. İsmet Paşa'nın çektiği acının ne kertede olduğunu gösteren bu yanıtı, onun temiz yürekliliğini, içtenliğini ve özellikle alçak gönüllülüğünü de gösteren değerli bir belge olduğu için, bilginize sunuyorum:
Sayı: 338
Lozan, 20 Temmuz 1923
Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine
Her dar zamanımda Hızır gibi yetişirsin. Dört beş gündür çektiğim ezinci bir düşün. Büyük işler yapmış ve yaptırmış adamsın. Sana bağlılığım bir kat daha artmıştır. Gözlerinden öperim, Pek sevgili kardeşim, sayın önderim.
İsmet
Hazırlayan ve İmzalayanların Kutlanması
Baylar, İsmet Paşa 24 Temmuz 1923 günü Antlaşmayı imzaladı. Kendisini kutlamak zamanı gelmişti. O gün şu teli yazdım:
Lozan'da Delegeler Kurulu Başkanı
Dışişleri Bakanı İsmet Paşa Hazretlerine
Ulusun ve Hükümetin yüce kişiliğinize vermiş olduğu yeni görevi başarı ile sonuçlandırdınız. Ülkeye yararlı sıra sıra işlerle örülü olan ömrünüzü bu kez de tarihsel bir başarıyla taçlandırdınız. Uzun savaşmalardan sonra yurdumuzun barışa ve bağımsızlığa kavuştuğu bu günde parlak başarılarımız dolayısıyla sizi, sayın arkadaşlarımız Rıza Nur ve Hasan Beyleri ve çalışmalarınızda size yardım eden bütün Delegeler Kurulu üyelerini teşekkürlerle kutlarım.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Başkomutan
Gazi Mustafa Kemal
Rauf Bey Kutlamak İstemiyor
Baylar, Bakanlar Kurulu Başkanı Rauf Bey'in kutlamadığını anladım. Bunun gerekli olduğunu kendisine anlattım. Başka arkadaşlar da kendisini bu konuda uyarmışlar.
Sonradan öğrendim ki Rauf Bey, İsmet Paşa'yı kutlamayı ve yaptığı önemli, tarihsel görevden dolayı ona teşekkür etmeyi gerekli görmüyormuş. Yapılan uyarmalar üzerine, Kâzım Paşa'ya bir mektup yazarak ondan, kendi adına İsmet Paşa'ya bir kutlama teli yazmasını rica etmiş. Bunun anlamı nedir?
Kâzım Paşa, bu mektubu İhsan Bey'in (Donanma Bakanı) evinde bulunduğu bir sırada almış. Maliye Bakanı Hasan Fehmi Bey de orada imiş.
Rauf Bey'in Yazdığı Ya Da Yazdırdığı Tel
Hep birlikte, Rauf Bey'in ağzından, İsmet Paşa'ya uygun bir kutlama ve teşekkür teli taslağı yazmışlar; bunu bir zarfa koyarak Rauf Bey'e göndermişler. Ama Rauf Bey, bu taslağı beğenmemiş, İsmet Paşa'ya başka bir tel yazmış, ya da yazdırmış. Rauf Bey, Kâzım Paşa'yı gördüğü zaman demiş ki: "Sizin yazdığınız taslakta her işi yapan İsmet Paşa imiş gibi gösteriliyor. Biz burada bir şey yapmadık mı?"
Baylar, Rauf Bey'in yazdığı, ya da yazdırdığı telyazısı, kendisinin duygu ve düşüncelerini gizlememektedir. İsterseniz o telyazısını da, olduğu gibi bilginize sunayım:
Şifre
25.7.1923
Lozan'da Delegeler Kurulu Başkanlığına
Y: 20 ve 24 Temmuz, 247 ve 348 sayılara:
Dünya Savaşının (Birinci Dünya Savaşının) sonsuz acılarından kurtulmak ve ulusumuzun dünyayı barışa kavuşturmada ne büyük bir etmen olduğunu eylemle tanıtlamak amacıyla imzaladığımız Mondros Ateşkes Anlaşmasına karşın uğradığımız en acıklı ve yürek parçalayıcı saldırıları, yaşama hakkımızı ve bağımsızlığımızı ayaklar altına alan Sevr Antlaşması izlemişti. Yüzyıllarca özgür ve bağımsız yaşamış olan kutsal Türkiye'mizin soylu halkı, uğradığı haksız ve acıklı saldırılar karşısında bütün bilinci ve bütün varlığı ile, yaşama hakkını ve bağımsızlığını kurtarmak için ayaklanarak kurduğu yılmaz ve yenilmez ulusal ordusuyla, Büyük Başkanımızın ve Başkomutanımızın ve gözü pek komutanlarımızın yönetiminde utkudan utkuya yürüdü.
Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümetinin, ulustan aldığı erk ve güçle ve ordularının pek yüksek savaş yeteneğiyle elde eylediği bu başarı ve utkuların, Lozan'da aylardan beri süren barış görüşme!eri sonunda uluslararası bir belge ile saptanması, ulusumuza yeni bir çalışma dönemi ve erinç hazırlamıştır. Bakanlar Kurulu, dayançlı ve özverili ulusumuzun yaşama hakkını ve bağımsızlığını güven altına alan bir anlaşmanın yapılmasındaki çalışmalardan dolayı, başta yüce kişiliğiniz olmak üzere, delegelerimiz Rıza Nur ve Hasan beyefendileri ve danışmanlarımızı kutlar efendim.
Bakanlar Kurulu Başkanı
Hüseyin Rauf
Rauf Bey Lozan Antlaşmasını Yapan İsmet Paşa'yı Kutlama Dolayısıyla Mondros Ateşkes Anlaşmasını Yapan Kendisini Savunmaya Çalışıyor
Baylar, Rauf Bey, Lozan Antlaşmasını yapan ve ona imzasını koyan İsmet Paşa'yı kutlama dolayısıyla, kendisinin yaptığı ve imzasını koyduğu Mondros Ateşkes Anlaşmasından söz etmeyi ve onu ne önemli ve yüksek amaçlarla imza ettiğini belirterek kendisini savunmayı gerekli görüyor.
Mondros Ateşkes Anlaşması, Osmanlı Devletinin, bağlaşıklarıyla birlikte uğradığı acı yenilginin yüz kızartacak bir sonucudur. O anlaşma hükümleridir ki, Türk topraklarını yabancıların işgaline yol açtı. O anlaşmada kabul edilen maddelerdir ki, Sevr Antlaşması hükümlerinin de kolaylıkla kabul ettirilebileceği düşüncesini yabancılara olanaklı ve akla yatkın gösterirdi.
Rauf Bey o anlaşmayı, "ulusumuzun dünyayı barışa kavuşturmakta ne büyük bir etmen olduğunu eylemle tanıtlamak amacıyla" imzaladığını söylüyorsa da, bu fantastik cümle ile kendinden başka kimseyi kandırıp avutamaz; çünkü, böyle bir amaç yoktu.
Rauf Bey'in, telyazısına Mondros Ateşkes Anlaşması ile başladığına bakılırsa, bu anlaşmanın Lozan Konferansının başlangıcı olduğunu; Lozan barışının da, Rauf Bey'in yaptığı Mondros Ateşkes Anlaşmasının sonucu olduğunu söylemek eğiliminde bulunduğu yargısına varılabilir.
Rauf Bey Utku Kazanmış Ordunun Başından Lozan'a Giden Kişiye Utkudan Utkuya Yürüyen Ordunun Öyküsünü Anlatıyor
Rauf Bey, telyazısında, Sevr Antlaşmasını, Türk ulusunun uğradığı saldırıları ve buna karşı ulusun nasıl ayaklandığını, nasıl yılmaz ve yenilmez ordu kurduğunu ve gözüpek komutanlarımızın yönetiminde utkudan utkuya yürüdüğünü anlatıyor.
