SBÖ Site Emektarı
Nerelisiniz? : Sivas+Trabzon Kayıt tarihi : 30/09/07 Mesaj Sayısı : 2147 Puanlar : 18785
| Konu: "FARKLISIN!" YAFTASI Çarş. 22 Nis. 2009, 13:24 | |
| Verdiği kararları gerçek bir bilinçle veremiyordu. Karar verirken kararlaştırdığı konuda derinlemesine düşünüp, gözlemler yapmadan, aceleyle karar veriyordu. Peki bunun temel nedeni ya da nedenleri neler olabilirdir? Bu konuyu daha önceleri de düşündüğü oluyordu. O an için, ırsi olduğu, yaşadığı yerin karakteristik özelliklerine bağladığı, dolayısıyla da ani kararlar verdiği, ani davranışlar sergilediği içindi bunun cevabı. Ancak düşünce havuzunda biraz daha yüzmeye çalıştığında, bir kısım, rahatsız edici de olsa, evet bir kısım yosun kümesini (özeleştirileri) sunmaktan geri duramıyordu. Karar verdiği konudaki gerçek niyetinin ne olduğunun bilincinde değildi. Bir başka açıdan söylenecek olursa, her ne konuda bir düşünceye, niyete sahipse onun hakkında o anlık kafi geleceğine inanıyordu. Ancak bu düşünceleri pratiğe döktüğünde olayların ummadığı kertelere yön değiştirdiğini, değişik bir aksiyon sergilediğini görüyordu. Çoğu kez ona, derinlerde pek anlam ifade etmeyen şeyleri, sırf başkalarını memnun etmek, küçük düşürmemek için yapmaya karar veriyordu. Daha sonra da yaptığı şeylerin kendisi için anlamsız, banal olduğunu idrak edince pişmanlık duyuyordu. Diğer taraftan bu pişmanlık, beraberinde ya karşılıklı düşünce çatışmasını ya tekrarını ya da 'özür dileme' eylemini icra etmesini zorunlu kılıyor veya onu o yöne sürüklüyordu. Özür dilemek. Hem kendisinden hem de karşısındakinden. Onu, iki kelimelik aşılması zor engel olarak telakki ediyordu. Evet, tek bir duyumluk 'Hayır' diyebilmek ne kadar zor ve güçse 'özür dilerim' şeklindeki bu, tonluk sözcük külçesini dile getirmek de o kadar zordu. Neden zordu, kime zordu, onu zorlaştıran etmenlerin destekçileri nelerdi? Daha bir o kadar soru yumağı. Nedendir bilinmez, cesaretlenmişti. Özür dilemek neden zor olsundu ki! İnsandan hiçbir şey eksiltmeyen fakat yerine göre insana maddi, manevi çok farklı değerler kazandıran bir eylem. Ama n'oluyor, sanki biraz önceki insanla şimdiki farklı idi. Gerçekten farklı mı idi? Yoksa farklılaşmaya yüz tutmuş farklılık kurbanı, 'farklısın' yaftasının baş mimarı mı?... 'eğer' diyordu. Eğer, özür dilemek zorunda kalan kişi, o insana karşı hata işlemişse, onu gerçekten kırmışsa, vakıa maddi manevi zararlara düçar bırakmışsa ve bunu telafinin yollarını arıyor, dileyeceği istirham dolu özürle yaptığı bu kabahati bir nebze de olsa unutturacağına, ters yüz edeceğine inanıyor ama duygularını faaliyete geçirmekte zorlanıyorsa. Eğer, özür dilemek zorunda kalan kişi, özür dilenmesi istenilen kişiye hiçbir diyet borcu olmadığı, ona karşı isteyerek veya istemeyerek bir kusur işlemediği, buna yeltenmediği halde gerek bulunduğu çevre tarafından gerekse de muşarun ileyhin kendi suçunu, hatalarını zeytin yağı timsali kamuflaj etmeye çalıştığını aşikarane görüyorsa. Bu küçük iki mansumane eylemden ötürü yani özür dilemek ve müsebbiplerinden dolayı, hayatının pek çekilmez bir hal aldığını görüyordu. Belki yarası dahi yoktu. Dolayısıyla gocunmasına neden de yoktu. Fakat olayın düşünce boyutunun kendisini yıprattığı da alenen ortadaydı. N' oluyor? Evet evet cesaret adlı keskin kılıcı tekrar kuşanmıştı. Akabinde de düşünce falsolarını bombardıman halinde gönderdi: 'Sadece bir insan! Diyerek devam etti. İrili ufaklı şeyleri göz ardı ederek, 'erkeklik bende kalsın' aldatmacasına kapılarak, önemsiz diye addederek kendisinden taviz verip de ilerisini göremeyen, daha sonraları bunun davranış veya sözsel paspasçısı durumuna düşen insan çoğunluğunun dışındaki kişi ya da sayılı kişicikler. İşte beş parmakla sayılabilecek kadar, toplumda aç yer kaplayan bu kişiler. Evet bunlar için özür dilemek çok zordu. Onlar bunu kendileri için 'Haklı olarak tükürdüğünü haksızcasına yalamamış olmak' şeklinde addederler ve bundan ister istemez nefret ederler.' Sözlerine, düşünüş şelalesinden daneler göndermeye, hafif bir iç çekişten sonra, devam etti. Biliyordu ki, bu karşı çıkışlı tavırlar da o malum 'farklısın' yaftasını alınlarında yapıştırılmış olarak görmelerine / görmesine neden olacaktı. Bunun akabinde de ya bulunduğu çevre ondan ya da o bulunduğu çevreden belki sessiz ve derinden belki de aleni olarak uzaklaşacaktı. Bu gözlenen, çevreden uşaklaşma, belki de kendi kendisini zorunlu tehcir, beraberinde mutsuzluğu, üzüntüyü de koşturacaktı. Ancak kendisine olan güvenini, dolu dolu bir nefes aldıktan sonra gökyüzünde hafif hafif belirmeye başlayan yıldıklara bakarak tazeledi. Sonrasında da 'Yaptığı, söylediği göründüğü ve davrandığı şeylerle sana yarar yerine zarar vermekten, sıkıntı vermekten, huzursuzluk oluşturmaktan kısacası kalbini ve gönlünü karartmaktan başka hiçbir işe yaramayan insan veya insan kılıklı yaratıklarla bir arada olmuşun ya da olmamışın, tek başına kalmışın öyle ki, dünyada yekta düşmüşün ne fark eder?!' diye mırıldanarak hala yıldızlara baka duruyordu. Sonra Sanırım' dedi. Sanırım bir şeyler biliyorum, en azından öğrenmeye başlıyorum. Beni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada, kendim olarak kalabilmek gayreti içerisinde çırpınabilmenin güçlüğü. Biliyorum artık dünyanın en zor savaşını vermenin ne olduğunu ve başlatmış olduğum bu savaşın artık hiç bitmeyeceğini!' derken gözlerinden tane tane yaşlar bırakıyor, yalnızlığın verdiği sızı içini ürpertiyor lakin nedense bir önceki gününden, saatinden, hatta anından daha güçlü, kendinden emin, geleceğe umutla bakabilen coşkulu bir kişiliğinin şahlandığını görüyordu. İşte böyle bir huzur içerisinde adına uyku denilen geçici ölüm fezasına kendisini bıraktı.
| |
|