Meşhur tarihçilerimizden merhum İbrahim Hakkı
Konyalı, Mayıs 1951 tarihli, "Tarih Hazinesi" nde "Osmanlı Sarayı'nın
Elmas ve Zümrütleri" başlığıyla yayınladığı ilginç bir makalede korkunç
bir ifşaatta bulunuyor.
"1927 yılında Topkapı Sarayı'nın Hazine-i Hümayun'undan satılmak veyahut rehin konulmak üzere üç sandık içinde Ankara'ya götürülen eşyanın inslerini ve anahtarlarının kimde olduğunu bilen tek yazar benim" dedikten sonra olayın gerisini anlatıyor. İki okka 225 dirhem (bir dirhem yaklaşık 3 gram'dır. Reis..) ağırlığındaki bir zümrüdün, Kaşıkçı Elması'nın, Kevkeb-i Dürri'nin yola
çıkarılmak üzere sandıklara nasıl yerleştirildiğini izah ediyor. Üç sandık dolusu mücevherin, Ankara'ya götürüldüğünü, bunları rehin bırakarak hükümetin Amerika'dan borç istediğini uzun uzun anlatıyor.
Maceranın gerisini öğrenmek için, ünlü tarihçimizin bu son derece ilgi
çekici yazısını sonuna kadar - hem de - pür dikkat okumanız gerekiyor.
Gelelim "Kaşıkçı Elması"nın hikâyesine...
Bu günlerde sahte olup olmadığı tartışılan ve hakkında çeşitli fikirler ileri sürülen Kaşıkçı Elması hiç kuşkusuz Topkapı Müzesi'nin en değerli mücevherlerinden birini teşkil ediyor. Ziyaretçilerin en fazla ilgisini çeken bu pırlanta hakkında birkaç rivayet dolaşıyor. Kimilerine göre elmas, bir kaşık ağzına benzediği için bu adı alıyor. Diğer bir rivayete göre ise bu kıymetli taşı, bir Fransız subayı, 1774 yılında Hindistan'dan alıp Fransa'ya götürüyor. Elden ele dolaştıktan sonra elması Napolyon'un annesi satın alıyor.
Napolyon'un sürgünden kurtarılması için elmas satılıyor. Elması Tepedelenli Ali Paşa'nın askerlerinden biri satın alıyor. İkinci Mahmud devrinde Tepedelenli öldürülünce, hazinesi de ele geçiriliyor. Böylece Kaşıkçı Elması da Osmanlı Hazinesi'ne intikal ediyor.
Eray Canberk - Rüknü Özkök imzalarıyla yayımlanan, "Ömür Biter İstanbul Bitmez" adlı kitapta hikâye böyle anlatılıyor. "Zuhur-ı Elmas-ı zi kıymet" başlığıyla bu konuyu işleyen vak'anüvis Raşit, ünlü tarihinde "Kaşıkçı Elması"nın hikâyesini şöyle dile getiriyor:
İstanbul'da Eğrikapı çöplüğünde yuvarlak bir taş bulunuyor. Bulan "gafil-i bi baht", bir yaymacıya üç kaşık karşılığı veriyor. Sonra bir kuyumcu, "taş"ı on
akçeye kaşıkçıdan satın alıyor ve hemen meslektaşı olan başka bir kuyumcuya gösteriyor. Derhal, bunun kıymetli bir elmas olduğu anlaşılıyor. Hisse konusunda iki kuyumcu arasında anlaşmazlık çıkıyor. Derken durum kuyumcubaşıya intikal ediyor. Kuyumcubaşı, her iki kuyumcuya da birer kese akçe vermek suretiyle elması ellerinden alıyor.
Daha sonra durumdan haberdar olan veziriazam Mustafa Paşa da - tabii ki - böyle bir hazineye sahip olmak istiyor. Sonunda olay padişah tarafından duyulduğu için, emir verip getirtiyor. Kısa bir süre sonra, bunun seksen dört kıratlık eşi benzeri görülmemiş bir elmas olduğu anlaşılıyor ve devrin padişahı Dördüncü Mehmet tarafından zapt ediliyor. Bu arada kuyumcubaşı da, kapıcıbaşılığa yükseltiliyor.
İşte ünlü "Kaşıkçı Elması"nın kısa hikâyesi böyle.
Bugün bile Topkapı Sarayı’nı ziyaret edenler; meşhûr Kaşıkçı Elması’nı hayranlıkla seyrederler. Onun bir çöplükte
bulunduğunu bilenler çok azdır.
Ali Tezel tarafından yazılan bu makale, 29 Haziran 2006 Perşembe günü yayınlanan Bugün Gazetesindeki köşe yazısıdır.