Rauf Bey, bu öyküyü İsmet Paşa'ya, o utku kazanmış ordunun başından Lozan'a gitmiş olan kişiye anlatıyor. Rauf Bey, bu başarı ve utkuları hükümetin kazandığını anlatabilmek için de parlak bir cümle bulmuştur. Lozan barış görüşmelerinin aylardan beri sürdüğünü de belirterek işin uzatıldığını anıştırmaktan kendini alamamıştır. Rauf Bey, "antlaşmanın yapılmasındaki çalışmalardan dolayı" Delegeler Kurulunu kutlarken, Mondros Ateşkes Anlaşmasından başlayarak bütün devrimlerimizin bir özetini yapmış ve böylelikle Delegeler Kuruluna, yaptıkları antlaşmanın nasıl ve ne olduğunu da anlatmak çabasına düşmüştür. İçinde bir " "teşekkür" sözü bulunmayan bu yazıların anlamını kavramak, dikkatli ve irdeleyici kişiler için güç değildir.
Rauf Bey İsmet Paşa İle Karşı Karşıya Gelemeyeceğini ve Onun Karşısında Bulunamayacağını Söylüyor
Baylar, Delegeler Kurulumuz görevini bitirdikten sonra, Ankara'ya dönmek üzere yolda bulunuyordu. Herkes Delegeler Kurulunu yakından övmek için can atıyordu. O günlerde Bakanlar Kurulu Başkanı Rauf Bey Meclis İkinci Başkanı Ali Fuat Paşa ile birlikte Çankaya'ya yanıma geldiler.
Rauf Bey: "Ben," dedi, "İsmet Paşa ile karşı karşıya gelemem. Onun karşılanmasında bulunamam. İzin verirseniz, o geldiği zaman Ankara'da bulunmamak için, seçim bölgemde dolaşmak üzere Sivas'a doğru bir geziye çıkayım."
Rauf Bey'e, böyle yapmasını gerektiren bir şey olmadığını; burada bulunarak, İsmet Paşa'yı, bir hükümet başkanına yaraşırcasına kabul etmesinin ve görevini iyi bir biçimde sonuçlandırdığı için onu, sözle de övmesinin ve kutlamasının uygun olacağını söyledim.
Rauf Bey: "Kendimi tutamıyorum, yapamayacağım."dedi ve geziye çıkma isteğinde direndi. Bakanlar Kurulu Başkanlığından çekilmesi koşulu ile geziye çıkmasını kabul ettim.
Rauf Bey, Devlet Başkanlığı Katının Güçlendirilmesini Önerirken Ne Düşünüyordu
Ondan sonra Rauf Bey'le aramızda şu konuşma oldu:
Rauf Bey: "Bakanlar Kurulu Başkanlığından çekilirken, sizden çok rica ederim, Devlet Başkanlığı katını güçlendiriniz." dedi.
Ben: "Dediğinizi yapacağıma kesin olarak güveniniz!" diye yanıt verdim.
Rauf Bey'in ne demek istediğini ben pek güzel anlamıştım. Rauf Bey, devlet başkanlığı katı olarak halifelik katını düşünüyor ve o makama güç ve yetki sağlanmasını benden rica ediyordu.
Rauf Bey'in, benim olumlu yanıtımla ne demek istediğimi anlayıp anlamadığı kuşkuludur. Sonradan, cumhuriyet kurulduktan sonra, kendisiyle Ankara'da yaptığımız bir konuşmada, niçin karşıcıl duruma geçtiğini, yapılmış olan şeyin, Ankara'dan ayrılırken benden yapılmasını rica ettiği ve benim söz verdiğim işten başka bir şey olmadığını söylediğim zaman: "Ben" demişti, "devlet başkanlığı katını güçlendiriniz derken, hiç de cumhuriyetin kurulmasını düşünmüş ve istemiş değildim."
Oysa baylar, benim verdiğim yanıtın anlamı tümüyle o idi. Gerçekte, bence devlet başkanlığı katı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı katını birleşik bulundurmak; ulusal hükümetimiz cumhuriyet hükümeti niteliğinde olduğu halde, onu kesin olarak söyleyip ilan etmemek, güçsüzlük yaratıyordu. İlk fırsatta resmi olarak cumhuriyeti ilan etmek ve devlet başkanlığını, cumhurbaşkanlığı katında simgeleyerek, güçlü bir durum yaratmak çok gerekli idi. Rauf Bey'e, bunu yapacağıma kesin olarak söz vermiştim. Eğer, ne demek istediğimi kavrayamamış ise, sanırım, eksiklik bende değildir.
