" Hatırlayalım. Hatırlayalım ki, Çanakkale Zaferi'nin, Avrupa'nın "hasta adam" damgasını vurduğu bir milletin varlık mücadelesi olduğunu bilelim. Öyle bir mücadeledir ki, kaybedilseydi her şey bitecekti. Kazanıldı. Bir millet ateşle imtihan olundu, tarihle hesaplaştı ve kendi varoluş tarihini yeniden yazdı.
Oysa yıllarca savaşmaktan yorgundu Koca cihan devleti. Özellikle son 20 yıl içerisinde durup durak demeden sürekli savaşmış ve her savaşında da kesintisiz ağır darbeler almıştı.
Yıl 1914... Cephe tüm vatan: Yine kan, barut, ateş ... Biz yine ateşin ortasındayız. Üstelik Cihan Devletimizin merkezi kendi içine kapanmış, beceriksiz, çıkarcı yöneticiler kendi içerilerinde devleti, bilerek ya da bilmeyerek yer bitirirken, Allahuekber Dağlarındaki buz cehennemi 70 bin vatan evladını yutmuştu.
Ve Çanakkale: Dünyanın en güçlü, en teknik, en eğitimli ordularının karşısında dünyanın en yorgun milleti... Aradaki bu büyük uçurumu kapatmak için bulunabilen tek yol ise, olmayan silah ve topların yerine, sanki varmış gibi, göstermelik parçaların konması olmuştu. Mevzilere soba boruları yerleştirilip top görüntüsü verilecekti.
İngilizler zaferden emindi. Donanma komutanı 13 Kasım 1915'te hatıra defterine şunları not edecekti: "Denizcilik bakanımızın enerjik idaresi altında dev adımlarla ilerliyoruz. Çanakkale boğazını mutlaka geçeceğiz." Bazı kendini bilmezler de, sonlarının nasıl olacağını tahminden uzak bir şekilde: "Şimdi savaş gemilerinden birinde olmayı ne kadar isterdim. Bu kesin zafer şerefine ben de nail olsaydım." gibi kuruntulara kapılacaktı. Sadece İngilizler mi böyle düşünüyordu. Hayır. Fransız divaneleri de benzer naraları atıyorlardı. "Nasıl olsa Çanakkale'yi geçeceğiz. Önemli olan önce hangimiz, İngilizler mi biz mi bu şerefe nail olacağız?" diyorlardı.
Peki! Ya Osmanlı?... Çanakkale müstahdem mevki komutanı Cevat Paşa, subaylarını çadırında toplar ve şu konuşmayı yapar: "Silah arkadaşlarım! Biz, düşmanın toplarına ve zırhlılarına karşı imanımızla çıkacağız. Şarapnellere ve mermilere göğsümüzü siper edeceğiz. Ve bütün dünyaya 'Çanakkale Geçilmez' miş sözünü bir atasözü imişçesine söyleteceğiz." Anafartalar karamanı Mustafa Kemal Paşa da 'Ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum.' kesin emrini verecekti.
Evet. Bu savaş, "Çanakkale'yi mutlaka geçeceğiz" diyenlerle "Çanakkale'yi asla geçirtmeyeceğiz." diyenlerin savaşıydı. Avrupa, bayram yeri gibiydi. Başkentler süslenmiş, tarihi kiliseler silinip süpürülerek zafer ayinine hazırlanmıştı. Ama bilmiyorlardı ki, bu sevinçleri 18 Mart 1915'e kadar sürecekti.
Nihayet 18 Mart... Mehmed Akif'in "Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela" dediği kuvvetler karadan ve denizden saldırıyor, Çanakkale de bir anda cehenneme dönüyordu. Bu saldırılar 360 bin şehidimize mal oluyordu! Ama! Evet, Çanakkale geçilemeyecekti. Churchille(Çörçıl), 18 Mart 1915 günü devlet adamlarıyla birlikte konuşurken, eline bir kağıt tutuşturulur. Bunu zafer haberi sandığı için, kaldırıp milletvekillerine gösterir: "Bu not Çanakkale cephesinden geliyor. Umarım kesin zaferimizin haberidir." der. Ne var ki elinde onlar için tam bir felaket olacak olan not vardır. Ona da sadece: "Eyvah! Bütün bütün hesaplarımız altüst oldu, kaybettik, mahvolduk." demek düşecektir.
Evet, ileri teknolojinin Türk'ün iman dolu sinesine çarpıp, vatanımı asla vermem sözüyle erimesi bu olurdu ancak. "