Yurda ve Ulusa Kimler Hizmet Ederse İzlemci Onlardır
Ali Fuat Paşa ile de kısa bir görüşme yapıldı. Fuat Paşa, bana şöyle bir soru sordu:
"Senin şimdi 'apótre (Havari, İsa'nın dinini yayan yardımcılar)'lerin kimlerdir, bunu anlayabilirmiyiz?"
Ben bu sorudan bir şey anlayamadığımı söyledim.
Paşa, ne demek istediğini anlattı. O zaman ben de şunları söyledim:
Benim apótre'lerim yoktur. Ülke ve ulusa kimler hizmet eder ve hizmet yaraşırlığını ve gücünü gösterirse apotre onlardır.
Rauf Bey'in Bakanlar Kurulu Başkanlığından ve Ali Fuat Paşa'nın Büyük Millet Meclisi İkinci Başkanlığından Çekilmeleri
Rauf Bey, Bakanlar Kurulu Başkanlığından çekildi. İçişleri Bakanı bulunan Ali Fethi Bey, Bakanlar Kurulu Başkanlığına da seçildi (13 Ağustos 1923).
Ali Fuat Paşa da bir süre sonra, 24 Ekim 1923'de, Meclis İkinci Başkanlığından çekilerek ordu müfettişliğine atanmasını rica etti. Fuat Paşa'ya, sanı ikinci başkan olmakla birlikte pek önemli olan Meclis Başkanlığı görevini yapmakta olduğunu söyleyerek bu görevden ayrılmamasını öğütledim. Fuat Paşa, siyasadan hoşlanmadığını, yaşamını askerlik uğraşına adamak istediğini ileri sürüp dileğinin yerine getirilmesini üsteleyerek rica etti. Fuat Paşa'nın aşaması tuğgeneral idi. Komuta edeceği orduda tümgeneral aşamasında kolordu komutanları vardı. Geçmiş hizmetlerini göz önüne alarak kendisini tümgeneralliğe yükselttik ve karargâhı Konya'da bulunan İkinci Ordu Müfettişliğine atadık.
Kâzım Karabekir Paşa da, daha önce aynı düşüncelerle Meclisten ayrılmış ve ordu müfettişi olarak Birinci Ordunun başına geçmiş bulunuyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:46

10. Bölüm

NUTUK
Lozan Barışı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Meydana Gelen Gelişmeler
Saldırıya Geçme Kararı

Gerçekte ordumuz, gereksemelerini ve eksiklerini tamamlamak üzereydi. Ben, daha Haziran ortalarında saldırıya karar vermiştim. Bu kararımı Cephe Komutanı ile Genelkurmay Başkanı ve Milli Savunma Bakanı, yalnız bunlar biliyorlardı. O günlerde İzmit-Adapazarı doğrultusunda bir geziye gidiyor gibi yola çıktığım zaman, Ankara'da Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa Hazretleriyle görüştükten sonra, o zaman Milli Savunma Bakanı olan Kâzım Paşa Hazretlerini de Sarıköy istasyonuna dek yanımda götürerek oraya çağırdığım Cephe Komutanı İsmet Paşa Hazretleriyle birlikte saldırı için gerekli hazırlıkların ivedilikle bitirilmesi ile ilgili kararlar aldık.
Baylar, artık büyük saldırıdan söz etmek zamanı geldi. Bilirsiniz ki Sakarya Meydan Savaşı'ndan sonra düşman ordusu, büyük ve kuvvetli bir grupla Afyonkarahisar-Dumlupınar arasında bulunuyordu. Bir başka kuvvetli grubu ile de Eskişehir bölgesinde idi. Bu iki grup arasında yedek kuvvetleri vardı. Sağ yanını, Menderes bölgesinde bulundurduğu kuvvetlerle, sol yanını da İznik Gölü kuzey ve güneyindeki kuvvetleriyle koruyordu. Denilebilir ki, düşman cephesi Marmara'dan Menderes'e kadar uzanıyordu.
Düşman ordusunun kuruluşunda üç kolordu ve birtakım bağımsız birlikler bulunuyordu. Üç kolordusunda on iki tümen vardı. Bağımsız birlikleri de ayrıca üç tümene eşitti. Biz, Batı Cephesindeki kuvvetlerimizi iki ordu olarak örgütlemiş ve düzenlemiştik. Bundan başka, doğrudan doğruya cepheye bağlı örgütlerimiz de vardı. Bizim bütün birliklerimiz on sekiz tümen idi. Bundan başka, üç tümenli bir süvari kolordumuz ve ayrıca er sayıları daha az olan iki süvari tümenimiz vardı. Kuruluşları başka başka olan iki düşman ordu karşılaştırılırsa, iki yanın insan ve tüfek güçleri aşağı yukarı birbirine denk bulunuyordu. Yalnız, Yunan ordusu, - dünyanın özgür ve kendisine yardımcı olan sanayiine dayandığı için - makineli tüfek, top, uçak, taşıt, cephane ve teknik gereç bakımından daha üstün bir durumda bulunuyordu. Öte yandan bizim ordumuzun da süvari sayısı bakımından üstünlüğü vardı.
Birinci Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa'nın Yarattığı Durumlar
Burada, sırası gelmişken, bir noktayı belirtmeliyim. Ordularımızdan birinin, İkinci Ordunun Komutanı (şimdi Askeri Danışma Kurulu -Askeri Şûra- üyelerinden) Şevki Paşa Hazretleri idi. Birinci Ordumuzun komutasını, Malta'dan gelmiş olan İhsan Paşa'ya vermiştik. İhsan Paşa'nın, kendisini Askeri Mahkemeye dek götüren yersiz işlerinden ve davranışlarından dolayı, Ordu Komutanlığından uzaklaştırılması gerekti. Gerçekten Ali İhsan Paşa, ordunun düzen bağını ve genel yönetimini çıkmaz bir yola düşürecek davranışlarda bulundu. Örneğin, ordusundaki astkomutanları, üstkomutanların buyruklarını tutmamaya sürükleyecek durumlar yarattı.
Sözgelimi, ambarlarında bulunan şeyleri günlerce bildirmedi ve bildirtmedi de, genel yiyecek sıkıntısı çekildiği bir sırada birdenbire, ambarlarında yiyecek kalmadığını ve açlık tehlikesi bulunduğunu bildirdi.
Astkomutanları, üstlerin buyruğunu tutmamaya ve görev yapmamaya kışkırtma ve bu tutumu uygun görme gibi davranışları yanında, ordunun buyruğa uyma ve görev duygusuyla oynayacak kertede dolap çevirmeye de eğilimli olduğu kanısını uyandırdı.
Ali İhsan Paşa'nın bilinen, kendine özgü niteliklerinden başlıcaları şunlardı:
En küçük birliklere değin bütün ordusuna, önemli önemsiz her işin ve her kararın ancak kendisince verileceği sanısını aşılayarak bütün ordusunda, yalnız kendisinin güçlü olduğu sanısını uyandırmak, büyüklerinden daha üstün olduğunu herkese tanıtlama kaygısında bulunmak. Büyüklerin hem resmi iş, hem de özel davranışları bakımından saygınlıklarının düşkün olmasını araştırmak. Savaşta alacağı önlemlerin yerindeliği ve göstereceği sinir sağlamlığı yönünden kendisini denemeye fırsat bulunmamışsa da bu alanda anlaşılan karakteri şu idi: Herhangi bir başarısızlığı, ne olursa olsun, astına ya da üstüne yüklemenin olanağını her zaman düşünmesi. İhsan Paşa, yumuşak ve nazik davranışlardan çok, sert ve resmi davranışlarla görev yaptırmayı gerekli gösterir.
Ali İhsan Paşa'nın huyunun ve ahlakının daha iyi anlaşılması için kendisinin kurmay başkanı olup çekilmek zorunluluğunu duyan Yarbay Halit Bey'in (sonradan Kastamonu Milletvekili olmuştur) Batı Cephesi Komutanlığına verdiği 20 Ocak 1922 günlü resmi bir rapordan kimi parçaları olduğu gibi sunacağım. Halit Bey, Genel Savaşta, Irak'ta da Ali İhsan Paşa ile birlikte bulunmuştu. Sözünü ettiğim raporda şu cümleler vardır:
........................................................................................................................................................................... Komutanım Ali İhsan Paşa Hazretlerinin, geldiği günden beri astkomutanların onurunu ve görev yapma isteğini kıracak davranışlarda bulunması ve -yapılan yazışmalardan anlaşılmış olacağı üzere- Cephe Komutanlığına karşı, astlara sezdirecek ölçüde akıl yatmaz bir yazışma kapısı açması; benlik kokusu duyulan düşünce yarışına girişmesi; dünyanın değer verdiği ve saygı gösterdiği Cephe Karargahının erkini azaltmak istediğini anlatır yollu bir tutum izlemesi, beni gerçekten düşündürdü ve üzdü. Davranışlarını elden geldiğince yumuşatmaya çalıştım; ama yine büyük bir değişiklik göremedim. ..........................................................................
Benliğine sinmiş yükselme kuruntusu, ün alma tutkusu, aşırı kıskançlık, sonsuz bir bencillik etkisiyle baş olmak istediği, davranışlarından ve astkomutanlar yanında söylediği arabozucu sözlerinden anlaşılıyordu. 11'inci Tümen Komutanı... görevimden çekildiğimi işittikten sonra bana gizlice: "Ali İhsan Paşa'nın Malta'da iken kurtarılması için Ferit Paşa'ya mektuplar yazdığını ve İngiliz güdümünün kabulü konusunda açıktan açığa saatlerce kendi yanında konuşmalar ve tartışmalar yaptığını" söyledi. Bu sözleri (Ali İhsan Paşa'nın davranışlarına göre), dikkat çekici buldum................................................................................................................
.........Astlardan gelen kimi yazıları Cepheye, Cepheden gelenleri astlara, olduğu gibi bildirerek karşılıklı güven duygularını zedeleyici davranışları da ayrıca dikkat çekicidir. Örneğin: Şeyhelvan dağının düşman eline düşmesi ile ilgili yazışmalarını, olduğu gibi Beşinci Kolorduya ve Beşinci Kolordudan gelen kimi raporların da, olduğu gibi Cepheye yazılması gibi. Buna karşın,sözü geçen olayın sorumluluğunu Beşinci Kolordu Komutanına yüklemesi ve ondan Cepheye (Komutanlığına) yakınmalarda bulunması, üstkomutanlık niteliğiyle bağdaşamaz.
Tevhidi efkâr gazetesinde yayımlattığı kendi savaş öyküleri arasında, Ateşkes Anlaşmasının yapıldığı günden bir gün önce, Musul güneyinde, Şarkat'ta, Dicle Grubunun tutsak düşmesi sorumluluğunu yalnız, o zaman grup komutanı olan (şimdi Doğu Cephesinde Tümen Komutanı imiş) Yarbay İsmail Hakkı Bey'e yüklemesi de bu karakterinin açık bir kanıtıdır. Dicle Grubu 7, 9, 43, 18 ve 22'nci alaylarla avcı alayından kurulmuştu. Bunlardan başka, ayrıca Beşinci Tümenden 13 ve 14'üncü alaylar da parça parça tutsak verildi. Ateşkes Anlaşmasından bir gün önce 13.000 kişinin tutsak verilmesi, 50'ye yakın topun elden çıkması gerçekte kendisinin, duruma uygun olmayan bir buyruk vermesinden doğmuştur. İşte bu durum, Musul ilinin elden çıkmasına yol açtı. Oysa, Ateşkes Anlaşmasının yapılacağı biliniyordu. Gruba, Keyare dayangasına çekilmek için yönerge verilseydi İngilizler, Grubu tutsak etmek şöyle dursun, yenemezlerdi bile. (Dicle Grubuna) Beşinci Tümen de katılabilirdi. Böylece, Ateşkes Anlaşması yapıldığı zaman, tutsak düşen sekiz piyade alayı elde bulunur ve Musul da bizde kalırdı. Ama alçak bir düşünce, mantığı yenmiştir.
(İhsan Paşa) savaş öykülerinde, Dicle boyundaki bütün başarıları ve Tavnzınd'ın (Townshend -1934 basımında "Tavşend"-) tutsak edilmesi şerefini yalnız kendisine mal etmiştir. ...... Yaptırdığı yayınlarda her başarıyı yalnız kendisine mal etmekten amacı, kamuoyunu aldatarak ün ve mevki kazanmaktır. Ünlü kişilerle ilgili öyküleri yayımlamak, ulusta övünç duygularını sürdürmek için gereklidir. Ama tarihin sorumlu göstereceği kişilerin yaptıklarını övünülecek şeyler arasında saymak, tarihi lekeler ve gelecek kuşakları yanlış kanılara sürükler.
General Marşal'ın (Marshall): "Yarın öğleye değin Musul'dan çıkınız, yoksa savaş tutsağısınız." buyruğunu aldığı zaman, o pek kurumlu Paşa Hazretleri, Sincar çölünü geçerek Nusaybin'e gitmek için, General Marşal'dan bir resmi belge ile, koruyucu olarak da iki zırhlı otomobil istedi ve bunların koruyuculuğunda Aşir Bey'le (şimdi Milli Savunma Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Âşir Paşa) beni Musul'da bırakarak Nusaybin'e gitti. Aşiretler arasında hükümetin manevi erkini de kırdı ve bu durumu görenlerin içi sızladı. (Oysa), koruyucusuz olarak Zaho yoluyla gidebilirdi; ya da atlı olarak çölden gidebilirdi. Halep'te İngiliz generalinden kendisi için özel tren istedi ve yolda bir aşağılamaya uğramaması için trene koruyucu bindirilmesini istemeyi de unutmadı. Gerektiğinde canını ve dirliğini korumak için ulusal onuru unutan Paşa Hazretlerinin ahlakına örnek olmak üzere yukarıdaki olayları yazdım... Eski komutanıma hoş görünmedim; çünkü sonsuz isteklerini yerine getirmedim ve dalkavukluk etmedim... Ulusa, Ulusal Orduyu kuran ve utkular kazanan büyük komutanlar gibi yüce ruhlu, uzdilekli kılavuzlar, komutanlar gerektir. Orduda birliğin ve uyumun bozulması, görev yapma isteğinin azalması için çalışanlar, üstün kişi de olsalar, dokuncalı kişilerdir. Ben, çekilen emekleri bildiğim.... girişilen savaşımda da başarıyı dilediğim için (bu raporu) -namusum ve kutsal bildiğim şeyler üzerine and içerim ki düşmanlık ve bir çıkar için yazılmış değildir- sunmaktan çekinmedim. İran'da, Kafkasya'da uzun süre (Ali İhsan Paşa'nın) emir subaylığını yapan Binbaşı Cemil Bey (Şimdi Birinci Ordu Harekât Şubesi Müdürü) son günlerde bana: "İyi ki Ali İhsan Paşa, Ulusal Eylemin başlangıcında Anadolu'da bulunmadı. Malta'da bulunduğu iyi oldu. Yoksa, hiç kuşkusuz, aykırı bir yol tutardı." dedi. Karakterini çok iyi bilen Cemil Bey, pek doğru söylemiştir..... "Soğuktan uyuşmuş yılana Tanrı'm güneş göstermesin!" diye yüce Tanrı'ya yalvarırım. ("Mâr-ı sermâ-dideye Rabbim güneş göstermesin!" Şehrî.)
Baylar, Ali İhsan Paşa, Meclisteki karşıcıl grup başkanlarıyla da bağlantı kurmuş, yazışmalarda bulunuyordu. Kendisinin komutanlığına son verilerek yasal işlemler yürütülmek üzere Milli Savunma Bakanlığı buyruğuna verilmesini onayladığım 18 Haziran 1922 gününün ertesinde, yani 19 Haziran 1922'de, o zaman Türkiye Büyük Millet Meclisi İkinci Başkanı bulunan Rauf Bey'den makine başında, İhsan Paşa ile ilgisini gösterir bir kapalı tel almıştım. Bir sırası gelmiş, bunu bilginize sunmuştum. O günlerde Adapazarı-İzmit doğrultusunda gezide bulunuyordum. Rauf Bey telinde diyordu ki: "Birinci Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa'nın görevden çıkarılarak Askeri Mahkemeye verilmek üzere Konya'ya gönderildiği konusunda Meclis çevrelerinde dedikodulara yol açan bir söylenti vardır..."
Baylar, bir komutanın görevden çıkarılması, atanması ya da askeri mahkemeye verilmesi işlemi üzerinden bir gün geçmeden, Meclisçe dedikodu konusu olabilecek bir söylenti durumuna girmesi ve Meclis İkinci Başkanının, benden açıklama isteyecek kadar bu olayla ilgilenmesi dikkat çekici değil midir? Rauf Bey'e gereken yanıtı verdim. Birinci Ordu bir süre vekillikle yönetildi. Ama, temelli olarak bir kişinin atanması gerekiyordu. Moskova Elçiliğinden dönmüş olan Fuat Paşa'nın Birinci Ordu Komutanlığını kabul edip etmeyeceğini kendisinden sordum. Anladım ki, cephe komutanlığı yapmış olduğundan, cephe komutanının buyruğu altına girmeye eğilimli değildir. Milli Savunma Bakanı olan Kâzım Paşa aracılığıyla Birinci Ordu Komutanlığını Refet Paşa'ya önerttim, kabul etmemiş. En sonu, o günlerde hiçbir koşul ileri sürmeden cephe komutanlığının buyruğu altına girerek çalışacağını söyleyen ve açıkta bulunan Nurettin Paşa'yı Birinci Ordu Komutanlığına atadık.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tarih sevdalısı
Site Emektarı
tarih sevdalısı


Yaş : 41
Nerelisiniz? : Kayseri
Kadın
Kayıt tarihi : 18/10/07
Mesaj Sayısı : 369
Puanlar : 18188

NUTUK (TAM METİN) Empty
MesajKonu: Geri: NUTUK (TAM METİN)   NUTUK (TAM METİN) Icon_minitimeCuma 11 Ocak 2008, 18:47

Saldırı Planımızın Ana Çizgileri
Baylar, düşman ordusunun cephesinden ve örgütlerinden söz etmiş, ona karşı Batı Cephesindeki kuvvetlerimizin temelde iki ordu olarak örgütlenip düzenlendiğini söylemiştim. Öteden beri tasarladığımız saldırı planımızı da ana çizgileriyle anlatayım:
Düşündüğümüz, ordularımızın ana kuvvetlerini düşman cephesinin bir kanadında ve elden geldiğince dış kanadında toplayarak, yok edici bir meydan savaşı yapmaktı. Bunun için uygun gördüğümüz durum ana kuvvetlerimizi düşmanın Afyonkarahisar yakınlarında bulunan sağ kanat grubu güneyinde ve Akarçay ile Dumlupınar karşısına dek olan yerde toplamaktı. Düşmanın en can alacak ve önemli noktası orası idi. Çabuk ve kesin sonuç almak, düşmanı bu kanadından vurmakla olabilirdi.
Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, bu bakımdan gereği gibi incelemeler yapmışlardı. Hareket ve saldırı planımız çok önceden saptanmıştı.
Konya'ya gelmiş olan General Tavnzınd'ın görüşme isteğinden yararlanarak Ankara'dan ayrılıp 23 Temmuz 1922 akşamı Batı Cephesi Karargâhının bulunduğu Akşehir'e gittim. Harekât planı üzerine görüşürken Genelkurmay Başkanının da bulunmasını uygun gördük. Ben, 24 Temmuzda Konya'ya gittim. 27'de yine Akşehir'e döndüm. Fevzi Paşa Hazretleri de 25 Temmuzda Akşehir'e gelmişti.
27/28 Temmuz gecesi.


Bitti..

Tarihöğretmeni'nden
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
NUTUK (TAM METİN)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: ÖĞRETMENLİK ve ARADIKLARI HERŞEY :: SİZDEN GELENLER :: Tarih'imizden-
Buraya geçin: